31 Mayıs 2006

Rahmân Sûresi, Kur'an-ı Kerîm.

Sessizlik...

Duyulur mu
Söyle,
Sessizliğin
Sesi?

30 Mayıs 2006

Cahil Kocaya Varan, Dayağa (Çileye) Râzı Gelir (mi)!?

Babannem yanımda, eskilerden dertleniyor; ben de bilgisayar başındayım. Bi cahile verdiler beni diye söyleniyor kendi kendine.

Kocasından çok çekmiş; dedem garibanın birisiymiş eskilerde, parasızlıktan sigara bulmayınca babannemi dövermiş.

Rahmetli dedemin de arkasından konuşuyoruz, hakkını helal eder inşallah. Babannem şimdi bunları yazdığımı bilmiyor; okuma yazması yoktur ki :o)

***

- Rüzgar eken, hiç fırtına biçmeyecek mi sanır?!

-:- Hayat Dersleri -:-

Şefkati, Düşkün Olan Kimseden Beklemeyiniz...

Şefkat, güçlü olana mahsusdur; zayıf olandan beklenemez. O halde neden zayıfa yük olursunuz ki?!

Biçare kimseden şefkat değil, öfke bekleyin; eğer o düşkün kimsenin nefsine karşı mağlup olmasını dilemiyorsanız, sabırla onu öfkelendirici olmaktan da geri durun...

***

Şefkat, Allah'ın Dünya'daki halifesi olan insana bir nimetidir.

Bir kimse yeryüzüne halife olma bilinciyle, tüm mahlûkatı şefkâtiyle muhatap alsın. Kendisini üstün bilip karşısındakini hor görerek de, sakın ola enaniyet (bencilce, egoistce düşünmek) yapıp davranışın çirkinine sarılmasın.

-:- İçsel Kavgam -:-

Web Sunucusunda Teknik Bakım Hizmetleri.

Web sunucusunda teknik bakım hizmetleri yapılması nedeniyle,
bir süreliğine Mizrak.Web.Tr sitesine ulaşım sorunları yaşanabilir.

Lütfen Bilginize!

Dünyadan Kaçıp, İmân'ın Kalesine Sığınmak.

Akşamdan beridir, kaçmak fiilindeki anlamı düşünmekteyim; içime dert oldu.

Olmaz yaa diyip duruyorum; nasıl kaçarım ben :)

***

En sonunda bu fiili kullanırken, Dünya'ya sırt çevirmek şeklinde düşünmüş olduğuma kanaat getirdim.

Kalmak fiili, dünyevi hayatın zevk ve lezzetlerine rağbet etmek anlamına gelmekte; böyle bir yaşam tarzında ızdırap vardır.

***

Mesela çok sevdiğiniz eşiniz bir süre sonra yaşlanıp iki büklüm oluveriyor, oysa siz onu genç haliyle sevmiş aşık olmuştunuz.

Şimdi ise yaşlı bir ihtiyar olup çıkmıştır karşınıza.

İşte elem burada başlar; yaşlı bir kadın ile bir ömür geçmez ki :)

Hem geçse bile, sevdiğimiz insanı ölüm vesilesi ile toprağa verdiğimizde, yine bir ayrılık acısı kalbimize çöreklenecektir.

***

Biz de diyoruz ki, Dünya'da kalmayalım ve yüzü güzel görünüp nefse hoş gelen bu aldatmacadan kaçalım (hicret edelim)!

Nereye peki, imân'ın güçlü kalesine elbette ;-)

Akıllı Çocuk,
Kâzım Mızrak

http://mizrak.web.tr/2006/05/ait-olduun-yerde-mi-yayorsun.html

29 Mayıs 2006

Sana güveniyoruz, demişti...

Ait Olduğun Yerde mi Yaşıyorsun?

Akdenizin suyu tuzluydu, Karadeniz ise o kadar da tuzlu sayılmazdı. Demek ki bakmak yetmiyordu bazı zamanlar; insan nasıl olur da tuzlu suyu tuzsuz diye içebilirdi ki.

Saçmalık, diyerek bitiriverdi sözünü. Benim yerim Antartika olmalı, orası buralar gibi acı değildir; ya kalıp ölücem ya da kaçıp yaşayacağım...

-:- Ölüm de Var -:-

Bu yazı, http://hayalheybesi.blogspot.com/2006/05/bir-de-byle-bak.html adresindedir.

28 Mayıs 2006

Öyle bir insanı arıyoruz ki, kendini
âlemde, âlemi de kendinde bilsin...

:o)

Hicret Eyle Çocuğum, Dünü Dünde Bırak!

"Dün Dende Kaldı Cancağazım, Bugün Yeni Sözler Söylemek Lâzım."

Mevlana

Dünü yaşarken ve hatta bir kaç saat öncesini yaşarken, yanlışlar yapmışsındır. Peki ya sonrası! Sen dünü yaşamaya devam mı edeceksin? Nereye kadar bir pişmanlık, nereye kadar bir ısdırap halinde olacaksın?

Bugünler ve yarınlar yaşamına yön vermek için vardır. Geride kalma; Dünya dönüyor, atomlar hareket ediyor, zaman akıp gidiyor. Tefekkürünü evvelden yap ve yoluna devam et; sigaraya kendini vermekle, bir çözüm yolu bulamazsın, kaba sözlere sarılarak kendini ispat edemezsin.

Hatırlarmısın, güz mevsiminde tarlaya buğday saçılır da yaz mevsiminde hasat edilir. Dünü de böyle savurdun toprağa, şimdi de yaşıyorsun; yarını da bugünden emin eller ile toprağa bırak ve her bir işin sonunu Allah'a havale et.

Seni şefkatle sarıp kucaklayan, hoyratca incitip kıran, varlığı da yokluğu da neşeyle hüzünle sana tattıran O'dur. Ve sakın ola sakın, insanları yanlış yapan olarak suç la ma. Sen, bu hataya düşmeyeceksin!

Yanlışlarını yüzüne vurup seni aşağlayan kimseleri bir düşün, o kimseler senin imtahanın için Allah tarafından karşına çıkartılmıştır; onlara karşı öfke duyma, husûmet besleme. Bu halinle zulüm eden olursun ve zulmünün muhatabı da Allah olur, kulu değil...

Şimdi ne ile karşı karşıya olduğunu anladın mı!?

Allah'a emanet olasın...

-:- İllâ Tefekkür -:-

Sonsuzluğun Limitindeki Varlık, Allah!

"allame tabatabai el mizan tevsirine"

Teşekkür ederim, muhterem; bu kaynağı arayacağım, inşallah derdimize çare olur.

Burada dönen muhabetin ardından uzun zaman geçti ve ben Allah denileni anlayamacağım kanaatine vardım. Allah kendisini bizlere öncesi ve sonrası olmayan sonsuz bir kudred olarak tanıtır, işte bu bakış açısı üzerinde kafa yordum. Ben böylesi sonsuz bir kudreti nasıl anlayabilirim ki dedim. Anlayabilmem için, benim insanlıktan çıkamam lazım. İman etmek için, ateist düşüncede olanlar "hadi bize Allah'ı gösterin de inanalım" diyorlar. Allah sonsuzluğun limitindedir. Hani matematik ilminde bir limit dersi vardır ya, işte o limitten bahsediyorum. Allah'ı her idrak ettiğini düşünen bir akıl sahibi, bir adım daha sonsuzluğa yaklaşmak zorunda kalır ki işte bu döngü de sonsuza değin sürüp gider. Anlaşılacağı üzere o akıl sahibi asla ve asla Allah'ı tam olarak anlayamaz, nedeni ise bir yaratılmış olmasıdır, bu nedenle de aklı sonsuzluğa yolculuk edemez ve de Allah'ı insan olma niteliğindeyken göremez. Ben de bu şuûra eriştikten sonra, nefsimin "hadi gör Allah'ı" demesini kulak arkası yapıyor duymuyorum. O sonsuzluğu benim idrak edebilmem mümkün değildir, lakin Allah denilenin kainata olan tecellisini insan olma fıtratımla görebilir ve de anlayabilirim. Çok şükür Allah'ın varlığına dair eskisi kadar bocalamaıyorum, şimdi ki meselem nefsimi yenip ibadetlerimi yerine getirebilmemdir. Bu da çok güç benim için, 27 yılımı beyhude serserilikle geçirmişim, bir abdest alıp da namaz kılması benim için Mekke'ye yürüyerek gitmek gibi bir hal. Ümit ediyorum, zaman içersinde bu sıkıntının da üstesinden gelirim inşallah...

Bahsettiğiniz kaynağı münasip bir vakitte sorup soruştur bulurum diye temenni ederim.

Hakkınızı helal ediniz, kalın sağlıcakla...

Kâzım Mızrak

# Bu yazı, http://www.kerbela.net/forum/viewtopic.php?t=1749 adresindeki bir yorumdur.

Ömer Karaoğlu, Sen Gel Diye Ey Sevgili.



# Videoyu izlemek için, çerçevenin üzerine
fare ile sol tıklayın. Kesintilere mani olmak
için, Videoyu durdurun (Pause) ve download
göstergesi tam dolunca (göstergenin rengi
dosya bilgisayarınıza yüklendikçe sağ tarafa
doğru kararır)
yeniden oynatın (Play).

Bilmiyorlardı!

Bu dâvâ, bütün bir insanlığı hedef alır. Izdırabı nicedir, gülmek eğlenmek murat edilinemez.

Bilmiyorlardı!
Diyebilen bir peygamberin ümmeti olabilmek yamandır; öyle ki şerefine onuruna söz söyleyenlere elini uzatmak durumunda kalacaksın, nefsin seni kinle donatacak. Ama sen öfkeni yenip güleceksin, güleceksin, ve güleceksin...

.:.: Uyarı :.:.

Bir kimse bu sözü söylesin de, duyanın nefsi kışkırmasın ve nefsi kışkırana bir şeytan bulaşmasın. Hâl böyleyken, duyan kimse durmaz yerinde ve bir kötülük düşünür söyleyen hakkında. Biz biliriz böyle olcağını da bilmeyenleri uyaralım deriz...


-:- İllâ Tefekkür -:-

Sabah Ezânı Okunuyor...

Sabah ezânı okunuyor (04:22) burada; kılınmalı mı, kılınmamalı mı? Ne için kılınmalı, ne için kılınmamalı? Niye kılınmalı, bizi zorlayan bir sebep var mı; yoksa kılınması keyfi midir veya kılınmakla beraber bir hâz alınırmıy ki :)

Bu soruların cevaplarını ilerleyen zaman içersinde kendime göre vereceğim, inşallah; tabi ölmez de nefesimiz yeterse..

K. Mızrak

> Kılınsın yaa, zor bişey mi, bak harama ilişmekten de korunursun , esas gaye bu değil belki ama hîkmetlernden birisi de budur, anla artık!

-:- İllâ Tefekkür -:-

Yanlış Yapıyor Olmakla Suçlanamaz İnsan!

Bir insan asla ve asla yanlış yapıyor olmakla suçlanamaz, çünkü o kimse kendisi için en doğru olanı yapıyordur. İşte bu düşünce kişilerin birbirine karşı saygı duyması gerektiği bilincini bizlere kazandırır.

Öyleyse, sen yanlış yapıyorsun demek, esasen benim doğrum budur demek ile aynı mânâya gelir.

Birilerini uyarırken, sen yanlış yapıyorsun demek yerine; açıkca ve doğrudan doğruya kişi kendi doğrularından bahsetmelidir. Eğer menfaate zarar veriyorsa bu durum, ifade kabul görülmez; yok menfaate yarar getiriyorsa kabul görülür.

Böyle bir bakış açısını edinmelli insan, aksi halde depresifleşir acı çeker. O kimse sanır ki yanlış yapmaktadır; yanlış yapan kimse olmakla suçlayarak kendisini öz güvenini yitirir, ve üzüntü duyar doğru olanı yapamıyor olduğu için :(

-:- İllâ Tefekkür -:-

Blog Hakkında Hususî Bir Açıklamadır.

Son zamanlarda bloğu kapatmayı düşünüyordum, diliyordum, istiyordum!

Lâkin akla mantığa sığdırabileceğim bir gerekçe bulamadım. Misyonum benden sonra gelecek olanlara bir miras bırakabilmekti ve bu vesile ile kendimi tanıma anlama konusunda bir mücadele vermekti.

Şimdi çekip gitmek niye olsun?!

Düşün sorgulamalarıma karşı aldığım cevap beni tatmin etmedi, kafamı sağa sola salladım; olmaz dedim, okulu bitiremeyecek olsam dahi burayı ayakta tutabilmek için çaba harcamalıydım...

Kâzım Mızrak

27 Mayıs 2006

Bu Can da Toprak Olur Baba!

Link: Bu Can da Toprak Olur Baba!
Gülümse,
hiç durma;
en acı anında bile
tebessüm et.

Öyle ki seni görenler,
acını kıskansınlar :)

Nedene Sebepsiz'dir, Kâzım Mızrak.

Link: Nedene Sebepsiz'dir, Kâzım Mızrak.

Seni Sevmiyorum Dedim, Sustu ve Gülümsedi :)

Tasarı Geometri'nin sözlükteki anlamı:

Huzur, mutluluk, sevinç, umut, güler yüz, özlem,
mizah, vefâ, özveri, emek, inanç, güven...

- Seni Sevmiyorum Engin,

:o)

***

İnsan bu, su misali, kıvrım kıvrım akar ya;
Bir yanda akan benim, öbür yanda Sakarya.

Su iner yokuşlardan hep basamak basamak;
Benimse alın yazım, yokuşlarda susamak.

Necip Fazıl Kısakürek

26 Mayıs 2006

Acılar, Tüketmekle Biter!

- Kaçarak Oyalanma...

Depremler Oluyor İnsanlığımın Bir Uç Bucağında.

Link: Depremler Oluyor İnsanlığımın Bir Uç Bucağında, Yıkılmıyorum...

İnsana, Taşıyamayacağı Yük Verilmez (miş).

Sırtına taşıyamayacağın yük konulmaz demek ne anlama gelir?

Dertlerimden yakınıyorken, ben bu derdi çekemiyorum, o halde neden bana veriliyor diye üzülüyordum. Öyle ya, madem ki bu yükü kaldıramayacağım, bana da verilmemesi gerekir. Bir de başka bir şekilde düşüneyim dedim. İfadenin şu anlamına ulaştım :)

Eğer sorumluluk almak istiyorsan, isteklerin varsa, taleplerin varsa; bu taşıyabileceğin yükü kaldırmak için de maddi manevi güçlü olman gerekiyor!

Anlaşılacağı üzere, eğer madden ve de manen zayıfsan, amaçlarına ulaşamazsın; güçlü ol ki sana verilecek sorumlulukların altında ezilme. Aksi halde bu sorumlulukları yerine de getiremezsin, altından da kalkamazsın; ısdırap içinde acı çekerek yaşarsın, ta ki arzu ve isteklerini sahip oldukların ölçüsünde talep etmesini öğreninceye kadar...

Demek ki, bize taşıyamayacağımız yükü vermedi diye Allah'a sitemde bulunmayacağız; nihayetine erdiremeyeceğimiz işlere bulaşmayacağız, aklımızın yetmediği sözü söylemeyeceğiz, yerine getiremeyeceğimiz vaadin sahibi olmayacağız, hakkını veremeyeceğimiz bir hayalin peşinde koşmayacağız...

İnsan yokluğunu hissettiği dünyevi nimetleri, neden benim de olmasın diye heves eder; elde edemeyince de üzülür, kederlenir.

İşte bu vaziyet, nefsidir ve kişiyi Düna'ya bağlar. Yokluğa üzülmemeliyiz, ve hatta çaresizlik içersinde üzülmek yerine sebep sonuç ilişkisi ilkesini muhasebe ederek, içinde bulunduğumun acınası duruma kendimizin sebep olduğunu düşünerek, yaşantımızda bir takım değişiklikler yaparak kendimize çeki düzen vermeliyiz.

Eğer okulun bitseydi, ve bir işin olsaydı; bu halde hiç kimseye karşı boynun bükük de kalmazdı. Dediğini yapardın, ya da yapamayacağını da demezdin. Lakin, ne okul bitmiştir; ne de biteceği vardır. Şu halde, içinde bulunduğun durumun sebebi de tabi ki yine Allah'a şükür ki sensin, bir başkası değildir.

Eğer sebep sen değil de, bir başkası olsaydı; senin yokluktan kurtulman da o kimsenin keyfiyetine bağlı olacaktı; ama görüyorsun ki böyle bir çaresizlik içersinde değilsin, yaşamını etkileyecek olan yegane irade senindir!

Eğer bu şuûra erişemiyorsa akıl sahibi, her yanlışa düştüğünde veya her başarısızlık ile karşılaştığında; çevresindeki insanlarda arar hatayı. Böyle bir akıl yürütme yolu çok yanlıştır, zira kişinin özünü eleştirmesine ve dolayısıyla da kendisini tanımasına mani olur.

Taşıyamayacağın yükü sana vermezler, bu sözü iyi düşün!

Meselen, bu sözdeki hîkmeti anlayabilmektir ama isyan etmek değildir. Sabırla bekle, mücadeleni ver; geçmişi hatırladıkça ibret al ve geleceğini imar et ;-)

Allah'a emanet olasın....

25 Mayıs 2006

Web Sunucusundaki Problemler...

Web sunucusundaki problemler nedeniyle,
Mizrak.Web.Tr
sitesine ulaşım sorunları
yaşanmıştır.

25 Mayıs 2006 saat 19:00 itibariyle sunucunun
çalışması normal durumda olarak görünmektedir.

Lütfen Bilginize,
Kâzım Mızrak

23 Mayıs 2006

Vize, Final ve Büt Notlarım.

Link: Vize, Final ve Büt Notlarım.









# Güncelleme: 13 Temmuz 2006 05:27

Yaşamak, Güneş'in Doğuşuna Aşık Olmaktır...

Şimdi doğru yatağa gitmeli ve sabah serinliğinde doğacak Güneş'in güzelliğini seyretmek için erkenden kalkmalı :o)

İşte bu, hayatta olmazsa olmazlarından olsun!

O güzellik, seni yaşama bağlayacaktır; hani diyordun ya, ölmek istiyorum diye. Sebepsiz kalırsan, tabi böyle isyan edersin; bir sebep bul kendine yaşamak adına.

Bir ayin gibi her sabah o anı bekle; Güneş'in doğuşuna adeta aşık ol, bir Mecnun olup benliğini Güneş'te bul.

Şafakla beraber Güneş gibi yeryüzüne doğ, hayat ver dağlara taşlara, karanlıkları aydınlat; öyle ki sen olmasan bütün âlem karanlıklara boğulacak sanki...

-:- Yap Bunu -:-

> Sevgi, buna derler yavrum...

Geleceğe Dair Umut Dolu Bakışlar...

@ Cenk Ünal

...abi, mevsimleri kaçırdığımızı farketmek çok acı oluyor, hem de çook ;-)

Ama nihayetinde tekamül denilen şeyin adı da bu değilmiydi zaten.

***

Biraz daha sabır edelim abi, dayanmalıyız; bizi bekleyen ne güzel günler var daha...

Siz de daha yolun yarısında sayılırsınız, aramızda 10 yaş var, ne ki :o)


-:- Dip Not -:-

Karanlık denizlerde dev fırtınalar ile boğuşurken, bize fener olup acizane ışık tutan insanlara sözüm; teşekkür ederim sizlere, sağolun!

Sizlere öfke duyuyorum, çünkü bi türlü sizin gibi olamıyorum ben; imreniyorum hayata karşı duruşunuza.

Sizleri içten içe kıskanıyorum da; işte öfkem de bundan kaynaklanır.

Hakkınızı helal ediniz...

İnşallah ben de bir gün sizler gibi hayat dolu olurum ve dalgalar arasında kaybolan gemilere güneş olup doğarım :o)

Belki Bir Gün,
Kâzım Mızrak

# Bu yazı, http://mizrak.web.tr/2006/05/g-sonu-gelmez-denilen-ka-bahar-mevsimi.html sayfasına bırakılan bir yorumdur.

22 Mayıs 2006

Sahip Olduklarına Sevinme, Kaybettiklerine Üzülme!

"Haklısın, hayat, her başlangıcın insanı bir sona doğru taşıdığını, çok önceleri öğretti bana."

@ Deepness

...ben de öğrendim, bu sebeple de yeniden başlamaları tavsiye ediyorum kendime.

Lakin yine aynı yoldan giderek değil Deepness, baltayı tekrar tekrar taşa vurmayalım!

Bir yerler de yanlış hesaplar mı yapıyoruz acaba :)

****

Evet her bir bahar eninde sonunda güz mevsimine varıyor.

Günden güne yaşlanıp eskiyoruz, dün gibi yaşanan hangi aşktan haber verebilirsiniz ki bana?!

Çok şükür bunu idrak edebildim şu yaşta; belki çok geç oldu ama asla bitmiş sayılmaz; yenide başlayacağım, sevmeye ve de sevilmelere ;-)

İnadına Yaşamak,
Kâzım Mızrak



-:- Dip Not -:-

Kalpden gönülden Allah diyebilmeyi diliyorum, ve bu sözü utanmadan söylemek söylemek ve söylemek istiyorum.

Hakkımda kim ne derse desin, maddi manevi kaybettiklerime üzüntü duymayacağım; bugün sahip olduklarım dünde zaten yoktu ki!

Bugün de bana ait olmayan, yarın da elbette elimden alınacaktır...

***

Aklım iradem başka bir güzellik bilmiyor, her ne varsa nefsimi cezbeden O'ndan gelip O'na gidiyor.

Biz bir güneşin aynaya vuran yansımasına kapılıp, muhabbet ediyoruz o hayale; oysa kendisi ne denli güzeldir ki, akıl eresi değil.

Sonra güz mevsimi geliyor Deepness, o ayna çatlayıp kırılıyor; biz sanıyoruz ki mahrum kaldığımız esasen güneşin kendisidir!?

Hiç öyle olur mu; tefekkür, tefekkür illâ tefekkür!

***

Nefsimizin bize eşi benzeri olmayan olarak gözterdiklerine ölümüne muhabbet etmeyelim. Fakat öyle bir şuûr ile sevelim ki her yaratılmışı; ne sahip olduğumuza sevinelim, ne de kaybettiğimize üzülelim.

Yan ki Göresin,
Kâzım Mızrak

Bu yazı, http://mizrak.web.tr/2006/05/g-sonu-gelmez-denilen-ka-bahar-mevsimi.html sayfasına bırakılan bir yorumdur.

21 Mayıs 2006

Gözlerini kapat:

Uyuyor olduğunu düşün,
ve bu da bir kabus olsun.

Bekle, bitecek :)

> Sonu gelmez denilen
kaç bahar mevsimi, güz oldu...

- Bilmiyor değilsin!

Yaşanılmışlıklara, Kin Tutmak da Var Tabi...

Öyle Bir İnsanı Arıyoruz ki; Kin Tutmasın Geçmişine ve Kendisini Yaşadıklarına Layık Görsün!

# Mutluluğu haketmediğini düşünen insan,
kendisini mutsuz etmek için elinden geleni yapar.


# Mutsuzluğu haketmediğini düşünen insan,
kendisini mutsuz gördüğü için sürekli isyan eder.

-:- Hayat Dersleri -:-

Sisin Ardında Kalan Gerçek.

Link: Sisin Ardında Kalan Gerçek.

Kültablasındaki Sigaranın Zifti.

Dünden kalan paketimdeki son sigarayı da yakmış bulunuyorum, uykum yok, ama yatmalıyım. Sigaranın kültablasına bıraktığı zifti gördükçe midem kalkıyor, ama bırakamadım bir türlü, dört yıldır içiyorum. Zaman zaman azalttığım, bırakdığım dönemler oldu, fakat yine başladım.

İşin tadını kaçırdığım zamanlar nefes alırken göğsüm daralıyor, bi yumruk hissediyorum ciğerlerimde :o(

Bir gün bu illetten de kurtulurum ya hayırlısıyla...

***

Umut demiştim ya, benim hayattan umudum yoktur, hem zaten yazılarımdan da anlaşılıyordur bu, bir ümit Allah diyorum, O'na da pek inanmıyorum ya, belki diyorum vardır, varmış gibi yapıyorum, O'nu düşünüyorum :(

Günlerim zaman geçsin de sabah akşama varsın diye akıp gidiyor, şunun şurasında 58-27=31 sene kalmış nasıl olsa :o)

Neden mi 58, orası da benim özelim, ısrar edip üstüme gelmeyin sonra küserim bakın :)

Düşü(nü)yorum,
Kâzım Mızrak

> Say ki, kanser olmuşsun
ve 31 sene ömrün kalmış.
Yalnızca kendini mutlu
etmek için yaşa, ölünceye
kadar. Seni yanlışta olmakla
suçlayanlara gülümse, öleceğini
bilmiyorlar ki onlar ;o)
Deniliyor ki sana, umut ol gardaş. Umut ol, umut!

> Bu sözü bana söyleyen, ne olduğumu düşünüyor?

- Damla damla gözyaşı :o)
Sen yaşıyorken ben ölüyorum,
ve sen de ölmek istiyorsun.
Oysa ben
senin yerinde olmayı dilemiştim.

> Affet beni, bekliyorum, çaresizce gibi :(

-:- İçsel Kavgam -:-

- İpin koptuğu yere kadar, yaşarım!

20 Mayıs 2006

Yaşadığını sanıyorsun yavrum,
peki neye göre? Hadi susma,
konuş! Seni kim duyacak?!

> Say ki öldün ve yaşamıyorsun,
mezar taşında ismin de yazmıyor...

Dönüşü Olmaz,
Kâzım Mızrak

Melankolik Bir İnsan Olarak Görülmemize, Cevaptır!

@ Tahin

Bu sınav takvimini buraya asmış olmakla, sizleri sınavlarımın başarılı geçeceği konusunda bir beklenti içersine düşürmek istemiyorum.

Derslerim iyi değildir; esasında ben iyi olmadığım için derslerim iyi değildir :)

Bu durumu ifade ediyorken ,asla bir yakınma veya şikayetci olma durumu yoktur; önemle dikkatinizi çekiyorum!

Ben neysem oyum, ve acılarımı da sevinçlerim de yazarım bloğuma.

Eğer durumum iyi değilse, gelip burada birileri mutlu olsunlar diye madden veya manen durumu iyi olan bir insan profili çizmem.

Eğer böyle olursa, ortaya koyduğum hayali insan sevilen ya da sayılan bir şahsiyet olur, ben değil.

İnsanlardan sevgi ve ilgi beklediğim doğrudur; ama bu sebeple de başarısızlıklarımı, sıkıntılarımı dile getirerek ilgi alaka beklediğim düşüncesi yanlıştır.

Kimileri sağda solda yalnız ve başarısız insanların ilgi arayışlarında, kendilerini acındırdıklarından bahsetmişler.

Böyle bir psikoloji literatürde mevcuttur; kişi bu psikolojiyi bilerek ve isteyerek profesyönelce mi bürünmektedir, yoksa gayri ihtiyari olarak iç güdüsel olarak mı bu hale düşmektedir?! Üzerinde durmak lazım...

Çoğu yazımda, sıkıntılarımı dile getirmişimdir; elbette dertlerime sıkıntılarıma ortak olabileceğini düşündüğüm insanlara ulaşma gayem, isteğim, özlemim oldu. Ama bu duyguların yanında sıradan br insan gibi olarak kendimi ifade edebilmek de vardı...

Bir insan olarak tabi ki hayallerimi, özlemlerimi, fikirlerimi, düşüncelerimi paylaşmak istedim bloğumda. Lakin birileri çıkıp, suçlarcasına sen kendini acındırarak ilgi ve alaka arıyorsun demeleri beni bi ölçüde ürküttü.

Zira sanki, insanların duyguları ile oynuyormuşum gibi hissettmeme sebep oldu bu okuduklarım :(

Oysa bloğumda ne sıkıntım varsa dile getiriyorum, kendimi kendimle paylaşıyor ve yine kendimi yaşıyorum. Bir amacımız da nefsimizi anlayabilime konusunda bir mücadele vermektir; duygularını suistimal ettiğimi düşünmüyorum hiç kimsenin ya da böyle bir durum varsa da ben buna inanmak istemiyorum...

Ben bir insanım; öfkelenirim, severim, kızarım, özlerim, gülerim, ağlarım, somurturum...

Çıkıp kendini acındırıyorsun diye laf çarpıştırmanın alemi yok; her kimse kendisi gibi görmesin tüm insanları; kimileri bizim gibi zayıf ve çaresizdirler, ısdıraplarını paylaşırlar ve bu paylaşım onları mutlu eder yaşama bağlar.

Hayatta güçlü olabilenlere sözüm yok, onlara sadece imrenerek bakıyorum ama asla kendimden vazgeçmeyi düşünmeden...

Nihayetinde!

Finallerin ardından buraya düşük olan acınası notlarımı yazdığımda şaşırıp üzülmeyin. Ben kendimi her türlü seviyorum; okullardan atılsam da, hayata tutunamasam da, derslerim zayıf olsa da, nankörlükle suçlansam da, zayıf olmakla eleştirilsem de, melankolik bir insan olarak görülsem de...

Allah yâr ve yardımcımız olsun, bilmukabele...

- İçsel Kavgam -


.:.: Dip Not :.:.

Bu yazı,
http://mizrak.web.tr/2006/05/final-ve-bt-program.html adresine bıraktığım bir yorumdur.

Dünyanın Âdiliği Üzerine...

Paoul Coelho "Şeytan ve Genç Kadın" isimli kitabında hedef belirlemenin ne denli önemli olduğunu bir hikayesiyle anlatır. Bu kitabı 2002 yılında Gaziantep'de okumuş olduğumu hatırlıyorum, keyif alarak okuduğum kitaplar arasındaydı "Şeytan ve Genç Kadın".

Kadınlar nefsi olarak aldanmaya ve de kendilerini kandırmaya o kadar yatkınlardır ki mitolojide bir şeytan olarak tasvir edile gelmişlerdir; lakin bu kitap öyle kadınları eleştirip onların zayıflığını ön plana çıkaran bir kitap değil.

Romanın kahramanı Chantal kötülüğe karşı bir mücadele veriyor ve pek tabi esasen kötülük yüreğinin derinliklerindeki benlik'tir; Chantal kendisine ve de nefsine karşı bir vicdan savaşımı veriyor; iyi ve kötü tek bir beden olarak görünür halde aslında Chantal'dır...

Hayata dair bir çok ders çıkarabileceğimiz bu kitap, okunmasını tavsiye edebileceğim bir eser. Yıllar ardından bu kitabı yeniden okuyarak, o günkü olgunluğum ile bugün gelmiş olduğum kalite arasında kıyaslamalar yapmayı diliyorum. Bakalım ne denli mesafe katedebilmişiz; belki de ilerlemek yerine geriledik de bizim haberimiz yoktur...

Kitaplar benim için maddesel dünyadan uzaklaşma aracı gibidir. Okumaya daldığım zamanlar kahraman gibi düşünmeye, onun gibi yaşama dair hesaplar yapmaya başlıyorum. İşte bu durum, hayatı farklı farklı bakış açıları ile değerlendirebilmemi sağlayan faktörler arasında.

Hedef diyerek konuya girmiştim! Bugünlerde üzerinde düşündüğüm konu; beni esas hedeften saptıran çevresel faktörlere karşı (veya içsel de olabilir), bir dizi önlem almam gerektiğine dair...

Belki bu uğurda istenmeyen bir insan olacağım, nankörlük ile suçlanacağım, kötü kalpli bir kimse olmakla yargılanacağım. İnsanların hayata karşı bakış açılarından sebeple ortaya koydukları paradigmalara (bakış açıları) bağlı olan böylesi olumsuz düşün çıkarımlarına eyvallah diyor gülüp geçiyorum.

Geçmiş zamanda çevremdeki insanların hakkımdaki düşüncelerine fazlasıyla değer verirdim, olumsuz düşünceler ifade edildiğinde üzülerek kendimi suçlardım; bu sayede çok şükür ki, özgüveni olmayan zayıf ve başarısız bir karakter yetiştirdim yüreğimde :)

Bundan böyle bu tür safsataları kulak arkası ediyor ve duymuyorum, siz de öyle yapın; kendinizi yaşayın. Çevrenizdeki insanlar ile hesaplarınız bir gitmiyor ise efendi efendi dürüstçe tavrınızı ortaya koyun, ve bu kadar diyebilin!

Hedefleri ortak olmayan insanlar ancak ve ancak birbirlerine zarar verirler, diyorum. Bu konuda sizler de kendi muhasebenizi yapın, sen niye böylesin demek yerine bende de şu noksanlıklar var diyebilme iradesinde bulunabilin...

Ya da dertten ve de fenâlıktan müzdarip her kimse, öyle bir akıl yürütme metodu kullansın ki; ne kendisinde bir noksanlık bulsun ne de karşısındaki kimsede! Desin ki, âdi dünya yine yapacağını yaptın...

19 Mayıs 2006

Evrenin Neresindeyiz?

Link: Evrenin Neresindeyiz?Aşağıdaki linke sol tıklayın, yeni bir sayfa açılacaktır. Bilgisayarınızda Java yüklü durumdaysa animasyon oynamaya başlar. Icrease veya Decrease diyerek de filmi kendiniz yönetebilirsiniz. 10. milyon ışık yılı uzaklıktan, Dünya gezegenine doğru bir seyahat yapacaksınız. Kimileriniz ne ile karşı karşıya olduklarını idrak edemeyecekler ilk başta :)

.:.: Link :.:.

http://micro.magnet.fsu.edu/primer/java/
scienceopticsu/powersof10/index.html

18 Mayıs 2006

Nehir, Dile Gelince...

Link: Nehir Dile Gelince...Bir nehir görmüş ol, ve o nehirde hayat bul, güzelliğine vurul. Sonra sana nimet olan akıl ile düşün, ve de ki bu nehir nerden gelir nereye gider!? Bu akıl ile nehrin geldiği yana yola koyul da bir sebep ara. Nehir kendinden mi güzeldir, yoksa ona bu güzelliği bir bahşeden mi vardır?

Nehir boyunca yürürken, çayları dereleri bulacaksın... Topraktan yarılıp çaylara hayat veren suyu bulacaksın... Suyu toprağa indiren bulutlara çevireceksin başını sonra. Ve çok sonra bulutlara suyu veren denizlere varacak yolun...

Sen geldiğin yerde de durmayacak ve anlamak için sormaya sorgulamaya devam edeceksin. Denize dökülen nehrin başına geldiğinde, nehir dile gelecek ve sana şöyle diyecek: Aşka meftûn gönül, sende olanı mı ararsın?!

Düşün ki, Bir Kış Mevsimine Layık Görüldün...

Mesela Dünya'da yaşıyorsun, hayat öyle zor ve ısdıraplı geliyor ki, sen bu diyardan gitmek istiyorsun. Fakat gideceğin başka da yer yoktur. Oyun bozanlık yapıp kendini öldürebilirsin, bu şekilde Dünya'dan da kurtulmuş olursun...

Link: Final Sınavları ProgramıHer bir sıkıntı karşısında bu kadar kolay çekip gitmek marifet değildir, durup beklemeli insan. Söz gelimi Ramazan ayı gelip çattığında oruç tutuyorsun. Akşam ezânı okunmadan, yemeye içmeye ve nefsi eğlencelere paydos diyorsun; bu hâlde nefsine zor gelenden nasıl kaçmıyor da onunla bir mücadele veriyorsun, işte öyle de sabır edip yaşamındaki sıkıntılara gülüp geçmelisin ve beklemelisin seni hoşnut edecek haberleri.

Bahar mevsimi bir ayrı güzeldir, doğa tüm şevki ile güzel yüzünü gösterir. Bu mevsime ermek için bir kış mevsimi kapına gelmiştir de sen çaresizlik içersinde gelecek olan güzel günleri düşünerek beklersin. Ama demezsin ki, ey kış git artık, derdin bana yetti, artık bahar gelsin!

Allah, kâinatı bir sistem üzerine kurmuştur, bu sistem sana er ya da geç iyi ve güzel olanı yaşatacaktır. Kalkıp deme ki; ben kış mevsimini yaşanıyorken, sen güneşinle beraber buralara mutluluk getirmemekte diretirsin, madem ki gelmezsin ben de buradan gidiyorum senin olmadığın bir yere...

Bu düşünce tarzı hem menfidir, hem de nefsin tekamülüne manidir.

Düşün ki, sınavların gelip çatmış; sıkıntılı ve dertlisin, ders çalışıyorken ısdırap duyuyor ve isyan ediyorsun. İşte bu dönem senin kış mevsimindir, baharı beklemelisin ki o gün ardına bakıp pişmanlık duymadan gülebilesin. Kış mevsiminin de bir hakkı vardır, o mevsim gelip geçecek ki, sen bahar mevsimine eriştiğinde yaşamış olduğum çileyi düşünerek Rabbine şükredeceksin.

Hîkmet! Görüyorsun ya, bir hîkmet deryasında yaşıyorsun; sebepsiz yere nasıl bir yaprak yere düşmezse senin için de yaşamındaki her bir olup bitenin hesabı yapılmaktadır, sanma ki unutuldun ve bir kenara bırakıldın...

İnsan! Hakkında yapılan bir hesap vardır; ne dün'de yalnızdın, ne de bugün'de yalnızsın, ve yarın'a da yalnız olarak çıkmayacaksın. Hâl böyleyken niyetine sadık kalasın, sıkıntılarından yakınarak yaratana küsüp sırt çevirmeyesin.

İşte Dünya'da öyledir ki, sabrının ve inancını sınandığı kış mevsiminde; asırlık bir ağaç gibi olduğun yerde kalıp hiç bir yere gitmeyecek ve yağmur bulutlarını kovalayan baharı inatla bekleyeceksin.

Toprağın bir damla suya muhtaç kalmış bağrı, yarılıp köklerini kör bir bıçak gibi kesmeye durduğunda; sen baharı şu sözler ile anacaksın: Ey bahar, sen ki güneşinle güzelsin; an gelir bir gün güneşin de söner ya!

Sorma Neden,

Kâzım Mızrak

Final ve Büt Programı.

Link: Final Sınavları Programı







# Güncelleme: 13 Temmuz 2006 05:28

Öfke, Üzüntü, Huzur...

Öfke nedir diye düşünüyordum; sinirlenmek, kızmak, bağırmak, huysuzlanmak, sorun çıkarmak, problem olmak...

Üzüntü varsa öfke de oluyor. Ama her öfkenin olduğu yerde bir üzüntü de var mıdır ki? Bence evet, vardır.

İşte öfkelenmemek için de, üzüntüye sebep olabilecek etmenlerin ortadan kaldırılması gerekmekte. Ya da üzüntüye sebebiyet vermemek adına hayata olan bakış açımızda bir takım oynalamalar yapmalıyız; böyle bir durumda üzüntü meydana gelemeyeceği için de öfke ortaya çıkmayacaktır.

Her bir mutluluğun fânî olduğunu düşünmek ve bunu idrak etmekle insan huzura doğru bir adım atmış sayılabilir.

Öyle ya, Dünya denilen ve her yaşayanın ölüm ile tanışacağı bir mekanda yaşıyoruz...

Ya sabr!

- Hayat Dersleri -

Direksiyon Başında, İnsana Bi Haller Oluyor...

Bugünlerde arabayı bir başka kullanıyorum, sanki ben ayrı yere gidiyorum araba ayrı yere gidiyor. Canımdan olmayı değil de, kazara bir can yakarım diye düşünür korkarım...

> Senden ayrı değildir araba ve dahi bütün dünya!
> Kazanın muhatabı ben olayım, yeter ki hiç kimsenin kılına bile zarar gelmesin...
"Sensizken Âlem Kine Boyandı, Toz Duman Oldu Sineler...
Her Söz Gitti Yalana Dayandı, Saklı Kaldı Gerçekler..."

Mustafa Cihat - Tut Elimizden.Mp3

17 Mayıs 2006

Ailemi Çoook Severim Ben...

Şimdi annem yanıma geldi, sözü şu: Üşümüyor musun, pencere acık, cereyan yapıyor! Tabi o bu cümleyi, bizim köyün eşşiz yorumu ile söylüyordu. Ben üzerinde oynamalar yaptım :)

Şimdi annecim, ben üşüyorum diyelim, ne olacak? . Ya da üşümüyorum! Yani üşüyüp üşümediğimi sana mı sorup haber olacağım, ben üşüyüp üşümediğimi anlayabilecek akıllı değil miyim; belki üşümek için açtım pencereyi; peki hava gelsin de uykum ayılsın diye açmış olamaz mıyım?!!!

Babannem bizde bu aralar! Onunda bir yemek yedirme takıntısı vardır. Teyzemin oğluna ayrı kaynıyor, bana ayrı kaynıyor! Açmısın oğlanım, ne yedin, insan olnla doyar mı, yok efendim şunu ye, bunu da ye, zayıflamışsın, patates de kızartıyım, salata da yapalım. Bir Çin işkencesi gibi...

Olayı şakayla karışık anlatıyorum, ama babannemle artık bu tarz konularda cevapsız kalıyor ve susuyorum, o kendi kendine konuşuyor; benim gerizekalı olduğumu düşünüyor olmalı zavallı; aç olup olmadığımı idrak edemiyorum ya!?

İşte efendim, benim ailem çocuklarının üzerine böyle düşüyor, ama ben bu halden hiç mi hiç mutlu değilim :(

Arkadaşlarım yapsa bu lüzumsuzluğu, üçdü beşdi tepkimi ortaya koyarım, baktım olmuyor muhatap olmam onlarla; ama bu insanlar ile hergün beraberim, yüz yüzeyim, ve yıllardır söylerim, ya böyle yapmayın diye. Bir de "siz okumuşsunuz, onlar cahildir bilmiyorlarsa öğretin" derler. BAbannemden umudumu kestim artık, yaş 70 iş bitmiş hesabı :) Annem derseniz babannemin makam koltuğuna talip gibi görünüyor, babamda bir üniversite buırakıp ikincisini sallama emareeri göstermemle beraber bir takım beyin gelişme belirtileri göstermekte; artık eskisi gibi bana bulaşmıyor, yüzünü ekşitip, bana hayat hikayelerini anlatmaya kalmıyor.

Mazeretlerim olduğunda babamdan ihtiyaç talep ederdim eskidelerde, bu insan da şu sözü söylemeyi kendisini memur atamış olsa gerekti; kıza oyna demişler, yerim dar demiş, yer vermişler bu seferde yenim dar demiş...

Ben bu sözü aklım erginliğe ulaşmış olmakla beraber duymaya başlamıştım, ve babam bu sözü her söylediğinde onun beni bir dansöz yerine koymasına midem bulanırdı; kızgınlığımdan şu dünyayı kafasında parçalama hayalleri kurardım. Ama hayır, bi halt yiyemezdim; neticei itibariyle trafoları yaktık, yedek parça bulamadım, ve ben kırıtmak yerine hep yenim dar babacım demeyi uygun buldum.

Şimdilerde bu sözü ağzıan almıyor, demek ki bu adamda da bir akıl varmış; ben de Alllah'ı suçluyordum, unutdu mu ne diye...

İki gece önce bir misafirimiz vardı, babannem akşamdan makarna yapmıştı. Bizimkiler gece geliyorlar ve babam kapıdan içeri giriyor (eve); mutfakta makarna olduğunu görüyor, ortaya şu sözü söylüyor, evin gelini makarna yapmış...

Ben ne bir kızım, ne de bir gelin olabilirim; bu zavallı beyinsiz baba; oğlunun bir delikanlı olduğunu sürekli unutup, kendince espirileriyle şirinlikler yaptığını sanıyor. Bense yaşım icabı bir duvar gibi sert ve soğuğum. Adamın yaşı 50 olmuş, bizi hala kundakdaki bir bebek sanıyor.

Bir yanlış varsa, babam olsa yazarım arkadaş; benim babam böyle, ben de dünyaya bir odun olarak gelmişim ve görünen o ki bir odun olarak da gideceğim...

Şikayetim var mı, yok! Yıllar yılı şikayet ettik de noldu, millet akıllı biz deli olduk...

İçsel Kavgam,
Kâzım Mızrak

- Ben çıkıyorum, derse geç kalacam yoksa :)

Aşkı Eşşekler Gibi Değil, Bir İnsan Gibi Yaşa!

"...boşunamı demişler fransızlar "aşk eşeğe bile dans ettirir " diye."

@ Suveyda

Çok şükür biz de Dünya'da yaşıyoruz da Fransız milletini tanıyoruz. Sizi duyan da aşkı en aziz yaşayan millet Fransızlar sanır.

O eşşek nasıl bir aşka kalbinde yer vermiştir de dans etmektedir, aklınıza bir sorun lütfen.

***

Böyle lakırdı olsun diye söz söyleyip, bu millete atasözü diye yutturmayın (sözüm size değildir)!

Bana dokunmayan yılan bin yaşasınvari, sözlerle bir miletin aklı yıkanıyor hiç kimsenin gıkı çıkmıyor.

***

Kula dahi ölçülü yaşanması gereken bir sevgiden bahsediyoruz. İnsanın insana karşı, Hakk'ı unutturacak derecede sevgi beslemesi dahi münasip değildir.

Kalbinde sevdiğine karşı tapacak kadar bir aşk besleyen kimse, sevdiği insanı bir Tanrı hükmünde görme hatasına düşebilir; diye endişe duyulur.

Allah'ın itaat edip, yasaklarından kaçınan bir kimse, sevdiği insana da bu cihetle kul olursa burada yanlış var demektir.

Demek ki, ilmihal bilgisine göre; meşru dairede sevgi ve aşk yaşanmalıdır diyoruz.

***

Fransızları görüyoruz; birer eşşek olup nasıl ortalık yerde hayvanlar gibi dans ettiklerini!

Bu mudur kutsal aşk, miletin gözü önünde alenen sarmaş dolaş aşkı ifşa etmek mi gerekir illa, bu işin bir edebi yok mudur :-/

Bırakın da aşkı insanlar yaşasın Adem gibi, aşık olunan Allah olsun ve hatta kul bile olmasın!

***

Sözümüzün arkasındayız efendim, yine mesafeyi koruduk da yazımızı çirkinleştirmedik.

Siz o sözü yazıyorken belki bunları düşünmemekteydiniz, biz düşündük ve buraya da yazdık.

Müsadenizle...

Kâzım Mızrak

Bu yazı, http://balbocegi.blogspot.com/2006/05/seven-insan-neylesin.html adresine bırakılan bir yorumdur.

16 Mayıs 2006

Kimsenin Sesi Çıkmayacak...

Hayata Bir Karşı Duruştur, Bizimkisi?!

- Sonuna Kadar -
Olduğun gibi kabullenebilmen adına, olduğu gibi kabullen insanları...

- Yaşama Ustası -

Direniş...

Link: Direniş

15 Mayıs 2006

İbâdet Kavramına Açıklık Getirilmesi.

...bloğu takip etmeyenler için açıklama:

aşk-ı muhabbet, kavram olarak muhabbete duyulan aşk anlamına gelir. muhabbet de faniye karşı değil yaratana karşıdır.

muhabbete aşığız biz; hemdem olmaya aşığız; yanıp bitmeye, kül olup her bir âleme savrulmaya aşığız...

aşk-ı muhabbet efrâdı bilir. aşk ulaşılamayana duyulan bir arzu ve istekdir. dünyada kula duyulan bir aşk olsun ki hiç bitmesin!?

yoktur öyle bir aşk!

biz bu münazarayı bitirdik, bloğumuzda bu konu ile ilgil bir çok düşün muhasebesi yapmışızdır; merak eden bulur okur.

nihayetinde, Allah denilen öyle asla ve asla aranıp bulunabilinecek ya da erişebilinecek bir varlık değildir!

kalp öyle bir tava gelmiştir ki, bu sözü duyup da irkilmesin!!

Allah denilen sonsuzluk bulunup, anlaşılabilecek değildir; o hangi akıl ile anlaşılabilecektir ki?!

işte Allah aşkı da burada başlar.

la ilâhe illallah; sadece ve sadece Allah denilen vardır!

Allah'ı tapılacak bir varlık olarak algılamaktan vazgeçin, o ibâdetimize ihtiyaç duymaz.

ibâdet bizler içindir.

insan rûhunun evrensel yasalar karşısında tekamül göstererek mesafe katedebilmesi, ibâdet mekanizmasının layıkı ile çalıştırabilmesine bağlıdır.

neyi diliyorsanız o hâl üzere yaşayın, yeter ki bize bu yolda mani durmayın...

# Bu yazı, http://mizrak.web.tr/2006/05/kzm-mzrak-ak-muhabbet.html adresine bırakılmış bir yorumdur.

Kâzım Mızrak, Aşk-ı Muhabbet!



















Bir ara bloğumudaki resmi kaldırmıştım, sonra yeniden yerleştirdim. Dedik ki şeklimiz ön plana çıkmasın, fikir ve düşüncelerimiz ön plana çıksın. Sonra kimdir bu bloğun sahibi diye sual ettim kendime. Benim kardeşim benim diye durdum, ayağa doğrularak!!!

Biz buyuz efendi! Bir memnuniyetsizliğin varsa bulaşma, uzak dur; reklam olsun diye mi yazıyoruz sanıyorsun, illa ki hayata karşı bir duruştur bu emek! İster şuna inan, ister buna inan; biz doğru bildiğimiz sözü söyledik...
İnadına yaşamak var yavrum, inadına yaşamak!

Neden'e Sebepsiz,
Kâzım Mızrak

Yaşamak!

Link: Yaşamak

14 Mayıs 2006

Tiksinti

Bizleri insan gibi yaşamaktan alıkoyan nedir, bir sarhoş gibiyiz; ne kendimizi biliyoruz, ne de karşımızdakini :(

Yaşlı insanları düşünüyorum, yetmişi sekseni bulanları. Acaba hayattan çıkardıkları ders ne ki, yalnızca bir cevap istiyorum, yalnızca bir cevap! Hayvanlar gibi yemek içmek midir hayatın anlamı?! Birileri zevk-ü sefa sürerken, birileri de kan revan içinde ağlıyorlar :(

Ben hangi taraftayım? Bu soruyu kendime soruyorum ve sızlanıp şekayetci olanlar tarafında görüyorum kendimi. Hayatta keyif peşinde koşanları kıskanıyorum, onların bu halde olmalarını çekemiyorum galiba :(

Sonra ölüm var diye düşünmeye başlıyorum ve neyi kıskandığımı sorguluyorum; her bir eylem boş görünüyor o zaman. Ölüm gerçek mi, yoksa sahtecikten mi diye soruyorum; kendimi avutarak zevk peşinde koşanlar tarafında olmaya mazeretler arıyorum. Ama hayır, ölüm tam karşımda duruyor, onu görebiliyorum :(

Nihayetinde, bu dünyada aklıma gelebilecek her türlü pisliğe bulanıp zevkin üstüne tadılmaz zevkler inşa etsem de; bir an gelip her bir vazgeçilmezden kopup gideceğim.

Ettiklerim yanıma kâr mı kalacak ki; kalmasındı mı, bu muydu hayatın anlamı? Her türlü naneyi yedikten sonra, mutlu bir ölüm mü bulsundu beni?!

Bir haber çıka gelir, ve hepatit olduğumu öğrenirim; sigara dumanından çürümüş ciğerlerimin röntgenini gösterir doktor bana; kanser olduğum söylenir veya bir trafik kazasında bacaklarımı belime kadar kaybederim; düşerim yürürken kolumu kırarım; makineye kaptırırım elimi; kör olurum; sağır olurum...

O gün ne olacak peki?

Hayatın anlamı benim için ne olacak?!!!!

Zaman zaman kendimden utanıyorum, nefsim beni alıp götürüyor karanlık odalara; kendimi bütün dünyanın pisliklerine bulaşmış bir çamur gibi hissediyorum. O vakit tiksinti duyuyorum insanlığıma ve beni bu hale getiren insanlığa :(

İstanbul'da 24 Saat,
Kâzım Mızrak

13 Mayıs 2006

Web Sunucusunda Yaşanan Problemler...

Web Sunucusunda bir takım sorunlar yaşanıyor, bu sebeple Mizrak.Web.Tr'ye ulaşma sıkıntısı var. Buraya not düşelim de, konu hakkında misafirlerimizin bilgisi olsun...

11 Mayıs 2006

Tekamül Denilenin Anlaşılması...

Sabaha çıkamayacakmışım gibi bir his var kalbimde. Sabah olmasın diyemi murat edinmişim, yoksa sabahım olmasın diye mi! Ben b şıkkı diyorum :)

> Sana neyi öğretmiştik, hatırla; tarlayı sürmeden, çapalamadan, sulamadan mahsül alamazsın! Sen şimdi kainatın tüm yasalarına karşı geliyorsun, ve yıllar yılı yapmış olduğun yanlışları yineliyorsun. Nedendir Dostum bu halin, ikinci, üçüncü... Her bir imtahan senin için bir irkilmeye, bir uyanışa vesile olsun diye karşına çıkarılır. Kainatta, hesabı yapılmadan kımıldayan tek bir kum tanesi bile yoktur. Kalbini tamamen boşalt; dünyevi anlamdaki sevgilerden, öfkelerden, nefretlerden arın; aşk-ı muhabbet yolunda her nevi duygu sana yük olur. Dönüp arkaya bakmayacağını söylemiştik sana, yanlışlarını düzeltemezsin; sen sıfıra oynadın ve kendini tükettin; bitirdin. Lakin, zirveye çıktığın gün, bunu da sakın kendinden bilip enaniyet yapma; o güne nasıl eriştiğini düşün. Bugün maddi manevi bittiğini tükendiğini görenler; seni yarın kudretli gördüklerinde yalancılıkla suçlarlar. O gün, seni kudretli bilip yanına varacak olanlara şefkat göstereceksin; aman ha sakın kalp kırıp yürek incitme. Bugün sana uzak olanlar, senin buyruğunla ve de senin kendi mazeretlerine bağlı olan sebepler yüzünden yanından uzaklaşmış kimselerdi. Ve dahi, Rabbin böyle irade etti; sen de bu iradeyi sabırla karşıla; karşına duran her kim olursa olsun ona, nefsini güldürmek adına sakın kötü sözler ile misafir etme; ve de sen öyle bir enaniyet ile kapı çalan olma. Elbette kalbi ayrı, dili ayrı olanlardan da olma; hani derdin vardır da iyi olduğunu söylersin soranlara; lakin, senin iyi olmamandan zarar edecek kimselere asla kötü olmadığını söyleme. Ezilmek, büzülmek, utandırılmak, yük olmak, şikayet edilen olmak pahasına konuş; ve düşkünlüğünü anlat. Suçlanmak seni üzmesin, bu öyle bir güzelliktir ki hakk eden vicdanen suçlansın ki çektiği ızdırap ile yansın, tavlansın ve pişsin. Peki ya suçlayanlar, onlara merhamet etmek sana düşmekte; hiç dertsiz insan suçlar mı, hiç sıkıntısı olmayan insan off der mi, hiç bitap ve yorgun düşmüş olan sana sırtını döner mi!? Kâzım, ayağa kalk ve umut ol kâinata, şefkat ol, sabır ol! Eğer merhamet etmeye kadir değilsen, en çaresizi bir sus ol! Öleceksen de ağlamadan öl, yaşayacaksan da ağlamadan yaşa. Sendeki bu idrak ile; gerek sözün ve gerekse davranışlarınla kalp kırmana, yürek incitmene, gönül yormana can yakmana izin yoktur... Ve asla da sen, aferin delisi olup; takdir edildiğinde yüzü gülen olmayacaksın; hele bu edepsizliğe hiç mi hiç izin yoktur! Sen ki bu bilince erişmişsin, nasıl olur da Rabbinin nimetini kendinden bilir de; o teşekkürü sahiplenirsin?! Sakın gülme, takdir edildiğin için sakın mutlu olma; alkışlandığın için sakın sevinme! Ve en önemlisi Dost'um, uyanık ol, hem de çook uyanık ol: Sevdiğin insanların kalbi ile aklı arasına giren şeytandır senin düşmanın; sana yanlış yapıp seni üzenleri asla kınama, onları sana karşı kışkırtıp yanlış yaptıran bir şeytan var ki; sen o şeytanı karşında ki insan suretinde görürsün de yapılan yanlışları sevdiklerine mâl edersin. Sen şimdi uyu, sabah olacaktır; sabah olunca, yapmakta sabit olduğun hataları yapmaya devap et; yine Kâzım ol yani; çevrende seni görüp uyaranlara sükûnetle selamlarını al; tartışma, ispatlamak durumunda olduğun hiç bir meziyetin yoktur; sana bu aklı, bu vücudu, ve her türlü nimeti yanına getiren Rabbindir; ondan sakın, ondan dilen; ve asla onun sahip olduğu insanlara da yüz çevirme, onları hor görüp incitme. Bilmiyor olabilirler, anlamıyor olabililer; sen biliyorsun, sen anlıyorsun ki Rabbin öyle irade etmiştir! Bu saatten sonra, sanma ki bütün acıların dinecektir; sen bu raddeye gelmişken; emin ol daha elemli acı ve çileler ile tanışacaksın ki, böylelikle tekamül sürecinde bir üst merdivene adım atmış olduğunun farkına varacaksın. Ya nasip, ya kısmet; sabah ola hayrola...

Ya sabr!

10 Mayıs 2006

Benim Hâlâ Umudum Var...

Resim: Benim Hala Umudum Var...

Düşünce Suçlusu Olabilmek...

Haberin arşivden çıkarılıp yayınlandığını düşündüm biran, gazetenin sayfasına da baktım; sıcak haber :-/

***

Mehmed Şevket Eygi'yi tanıyan bilen birisi değilim ben; lakin şu yüzyılda topluma ışık tutan alimlerin bu şekilde itibar görmesi üzülmekten ziyade bir çöküntüye vesiledir.

Üzülmek bir müddet sürer, peki ya sonrası; unutuş!

İşte bu sürecin yaşanmaması için bayrağı birilerinin teslim alması gerekmektedir.

***

Hakim beyi satılık olmakla suçlamak niyetinde değilim; lakin bir şikayet varsa, kanunlar karşısında onun da eli kolu bağlıdır.

Bu durumda bizim üzerinde duracağımız esas mevzu, düşünen insanları mahkemelere şikayet edenlerin kimler olduğudur?!

Bu toplumun kültürünü muhafaza etmek için mücadele verenleri susturmaya yeltenenler kimler acaba?!

O insanlar, akıl ve düşünce metotlarını kullanarak mücadele etmek yerine, böyle zorbalıklara başvurmayı bir çözüm olarak mı görmektelerdir!?

***

Hiç bir magazin habercisinin, gençlere ve çocuklara kötü örnek oluyor diye yargılanıp hapise atıldığını duymadım da görmedim de!? Peki toplumun ahlak yapısını dinamitleyen bu gerzekler pek mi masumdurlar?!

Tabi, televizyon ve gazetelerin para kazanmaları için; toplumun töre ve kültürünün dejenerasyonu için özgür basın! Avrupaileşmek için özgür basın! Başörtüsüne saldırmak için özgür basın! Osmanlıyı lekelemek ve ecdada küfretmek için özgür basın!

Ama iş muhafazar basına gelince, doğru yargıya?! Bu insanlar hangi masuma bir söz söylemişlerdir; hangi edebinde olanı yoldan çıkarmaya yeltenmişleridr?!...

***

Bu tarz düşünceye saygısızlık ifade eden mahkeme kararlarını kınıyorum.

Eğer bu yapılan doğruysa; Gazi Mustafa Kemal'in düşünce suçunu hangi mahkeme verecek peki; o insan da bir düşünce suçlusudur; halkı İmparatorluğa karşı kışkırtmıştır; ne pahasına peki?!

Efendiler, insanlar ne pahasına yaşıyorlar ve ne uğrunda yazıyorlar iyi tahlil edin.

Mustafa Kemal gibileri bu vatana sahip çıkmak için düşünce suçlusu oldular, şimdi sizler böylelerini mapuslardan çıkarmak yerine onları karanlıklara kapatıyorsunuz!?

Her ne şekilde olursa olsun, öyle veya böyle düşündüğü için insanları zincirlere vuramazsınız; aksi halde Ortaçağ karanlık Avrupası gibi gerçeklerin anlaşılmasına mani olursunuz!

Ben de Türkiye'de 21. yüzyılı yaşıyor olduğumuzu sanıyordum...

Gerçeğin Peşinden,
Kâzım Mızrak

(Bu yazı, http://balbocegi.blogspot.com/2006/05/dusunceye-hapis.html adresine bırakılmış bir yorumdur.)

9 Mayıs 2006

Allah'ı öyle bir edep ile sev ki; görenler haset edip, kıskanmasınlar...

Bir Şuur ki; Varlığı da, Yokluğu da Allah'tan Biliyor...

"Medenîlere galebe çalmak ikna iledir, söz anlamayan vahşîler gibi icbar ile değildir. Biz muhabbet fedaileriyiz; husûmete vaktimiz yoktur."

Bediüzzaman Said-i Nursi

> Husûmet, öyle bir hastalıktır ki; geldiği gibi kolay gitmez. Yürekler bu hastalığın sancısıyla sızlanır. O ne sinsi bir hastalıktır ki, bu hastalığın musallat olduğu kimse Dünya'yı kendisine hibe edilmiş mal sanır ve Dünya'yı kendi hesabına kurtarmaya kollamaya çalışır.

Kaybettiklerinin arkasından ağlar, ısdırap çeker; ettiklerine üzülür, aklına acır, huysuzlanır, ah edip vah eder.

Husûmet...

Neden diye sorar husûmet eden; neden böyle oldu da şöyle olmadı; Allah'a akıl verir, ben şu yoldan gidecektim de, sen beni bu hale getirdin der.

Kurtuluşu pek zordur bu kalbi hastalığın...

Nefis, öyle halde gelir ki kalbimize; bize karşınızdaki insanı en fena şekilde görmemizi sağlar; hayır, kaçış yoktur, öyle de fena görürüz.

Karşınızdaki kimse, Rabbinin ona tayin ettiği kaderi yaşamaktadır; oysa bize nefsiniz o kimseyi öyle bir halde gösterir ki, biz sanırız ki o kimse bir kötü kalpli insandır.. Oysa, garibim şu çile dergahında acizane bir yaşam mücadelesi vermektedir...

Siz o kimseyi, öyle bir yanlışta görürsünüz ki; ve de bu düşüncenizi ona söylersiniz ki; o kimse layık olmadığıyla itham edildiğini düşünerek gözyaşı döker. Evet, şüphe yok ki nefsinin ısdırabına sızlanıp gözyaşı döken o kimse de gurur yapıp kibir gösteren olur.

İnsan, öyle bir hafiflikte olmalıdır ki; bütün dünyevi haz ve beklentilerden arınmış, nefsi olan bütün aşağlanmışlık komplekslerini yenmiş ve bu haldeyken bir tüy kadar değeri olmadığını düşünmekle beraber kendisini özgür hissetmelidir!

Geçmişte, nefsimize söz söyleyip bizi incitenlere şimdi müteşekkirim, sağolsunlar varolsunlar; nihayi olarak farkına vardım ki, o günlerdeki ısdırabım heybeme aldığım bir tatlı nimetmiş, ki bugünümde azığım olmakta!

İnsan olarak bir çok yanlışlarımız olabilir; hal böyleyken şu yanlışımızdı, bu kusurumuzdu derken yaşamın anlamından da uzaklaşmış oluruz...

En ulvi mücadele, yanlışlarımızı kabullenebilme yolunda yürümektir. Bir çok insan yaptığı yanlış karşısında; hayata küsüyor, oysa o yanlış bir nevi azık gibi kişinin bohcasına aldığı bir nimettir ve zamanı gelir de kullanır.

Bu bakımdan insan, asla yanlış yaptım da kaybettim diye veya yanlış yaptım da çevreme zarar ziyan verdim diye üzülmemelidir; ve de bu sebepler ile hem kendisine, hem de karşısındaki Allah kuluna kalben öfke ile husûmet beslememelidir.

Bu Dünya'ya anadan üryan geldiğini, ve yine aynen öylece zifir karanlığındaki toprağa gireceğini unutmamalıdır.

İşimize Bakalım,
Kâzım Mızrak

Yüzünü, Güneşe Çevir...

Resim: Yüzünü, Güneşe Çevir...

Nasıl Umutabilirim ki?!

Umutup Gelmek Var Yavrum,
Ama Unutup Gitmek Yok!

Anlıyo musun,
Kâzım Mızrak
Bir göz yaşı damlası olup, düşmek vardı toprağa :(

Yine Başlayacak Ya, Ondan Korkuyorum İşte...

3 hafta, okulun kapanmasına sadece 3 hafta kaldı; neler geçti bitti diyorum kendime, bir 3 hafta daha dayan.

Bu şekilde düşünmemi istiyorlar, sabredip huzurlu olabilmem için. Fakat sonra yine daralıyor nefesim, 3 hafta herşey mi demektir sanki; hayır, kabus dolu günler yine başlayacak eylülde :(

8 Mayıs 2006

Yakarış...

Rabbim, beni senden başkasına muhtaç bırakma :(

Mutlu İnsan Rolünü Oynamalı mıyım?

Bloğumda kendime dair acılarımı paylaşıyorum, sonra birileri üzülebilir düşüncesiyle pişman oluyorum. Buyum ben oysa, kendimi ifade etmekteyim. Kabahat mı bu?! Birileri üzülecekse gelmesinler ki buraya, onları zorla buraya çağıran ben miyim; onları burada zorla tutan ben miyim?! Hayır, herkes kendi akıl ve iradesini kullansın; burada olmamayı dileyenler gelmesinler; böylelikle hiç kimseler de üzülmemiş olur.

Esas öfkelendiğim nokta, çevremedeki insanlar üzülecek diye benim mutlu insan rolünü zorla oynamak durumunda bırakılmam...

İnsan kendi olunca huzur duyar, birileri onu anlar ve tembellikle suçlar, oysa o dahi kendisini anlayamaz ve salak salak gülümser çevresine :(
Ölümü de Hak Etmeli İnsan...

Tesettür, Nereye Gidiyor?!

@ Tahin,

Değindiğiniz konu benim için pek önemliydi.

Eğer bir gün evlenmek nasip olursa eşimin ve kızlarımın İslami tesettür anlayışına riayet etmeleri konusu üzerinde hassasiyetle duracağım.

Dolayısıyla bir erkek olarak, konu hakkında malumat edinmeye; neyin doğru neyin yanlış olduğunu anlamaya çalışıyorum.

***

Biz erkeklere bu işte büyük roller düşüyor.

Saçı başı açık kızlara rağbet etmeyi sürdürürsek, elbette modacılar da tesettürlü bayanları hedef alarak, onları erkeklerin gözünde daha cazip bir hale getirme yolunda çalışmalara gireceklerdir.

Ne yazık ki, İslamı kulaktan dolma bilgiler ile öğrenen kızlarımız da bu rant kavgasının bir parçası olmaktalar ve kendilerini bir mal gibi süsleyip püsleyerek sokağa atmaktalar.

Güya saçı başı açık kızlar ile rekabet ederek, evlilik konusunda kendilerine daha makbul olan eş arayışında ya da bekleyişinde bulunacaklar.

***

Star televizyonunda juri tarafından Türkiye güzeli seçilen kızımız, daha 18 yaşında ve lise son sınıf öğrencisi.

Etini budunu göstererek neler kazanabileceğini öğrenmiş bu yaşta, helal olsun. Zor imkanlar ile ders çalışmak yerine kafasını kullanarak şöhret oldu; ele zarar ama kendisine yarar, kız haklı!

Medeniyet dedikleri de bu olsa gerek: Birilerine zarar verebileceğini düşünmeden, menfi davranarak kazanç elde etmek...

***

Şöhret olmak sadece kamera karşısında olmuyor efendim; bir toplum içersinde bulunan bir bayan biraz dekolte giyinince ortamın en aranılan bayanı durumuna geliyor.

Bir düğünde dernekte, okulda, iş'te...

Bir kadın ne kadar şuh davranır, ve kendisini ne ölçüde çevresine sunarsa oranın şöhreti oluveriyor.

***

Peki ey akıl sahipleri, bu işin tek suçlusu kadınlar mıdır? Ya erkekler? Onlar işin mağduru durumunda olanlar mıdır?! Hayır!!!

Hiç talep olmazsa, arz olur mu? İşletme Ekonomisinde bir arz-talep dengesi vardır, öyle de erkekler açık saçık müstehcenliğe rağbet etmeyip yüz çevirseler böyle bir piyasa da oluşmaz!

Bu duruma dikkat çekerek, hem can alıcı bir tahlilde bulunuyorum; hem de çözümün nerede başlıyor olduğuna dair bir hedef gösteriyorum.

***

Toplum düzeninin korunmasında, erkekler üzerlerine düşen sorumluluklara karşı duyarlı olmalıdırlar.

18 yaşındaki kızını güzellik yarışmalarına gönderip reklam piyasasına malzeme yapan bir baba, toplumun örf ve adetlerine mi hizmet ediyordur yoksa kendi cebine mi? El insaf artık...

***

Toplum olarak geldiğimiz bu nokta hiç de hoş değil. Bekar olan bayanları geçtim, evli olan bayanlar dahi eşlerini eve bağlamak adına tesettürün tadını kaçırıp kendilerini eşlerinin beğenilerine sunuyorlar.

Ve tabi bu halleriyle sokaktaki erkeklerin gözlerine bayram yaptırmayı da göze alıyorlar. Bu hali gören erkek neden sesini çıkarıp da, karısının ne hal üzere yanlışta olduğunu anlatmaz ki!?

Çok kızıyorum bu duruma...

***

İşte esas maraziyet kadınlarda değildir; erkeklerdedir! Her erkek, karısının kızının giyimine kuşamına, edebine huyuna suyuna müdahale etse; bugün bu hallerde olmazdık.

Meseleyi iyi tahlil edelim ve kadınlara yüklenmeyelim bütün günahı; benim gözümde erkekler yegane suçlulardır! Ben bunu bilir bunu söylerim.

***

Bir adam medeniyet diye karısına mini etek giydirip sokağa salarsa, suçlu olan sadecede kadın mıdır?!

Neden bu lavuk, karısının sokaktaki erkeklere arz-ı endam etmesine göz yumar diye düşünenlere bir cevap:

Böylesi erkek tiplerinde çok istenilene sahip olma tatminkarlığı görülür ki, işte bu tatminkarlık pahasına adam karısının giyimine kuşamına karışmaz.

Hem karışsa, eşi de kendisine göz zinasında bulunmasına müsade etmeyecektir. Yani, al gülüm ver gülüm hesabı: Ben senin giyimine, edebine karışmıyorum; sen de benim dünyevi zevklerime müdahale etme, anlayışı...

Bu sözler ile hiç kimseleri hedef almıyorum; üstüne alınanlar varsa buyursunlar, bakalım ne kadar sesleri çıkacak :-/

Harbiden Öfkeli,
Kâzım Mızrak



.:.: Dip Not :.:.

Yazıyı göz ucuyla değerlendirdim, daha sonra vakit ayırıp inşallah okuyacağım.

Diğer yönden, eleştiri dozunu ağır tuttuğum bu yazımda; Allah başa vermesin diye dua ediyor ve bu duayı kalben hepinizle paylaşıyorum.

Zira büyük konuşarak, bir imtahana tabi tutulmak adına eleştirdiğim insanların yerine düşmek istemem.


Bu yazı, bir yorum olarak http://tahin.blogspot.com/2006/05/trbanl-beyaz-trkler.html adresinde yer almaktadır.

7 Mayıs 2006

Yağmurlu bir 7 Mayıs'a merhaba. Böyle günleri çok seviyorum, çıkıp biraz yürüyüş yapayım. Tabi şuan yağmur yağmıyor; hava bulutlu ve kirden isten arınmış ter temiz, bu fırsat kaçmaz :)

6 Mayıs 2006

Sami Yusuf - Hasbi Rabbi


Makine Resmi Sınavından Notlar...

Kağıdımı erken teslim ettim, yapamayacağıma ya da yapmayacağıma kanaat getirmiştim o vakit.

Hocam şaşkın, üzgün, sitemkar ve bir ölçü anlayışla gülümsüyordu. Sıkıntılı halimi görüyordu, bu yaşa gelmiş bir insan için ne söz söylesindi ki?!

Alınan bir karar var veya bu çocuğun gücü yetmiyor resmi çizmeye veya da bu çocuk inancını yitirmiş, kendisini başarısız olmaya kilitlemiş. Onu kurtaracak tek güç yine kendi içinde, başka bir odak noktası tesir etmiyor ne yazık ki...

Sınav kağıdımı teslim ediyorken hocama; "her kaptan kendi gemisinde batar" diye söylendim, amacım manen veya madden batıyor oluşuma içerlenip üzülmemesini sağlamaktı. Bir öğretmen öğrencisine yetemediği ya da yardımcı olamadığı için elbette içten içe üzülür diye düşünüyordum o sıra.

Sözümü söyleyip çekip gidecektim; lakin hocam o an susmamayı tercih etti; veya konuşabilecek olgunluğu gösterdi, veya da zaten o sözler zihninde bir yerlerde bana söylenmek için hazır bekliyordu.

- O geminin yolcuları var, ve o geminin bir sahibi de var, ve o gemiye kaptan olacak başka kimseler de vardı; ama seçilen sen oldun!

Hocam bu sözlerin anlaşılmayacak kadar zor olmadığını düşünüyor olsa gerek, tebessümkâr bir şekilde gözlerimin içine bakıyordu; söylenenleri amlamamı ümit ederek.

O'na düşüneceğimi söyledim; daha önceleri kendime ait olan bir geminin kaptanlığını yapıyor olduğuma inanmaktaydım. Lakin bu gemide kardeşlerim de vardı; annem, babam; amcalarım, onların çocukları; babannem, rahmetli dedem... Evet, babamın çocukluğunda vefat eden dedem şu halimi görseydi o da üzülürdü ve benim gemimle beraber batacak olduğunu düşünerek bana kızardı.

Mesele, yetersiz olup kaybetmem değildi; sorumluluklarıma aldırış etmeden basitce bir intahar edişti benimkisi; başarısızlığıma masumane bir kılıf uydurup aklım çalışmıyor diyordum...

Bu gemi bana ait değil, ama benim yönetimimde; eğer batarsa, tüm insanlık zarar edecek gibi!

Nereye Kadar,
Kâzım Mızrak

***

Tüm insanlığın umrunda olmadığını biliyorum, hem de bundan eminim. İşte o umursamazlık külli yalandır, benim yalanım değil tabi; yaşayanların yalanıdır o, bir nevi kendi gerçeklerinden kaçmak içindir bu düşünce ifadesi. Ölüm anı gelip çattığında, her kimse elini uzatacak ya da sesini duyuracak birilerini arar yanı başında!

Diyorum ki, acizane sana ümit bağlayanlar var hayatta; onların gülüşlerini seyredip kendini mutlu etmek adına bir adım at. O kimselerin gülüşlerini gördüğünde, bütün ısdırabın bitecektir ve gözlerini huzurla dünyaya kapatacaksındır o gün.

Allah'ın olması veya olmaması ile ilgilenmiyorum şuan, seni maddeci olmaya davet ediyorum ve kâinata bir de bu gözle bak; kendini evrensel kanunlara teslim et, bir elmanın yere düşmesi için nasıl bir kütle çekimi gerekiyorsa; senin de bu sistem içersinde amaçlarına ulaşabilmen için çalışmak sureti ilet bir bedel ödemen gerekiyor.

İşte bu düşünce, özde Allah olanı da yaşamaktır zaten!

İçsel Kavgam,
Kâzım Mızrak

- Teslimiyet, Oyunu Kuralına Göre Oynamaktır. -
Taş yerinde ağırdır evladım.

Sen, özde kim ve ne olduğundan şaşar da olmadığın bir kimseyi oynamaya kalkarsan; halin bülbüle özenmiş kargaya benzer...

- Karganın Kıymetini, Kargadan Sormalı! -

5 Mayıs 2006

Ağlayana gül, gülene ağlama!

- Yaşama Ustası -

Son Vize Sınavı, Makine Resmi 1.

Yarın sabah son vize sınavını vereceğim; kaybetmeye hazır bir komutan edasıyla güneşin doğuşunu bekliyorum!

"Gözleri ufukta, canını vermeye hazır bir asker; kaybetmekten korkmuyor, kazanmanınsa bir anlamı yok onun için. Ne yokluğa üzülüyor, ne de varlığa seviniyor. Duruşu sakin, bakışları derinden; her bir nefesini lokma lokma soluyor..."

- Asla Takdir Edilmeyi Dilemedi, Edene de Surat Astı! -

4 Mayıs 2006

Yanlışına Dertlenip Üzülme, Bir Hikmeti Vardır.

# Üzüntüye sebep, kişinin kendisini değerli görmesinden ileri gelir. Ki buna enaniyet denilir, kişi kendisini değersiz bilse yokluğa yerinip üzülmezdi.

Kendisini değerli görüp, layık olmadığı ile imtahan edildiğini düşünen kimsenin üzüntü hali nefsidir; zira her ne kadar hak etmemiş olsa da, o kimsenin layığı odur ki (sebepsiz yere dönmeyen Dünya misali) bu vesile ile içinde bulunduğu ısdırabın sebeplerini aklen sorgulasın ve tefekkür etsin.

Ucu başı belli olmayan kâinatta bir toz zerresi hükmünde olan insan, benlik duygusu ile gurur yapmaz da hatasında ısrar etmezse; benim halim budur diye tevâzuda bulunur ve layık olduğuma kaldım diye düşünerek, kaybettiği dünya nimetlerine hevesle bakmaz...

# Kişi öyle bir üzüntü halindedir ki, yaptığı hata ve yanlışlar ile Allah'a karşı bir kusur işlediğini düşünür de, aşk-ı muhabbetinde bir noksanlık oluşur kaygısıyla kederlenir. İşte bu üzüntü hali bile nefsidir.

Burada birey yaptığı yanlışın rahmetin bir tecellisi olduğunu idrak etme şuurundan uzak bir halde dertlenip üzülmektedir; zira öyle bir yanlış yapar ki insan, istenir ki tefekkür etsin ve tövbeye gelsin. Böyle bir durumda üzülmek değil, sevinerek şükretmek gerektir.

Netice itibariyle:

Biz diyoruz ki, bu ısdırabı çek; eşe dosta dertlenip halinden şikayetci olma!

- Mevlâ Görelim Neyler, Neylerse Güzel Eyler! -


.:.: Dip Not :.:.

> Şükür, kalben ve fiilen mümkündür. Bu konuya şuan değinmeyi düşünüyor değilim.
> Hikmet: Kâinatta ve yaratılıştaki ilâhî gaye.
Yatsı Ezanı okunmakta... Ben hala düş aleminde kağıttan gemileri yüzdürme derdindeyim, peki ya namaz?!
Allah'ın var veya yok olduğu bilgisine sahip değilim, buna mukabil biliyorum ki ben varım!

- Yaşama Ustası -

Ağlayarak da olsa ders çalışmalısın; malısın, çünkü başka çıkış noktan yok. Evet biliyorum kaçış noktan öylesine çok ki, çıkış noktanı bulamamaktasın.

Sana o yolu göstereceğim, beni takip et. Ama önce benliğinden vazgeçmeni istiyorum, o varken seninle olamam. O benlik, çaresizlik karşısında sana sigara yakmanı söyleyendir; tanıdın mı onu!?

- Yaşama Ustası -

> Yalnız Değilsin...
Gül, Ey Can!

1 Mayıs 2006

Rabbine tevekkül edemeyen insan, üzülme; bir gün yağmur olup yağacaktır rahmet...

- Umudun Gölgesinde -