30 Haziran 2009

Sükûnet.

26 Haziran 2009

Altın Oran ve Kâbe Mûcizesi

Etiketler:

Nefs Tasfiyesi

Nefs %100 afetlerle doludur.

Afetler Allah'ın emirlerini yerine getirmek istemeyen, yasaklarını işlemek isteyen bir yapıdadırlar. Onları nefs tezkiyesiyle, yarı yarıya Allah'ın emirlerini yerine getiren ve yasaklarını yarı yarıya işlemeyen bir noktaya getirmek mümkündür.

Nefs tezkiyesi afetlerin yarısını yok eder. Nefs tasfiyesi ise afetlerin hepsini yok eder. Tezkiye günde 3 ~ 4 saatlik bir zikirle sağlanabilir. Tasfiye ise ancak daimî zikirle mümkündür.

Allah'ın yarattığı vücut insanın emrine veriliyor.

İnsanlar Allah'ın sırf kendilerini mutluluğa ulaştırmak için emrettiği az zikir, çok zikir ve daimî zikre ulaşmak istemiyorlar. Allah'a ulaşmayı dahi dilemiyorlar. O zaman nefsleri onları giderek şeytanın köleleri yapıyor.

Bu kölelik arttıkça şeytanın emirleri daha üst seviyede yerine getiriliyor. Sonunda ise kişinin cehennemin en alt kademesi olan gayyâ kuyusuna gitmesine sebep olan, esfeli safilîne reddedilmeleri söz konusu oluyor.

Ama Allah'a ulaşmayı dileyenler ve sonra da mürşidlerine ulaşıp tâbî olarak, amilüssalihat (nefs tezkiyesi) yapmak suretiyle nefslerini önce tezkiye ve sonunda nefslerinin kalbini daimî zikirle tasfiye edenler için kesintisiz bir derecat kazanma yani kesintisiz ecir söz konusu olur.

Ey insan!

Sunulan bunca ilimden sonra, sana dîni tekzib ettiren yalanlatan nedir?

Alıntı .: Tîn Sûresi Kısmen Tefsiri .: Kurantefsiri.Com

Tezkiye: Temizleme, temize çıkarma.
Tasfiye: Saflaştırma, arındırma.
Esfelisâfilîn: Aşağıların en aşağısı.
Ecir: Ücret, karşılık.
Gayyâ: Cehennem kuyusu.

Zikir: Anma, Allah'ı daima hatırlama.

23 Haziran 2009

Göksel › Baksana Talihe

Etiketler:

Nasib Kısmet

Bir ağacın üst dalları arasında tatlı mı tatlı, leziz mi leziz bir meyve arz-ı endam eylemişti.

O'nu gören bir çocuk, ağacın dalını eğdi büktü salladı. Nafile yere düşüremedi meyveyi. Boyu da erişmiyordu ki uzanıp alsındı. Ağacın çevresine bakındı, merdivene benzeyen bir araç da görünmüyordu ortalıkta.

Anlaşılan o ki, çocuk bu meyveyi elde etmeye azmetmişti.

Madem güzellikle olmayacaktı, eline geçirdiği bir değnek ile başladı ağacın dalına budağına vurmaya. Olmadı taşladı. Meyve öyle bir gizlenmişti ki, dallar arasına ne değnek yetişesiydi, ne de bir taş ilişesiydi.

Çocuk, vazgeçti meyveye visal diremekten. Hem pazarda, parayla satıyorlardı zaten. Yorulduğuyla kaldı, oradan boynu bükük ayrıldı.

Gel zaman git zaman, günler geçti.

Meyve tatlandıkça tatlandı dalında, lezzetine lezzet, güzelliğine güzellik kattı. Artık dalına tutunamayacak kadar ağırdı.

Hafif bir rüzgar yetti, taşların sopaların yetemediğine. Ağaçtan düşeyazdı, yorgan döşek toprağın üzerine.

O sırada ağacın altında eğleşen bir yolcu gördü onu, uzandı aldı eline, tozunu toprağını sildi temizledi. Okşadı, kokladı. Daha duramadı, ısırdı yedi.

21 Haziran 2009

Bi ismi Hû.

Yollar, yürümekle biter mi cân ?

19 Haziran 2009

Bilmek

Küsmeyi bilmem ki ben; umudu bilirim; sevmeyi; ve en çok da beklemeyi, bekleneni.

M. Kâzım Mızrak

Neslihan › Esmâ

Etiketler:

17 Haziran 2009

Sâz-ı Derûn

















Bir kerre dokunsan teline sâz-ı derûnun,
bin türlü nevâzişle düzelmez bozulunca.

Râgıb Paşa

Nevâziş: Okşayış, iltifât.
Derûn: İç, gönül, kalp.

Sekizinci Kural

Ömer Faruk Yücel
        Ömer Faruk Yücel
“Başına ne gelirse gelsin, karamsarlığa kapılma. Bütün kapılar kapansa bile, sonunda O sana kimsenin bilmediği bir patika açar. Sen şu anda göremesen de, dar geçitler arasında nice cennet bahçeleri var: Şükret! İstediğini elde edince şükretmek kolaydır. İş, dileği gerçekleşmediğinde de şükredebilmektir.”

Elif Şafak'ın Aşk'ını okuyanlarınız hatırlar belki, sekinci kuralı. Bu satırları o kitapdan alıntılamadım buraya. Bir blogda gördüm, okudum. Acaba ne demek istiyor diye düşündüm, yazanı ?

Düşündüm, düşündüm..

Ömer Faruk Yücel, artık aramızda değil. Gülen insan, güldüğü gibi güldüren insan. Zalim hayatı boşver, biz onun peşinden koşacağımıza o bizim peşimizden koşsun detirten insan.

Bloglarda atıştığımız günleri anımsıyorum şimdi. Çayını içtiğim çocuğu anımsıyorum şimdi. Annem hasta, o yüzden geldik İstanbul'a dediğimi, dertleştiğimizi anımsıyorum. Çay ve simit arasında geçen o hasbihali anımsıyorum.

Ve yaklaşık iki sene sonra, ikimizden birisi Hakk'ın rahmetine önden yürüdü.

Ömer Faruk, Beşiktaş'ımız şampiyon oldu. İnşâ Allah, sen de vardığın yerde bir şampiyona yakışır şekilde ağırlanırsın.

Selâm, ve duâ ile kardeşim.

16 Haziran 2009

Dido › Life for Rent

Etiketler:

Fukaralizm

Tekel ürünlerinde toptancı ile peşin çalışılır, küçük esnaf bu sebeple Kredi Kartı ile bu ürünleri satmaya yanaşmıyor.

Bunun adı kapitalizm değil, olsa olsa fukaralizm olur. Kapitalist olsaydı, peşin aldığı malı vadeyle satabilecek kadar bir güç edinmiş olurdu değil mi ?

Küçük esnafın çarkı döndürecek kadar parası yok, Kart ile tekel ürünü satmaya kalksa bir haftada vitrin sıfırı tüketecektir belki. Peki, o vitrini doldurmak için parayı nereden bulacak !

Kapitalizm dediğiniz şey, yıldızlı marketler ile girdi bu ülkeye. Siz gidin de, kapitalizmin âlâsını oralarda görün. Zavallı bir bakkaldan ne arıyorsunuz ?!.

* * *

Önce milletin karnını doyuralım, ondan sonra yasalara sıra gelir. Karnı doyan millet, zaten yasalara saygı duyar merak etmeyin.

Halkın üstünde "Ekmek bulamıyorlarsa pasta yesinler." diyen birileri olduğu sürece, o ülkede yasalar hep pastacıları savunur: Visa'yı savunur, Mastercard'ı savunur !

O şarküteri de eminim, tekel ürünü için Kart kullanmıyoruz derken üzülmüş, içi ezilmiştir.

Adamcağazın tekelde Kart geçmiyoruz derken, pek de Gargamelvari bir kahkaha ile neşelendiğini sanmıyorum.

O hasta arkadaş da, şarap neyim alacağına meyva suyu ya da gazoz alsaymış o gece !!! Hatta; bir şişe süt götürseymiş partiye, fena mı olurdu..

* * *

Şu iyi yapmış diyenlerin toplumumuzdaki konum ve statülerini merak ettim doğrusu !! Yoo, cevap yazılsın diye sormuyorum.

Saygısızlık nevinde söylemiyorum, ama bana devekuşlarını anımsattılar. Hani, şu kafalarını kuma görüp, etrafında ne olup bittiğini görmeyen mahluklar var ya ?!..

Toplumla barışın derim.

* * *

Bu arada.. o bahsi geçen hasta arkadaşın, alkol almak istediği dikkatimi çekti.

Hikayenin sonunda.. aklınca bakkalla ders vermeye kalkmış; ama göründüğü kadarıyla, düpe düz dalga geçmiş.

Anlaşılan o ki; hayatının olağan terapisti konumundaki alkol illeti hem aklını, hem de vicdanını uyuşturmuş.

Şurada: Benbugunbunuogrendim.Blogspot.Com

14 Haziran 2009

Acıdan Geç

Acıdan kaçma. Bir hediyedir o. Paketi açmadan, içindekini görmeden, reddetmemen gereken bir hediye. Okumadan, nasıl hiçbir işe yaramaz diye kitabı bir kenara atabilirsin?

Acıdan kaçma; acıdan geç. Etrafında dolaşıp durma; tam kalbinden geç; merkezinden geç.

Yok sayarak; olanı yok edemezsin.

Olmayan bir şeyi var sayarak oldurtamayacağın gibi. Acın varsa vardır; merhamete ihtiyacın yok. Acın büyükse büyüktür; yatıştırıcılardan medet umma. Geçiştirme. Acıyı senden uzağa fırlatarak ondan uzaklaşamazsın. Acıyı zamana yatırarak artık göremeyeceğin kadar küçük parçalara bölemezsin. Zamanda erittiğin acı, zamansız anlarında kaskatı karşına çıkıverir. Kaçtığın her defasında yeniden ve üstelik sen onu hiç beklemeden.

Acı acıdır ve acıtır.

Acın senindir ve seni acıtır. Öyleyse acının orta yerinde, zihninde dikkatini başka yöne kaçıracak tuzaklara aldanmadan içinde var olanı kabul et ve yaşa; sonuna kadar. Acının hakkını ver. Bu seni şu anın dışında yeni bir acı ve kaçış döngüsü yaratmaktan kurtaran şeydir. Çünkü sen kaçtıkça, o kaçtığın ama tam olarak ne olduğunu bilmediğin şey, en olmadık zamanlarda kafasını çıkarıp sana kendisini göstermek ve senin tarafından kucaklanılmak isteyecektir.

Senin yarattığın senin çocuğundur ve senin sevgini; en azından onun varlığını kabullenmeni ister. Sen onu görüp varlığını kutsayana kadar acı peşinden gelir. İçinde acı oluştuğu an onu kucakladığında acın sadece tek seferliktir. Artık yarınını kirletmezsin. Bugünün ise geçmişte görmezden geldiğin acılarınla yeterince kirli zaten ve büyük bir temizlik işi seni bekliyor.

Acıyı yaşarken kendini; duygularını, düşüncelerini, bedenini hisset, izle, gözlemle. Bunu yaparken bir şey fark edeceksin; sen bedenin değilsin; sen duyguların değilsin; sen düşüncelerin değilsin ve sen canı, yüreği, içi acıyan değilsin; acıyı yaratan da değilsin; sen acı da değilsin.

Sen sadece onunla oynayansın.

Sen sadece izleyensin. Aynen bir filmi ekrandan izler gibi kendini izlersin ve aynen bir filmin sadece bir filmden ibaret olduğunu bildiğinde artık filmdeki acının seni acıtmaması gibi senin acın da dağılır. Olsa olsa gerçekte yaşanmadığını da bilsen, filmdeki acının sende çağrıştırdıkları bir parça iç burkar, hepsi bu.

Acı sana kim olmadığını göstermiştir.

Acı sana özdeşleştiğin herhangi bir şey olmadığını göstermiştir. Acı sana gerçeğin olduğu yerde sadece dingin ve sınırsız bir mutluluğun hüküm sürdüğünü görme fırsatı yaratmıştır. Hangi acı? Zaten hiç olmayan ve hiç olmamış acı.

Çünkü kendi filminin senaristi, yönetmeni, oyuncusu ve her şeyi olarak; sen de zihninde yazdığın senaryoyu, adına "Dünya Hayatı" dediğin toz toprak ekrana yansıtmışsındır yalnızca.

Acı yoktur.

İçine bakarsan göreceksin. Ya da içine gerçekten bakarsan, mutluluk dışında bir şey göremeyeceksin. İçine baktığında hala acı görüyorsan eğer, gördüğün sen, sen değilsin; o sadece kabuğun.

Kabuğun; olduğunu düşündüğün ama olmadığın kişi. Kabuğun senin egon. Kendi yerinde kabuğunu gördüğün her defasında acının daima orada ve var olduğunu sanacaksın. Buna inanacaksın. Oysa acıların sana hala kendini bulamadığını hatırlatacak ve hep yanlış yerlerde aradığını.

O yüzden acılarına teşekkür etmelisin.

Bir fener olup seni karaya oturmaktan uzak tutacak bir hizmetkar oldukları için. Acılarına teşekkür etmelisin; yalanı gerçeğin yerine koymana izin vermedikleri için ve sahte cennetinin aslında basitçe kendi inşa ettiğin cehennemin olduğunu gösterdikleri için.

Acıdan kaçma; acıdan geç. Bir hediyedir o çünkü. Etrafında dolaşıp durma; içinden geç; tam kalbinden; merkezinden.

Ali Karakuş

Alikarakus.Blogspot.Com

Değişim

Zamanla, her şey değişiyordu. Hani diyor ya şair, bütün renkler aynı hızda kirleniyordu, birinciliği beyaza verdiler. En çok ve hızlı biz mi değişiyorduk, yoksa bizden ziyade âlem mi değişiyordu. Biz mi yetişemiyorduk, yoksa geç kalan onlar mıydı. Anlayamadım bir türlü. Hayır, anladığım bazı şeyler var aslında, var ama bu anladıklarım öyle güle oynaya kabul edilesi şeyler değil.

Anlamaktan ya da olduğu gibi kabul etmekten hayatı vazgeçmek üzereyim, anlamasam da sevmesem de olur diyesim geliyor. Yine de, içimdeki bir başka ben susmuyor hâlâ. Değişmek kaçınılmazdı ya, zamana karşı. Eğer dünyayı değiştiremiyorsam istediğim gibi, madem öyle kendimi değiştirmeliyim. Kendimi nasıl seviyor ve kabul ediyorsam, öyle !

Şurada: Uzaklardanbiryerlerden.Blogspot.Com

9 Haziran 2009

O'nu sevmek..

Babacığım.. Peygamber Efendimizi sevmek ne demektir, nasıl sevilir bir peygamber ?

O'nu seviyor olmak, O'nun yürüdüğü yoldan yürümektir yavrum. O'nun baktığı yöne bakmaktır, O'nun dinlediğini dinlemektir, O'nun söylediğini söylemektir.

Bir kimseyi seviyor olmak, onun sevdiğini sevmektir. Ve; o neyi sevmiyor ise, ona sırtını dönmektir.

Dursun Ali Erzincanlı › Ey Cân

Etiketler:

Dersaadet

Gönül.. üzme sevdiğini, kırma sevdiğinin yüreğini. Sevilen, kudretli yaratıcının ihsan ettiği bir emânettir sana. Hep seninle kalıcı değildir. Senden başka, baki bir sahibi daha vardır. Hoş bak ki sevilene, onu senden ziyade seven de sevsin seni. Hüsnü zan eyle ki, onun sahibi de sana bereketi ile mukabele buyursun. Çirkin söz söyleme ki, onu seven de sana güzel muhabbette bulunsun.

7 Haziran 2009

Peydâ



















By
Aşk-ı Bekâ


Ne sırdır ki, iki kimse nazar eyler bu ekvâna.
Biri ancak görür dârı, biri deyyâr olur peydâ.

Niyaz-i Mısrî

Nazar: Bakmak, düşünmek.
Ekvân: Mahluklar, varlılar.
Dâr: Mekan, konak.
Deyyâr: Yer yurt sahibi olan.
Peydâ: Açık, âşikâr olan.

Kıymet

Bir çocuk gibi dedi, kardeşim. Bir çocuk gibi yaşamalı hayatı. Hani, eline bir lira para geçince nasıl sevinir ya bir çocuk. Onunla dünyaları satın alır. Küçük bir çikolata, dünyalar demektir çocuğun gözünde. İşte öyle sevinmeliyiz sahip olduklarımız için. Azla, mutlu olabilmeliyiz. Azda bulabilmeliyiz, aradığımızı.

6 Haziran 2009

Yeliz - Yalan

Etiketler:

5 Haziran 2009

Bîmâr



















By EsmaLâle

Beni cândan usandırdı cefâdan yâr usanmaz mı,
felekler yandı âhımdan murâdım şem'i yanmaz mı.

Kamu bîmârına cânan devâ-yı derd eder ihsân,
niçün kılmaz mana derman meni bîmâr sanmaz mı.

Fuzûlî

O'na..

“Niyet, sevaba götürdüğü gibi günâha da açılan bir kapıymış. İnsan ikisi arasında hem mâlûm, hem meçhulmüş.”

Nazan Bekiroğlu

Mâlûm.

Çiçek olup yaşam bulacak bir toprak aradımsa da, hep köklerim hayâl-i hüsrana uğradı umutla kucaklaştığım topraklarda. Ya suyum fazla geldi boğuldum, ya suya hasret kaldım kurudum.

Bir çiçektim oysa, saf ve tertemiz umutları olan bir çiçek. Filizlenip dal budak salacaktım. Yapraklarım olacaktı. Çiçekler açacaktım rengarenk.

Bir bahar mevsimiyle başlayan bu aşk, hazan mevsimine değin sürecekti. Sonra bana can veren toprağa, cânânıma rücû edecektim.

O'na.. katışıp, karışıp kaybolacaktım.

Meçhul.

Kendisini anlatmaya mahcûb kalmış bir bakış, kelimeleri birbiri üzerine kıvranarak istifleyen bir dil, bir kez daha içinde aktığım zamanın durmasına sebep olmuştu.

Susup, hiç bir şey söylemedim önce. Rûhum, aynadaki sûreti ile karşılaşmışcasına şaşkın ve meraklı; yüzümde, artık sal beni dışarıya diye yırtınırken gizlemeye çalıştığım bir tebessüm.

Kırık cümleler sırayla dökülmeye başlıyor dudaklarıma, O'nun sözleri gibi ürkek. Az önce her şey ne kadar da normaldi, evet hemen geçmeli buân, geçip gitmeli ve gelmemeli bir daha.

Demek hayatta neler oluyordu diye düşünmeden edemedim. Masûm niyetlerimiz vardı; onlar ki günâhtan kaçarken, yine günâha götürüyordular bizi.

M. Kâzım Mızrak

1 Haziran 2009

Kurtlar Vadisi Irak - Kadiri Zikri

Etiketler:

Gül Yaprakları

Kâinatta, tesadüfe tesadüf edilmez.

Başımıza her ne gelmiş ise takdiri ilahinin bir tecellisi olarak görebilmeliyiz. Bu görüşten mahrum kaldığımız zamanlarda, gerçeği değiştirmek istediğimiz kadar karşımıza bir direnç çıkar.

Hasta olan bir kimsenin, hastalığına deva aramaması anlamına gelmez elbette gerçeği kabullenmek. Ancak her yol mubahtır diye düşünerek makyevelist bir anlayışla hareket edilmemelidir. İşte bu daire, nefsî dairedir. Yolunda bulunmak ayrıdır, zorla yola getirmek ayrıdır.

Gerçeği kabullenebilmek bir erdemdir diye düşünmeliyiz.

Bunu herkes yapamıyor, ve yapamayanların sonu da hüsran oluyor ne yazık ki. Bir sınavı kazanmak isteyen kimse, nasıl olsa kazanamam diye yan gelip yatmamalıdır. Çalışacak, çabalayacak. Eğer kazanamamış ise, belki tekrar deneyebilir. Ve lâkin ısrarcı bir tutum içine girip, illâ kazanacağım, olmazsa olmaz dememelidir.

Kimi gayeler vardır ki mücadele etsek de, aklımızın hiç de ermediği bir sebeple amacımıza ulaşamayabiliriz. İşte sabır bu günler için vardır. Sabır ve tevekkül böylesi günler için ihsan edilmiş birer nimettir. Bu erdemlerin değerini bilelim inşâ Allah, ve yerinde zamanında kullanalım.

Hayat bir mucizedir, ve insan öyle kıymetli bir varlık ki, ne hayata haksızlık edelim, ne de bir insan olarak layık olduğumuz güzellikleri yaşamaya küselim. İnsan, yaşamın en değerli hazinesi ve en nadide çiçeğidir. Bu münasebetle insana, bir çiçek gibi nazik davranmalıyız.

Kırmadan, incitmeden, gönül yormadan.

Çiçekler neden çok sevilir diye düşündünüz mü ! Çünkü onlar, sevilmek için özel bir çaba sarfetmezler. Tüm sükûnetiyle, saflığıyla açar bir çiçek. Ona her ne kadar kötü gözle baksak da, o asla bize kötü söylemez çirkin görünmez.

İşte çiçeği değerli kılan da budur.

Biz insanlar da çiçek gibi olabilmeliyiz. Bir gül gibi dikenlerimiz bulunsa da, bizi görenlere gül yüzümüzü göstermeli, ve hiç kimsenin, ama hiç kimsenin kalbini kırmamalıyız. Dünya fanidir, gelip geçicidir her mahluk.

Çiçekler de bir gün solar.

Vakti geldiğinde, ayrılırken bu âlemden; bizler de ardımızda dikenlerimizi değil, gül yaprakları gibi mis kokulu hatıralarımızı bırakalım dostlara.