30 Ağustos 2005

Hayata Karşı Kendini İspatlama Sevdasına Rest!

Beni terbiyesiz, ahlaksız, nankör, aptal ve salak bir insan olarak tanımış; tanıyan; tanıyacak olan insanlar.

Ben aslında sizin bilmediğiniz kadar pislik bir kimseyimdir;
karşınıza çıkıp, durup durduk yerde bunu söyleyemem, ama burada yazıyorum; sizler de okuyorsunuz.

Hadi şimdi bunun böyle olduğunu; yani Kâzım Mızrak'ın zır cahil, adi ve gaddar olduğunu burada hep beraber ikrar edelim.

Ve benimle karşı karşıya kaldığınızda bana "Sen böyle böyle bir kimseymişsin!" deyin.

Bunu yüzüme karşı söyleyin ve gerçekten de böylesi beş para etmez bir insan olduğumu bilerek benimle muhatap olmayacağınızı, cesaretle gözlerimin içine bakarak söyleyin!

Ya da "Sen çok problem bir insansın, ama seni böyle de kabul ederiz dost!" deyip bana kalbinizde bir yer açın!!!

Aynı şeyi benden beklemeyin, ben sevmediğim insanların yüzlerine gülebilecek kadar adi bir insanımdır ne yazık ki; hem çok beceriksiz ve cahilimdir de.

Huzuru Arayış,
Kâzım Mızrak


Açıklama: İnsanın huzur hissiyatına ulaşabilmesi, ancak ve ancak özgür olabilmesi ile mümkündür. Özgürlük hayata karşı kendini ispatlama sevdasına sırt çevirmekle yaşanabilir.

29 Ağustos 2005

Gece, Karanlık, Küçük Bir Oda ve Huzuru Arayış

dünya büyük demişlerdi
hayır
çok küçük geldi bana
hem de bir odanın içine sığabilecek kadar küçük

belki üç hafta olmuştu
sigarayı bırakmıştım
onun da beni bıraktığına inanıyordum
sonra yeniden başladım
bir tek nefesle başladı
yine yeniden

sevgi arıyor insan
sevgisiz kalmaktan korkuyor
sahip olunca da değerini bilmiyor
değerini bileceğim bir sevgi arıyorum
olmadığında özlemeyeceğim
olduğunda sevinmeyeceğim
nasıl bişeyse öyle işte

akılla yoğrulmuş bir beynim yok
ne yazık ki ben buyum
aptalım dediğimde
kendim de inanmak istemesem
bu olduğumu biliyor olmam
bana bir bilgiye sahip olmanın
mutluluğunu yaşatıyor

akıllı ve zeki bir insan olduğunu
ispatlamak zorunda
kalmıyor insan

huzur bu olmalı

Sessiz Sedasız,
Kâzım Mızrak

27 Ağustos 2005

İskenderun Sokaklarında, Kâzım Mızrak

26 Ağustos 2005

Word Verification ile Spam Comment lere Son!

Spam Comment leri engellemek için "Word Verification" uygulamasını başlatıyoruz. Bu uygulama internet üzerinde random olarak gezerek spam yapan yazılımlara karşı alınan bir önlemdir. Spam yapan yazılımlar, sıralı harf dizisini doğrulayamazlar ve bıraktıkları yorum bu yüzden dolayı geçerlilik kazanmaz. Word Verification uygulamasını "Blogger.Com" kullanıcıları "Settings" >> "Comments" sayfasından "Show word verification for comments?" sırasında yer alan "OFF" seçeneğini "ON" yaparak aktif hale getirebilirler.

Saygılarımla,
Kâzım Mızrak

Yaratılış, Ebu Leheb, Tasavvuf, Enel Hakk !?

"Nefs olmasaydı melek olurduk ve bu soruları soramazdık!"

Bu önerme bardak olsaydık kırılırdık, taş olsaydık çatlardık, çiçek olsaydık açardık, eşşek olsaydık anırırdık tarzında bişey!

Yani melek olsaydık, sual sormazdık gibi...

Mesele buradaki inceliği anlamak.

Kuran-ı Kerim'de "Nankör İnsanlar" diye bir itham vardır (...mış, öyle diyorlar). Bu itham bir ilahın ifadesi olamaz diye bir sorgulama sürecindeyim.

Hem nankör bir tür yaratacaksın, hem de "Sizi gidi nankör insanlar sizi! Demek benim dediklerimi yapmazsınız; ben şimdi sizin üzerinize taş yağdırayım da görün gücümü."

Bunu söyleyen bir Tanrı değil; insan gibi yaşayıp insan gibi düşünen bir varklık olabilir ancak.

Allah neden, nankör bir tür yaratıp, o türü cehenneme atmakla tehdit eder ki? Bu davranışın bir örneği; gece yarısı uyumayıp huzursuzluk çıkaran çocuklara, anneleri tarafından "öcü geliyor hemen uyu" tarzında yapılıyor.

Bir ilah, neden yarattığı aciz kullarını korkutarak sevgisini kazanma davranışında bulunsun ki? Bizler bilgisayarların çalışması için programlar yazıyoruz ve bu bilgisayarlar biz ne istersek onu yapıyorlar. Allah, bizlere verdiği aklı neden ona itaat edeceğimiz şekilde programlamamış ki?

Allah bizleri Şeytan'la mücadele etmemizi istiyor! Neden? Yoksa Şeytan'ın Hz. Adem'e secde etmemesi saygısızlığını hazmedemediği için bir intikam alma yarışında mıdır???

Neden bu savaşına bizi alet ediyor ki? Kendi meselesini kendisi çözsün, bizi İblis ile muhatap etmesin!!!

Adı Allah olsun ya da başka bir varlık; ben bunların hesabını sorarım arkadaş!!!

Benim cennete girmem mevzu bahis olamaz, bütün insanlar cennete girecek! Hem de bütün hayvanlar, hem de bütün o güzelim bitkiler. Ben yaptığım ibadetler ile Allah'ın sevgili kulu olacam; inanmamış gerizekalılar da sırf akılları hakikati idrak edemedikleri için cehennemde yanacaklar, öyle mi?

HAYIR, HAYIR, HAYIR!

Peygambere tanınan ayrıcalıktan ben de istiyorum, ona verilen akıldan ben de istiyorum.

Peygamber düşmanı olan Ebu Leheb neden cehenneme gitmekle yargılandı! Söyliyim, ona verilen idrak yeteneği o kadardı! Aptaldı yani, Allah'ı anlayamadı, ÇÜNKÜ YARATICI KENDİSİNİ ANLAYAYACAK AKLI ONA VERMEDİ! Bu yüzden Ebu Lehep, Ebu Leheb'lik yaparak peygamber düşmanı oldu.

Akıl verdim deyip sorumluluğu insanlara bırakıyor Allah!

Diyor ki, düşünüp okusaydınız, yanlış yapmasaydınız! Ben size peygamber gönderdim, kitap gönderdim, falan filan...

Ya iyi de bizi yaratan sensin, azıcık daha akıl vermeye gücün yokmuydu???

Bizi neden imansız olmakla suçluyorsun? Biraz daha akıl verseydin, biz de bülbül gibi Allah derdik . Aptalız, anlamıyoruz, seni de tanımıyoruz, peygamberini de!!!

Ben alemleri yarattım, ezelim, ebedim diyen bir yaratıcıya en harbisinden böyle bir hesap sorma hakkım vardır! İşte bunu düşünmeye yetiyor aklım, namaz kılmaya değill!

Tasavvufun ana teması Vahtedi Vücud'dur. Yani herşeyin özü birdir; herşey O'nda başlar ve O'nda biter. O Rahman ve Rahim olan Allah'tır!

İşte bu çerçevede, bu yolun yolcuları yolda yürürken önlerine çıkan bir taşa ayaklarıyla vurup o taşla eğlenmezler.

O küçük taş Rabbin bir tecellisidir. Bu zihniyeti özümsemiş kimseler, "Yaradılanı sev, yaratandan ötürü." öğretisini yaşarlar ve en cahil aptal insanın kabahatlerine yanlışlarına büyük bir şevkatle cevap verirler.

Hz Eyyup gibi, gelen hastalıkları Rabb'in nimeti olarak görüp şükrederler!

İş bu halde, EĞER HERŞEY TANRININ TECELLİSİ ise, olup biten herşeyden de O sorumludur. Bizde ki bu akıl tesadüfi oluşmadı, onu da veren Allah'dı; fazla verseydi de günaha girmeseydik!!!

Enel Hâkk, Kâzım Mızrak

Uyarı: Yazarı bir yazısı veya bir kaç tespiti ile önyargılarda bulunarak değerlendirmeyiniz. Onun edebi uslubunda ironi diye bilinen alaycı temalar sık sık kullanılır. Zihnindeki karşıt düşünceler ile oynayarak doğruyu arayış sürecini yaşamaktadır.

Dip Not: Ben inancı zayıf olan bir insanım, eğer siz bu konuda işin doğrusunu biliyorsanız ben ölmeden önce bana bişeyler anlatın da aklım başıma gelsin. Bilmiyorsanız gidin de öğrenin kardeşim, böyle cahil cahil yaşamayın yaa...

24 Ağustos 2005

"Bulutların Üzerindeki Allah" Modeline Eleştiri

Az önce bir vurgun gibi geldi aşk, sonra geldiği gibi gitti. Hayıflandım hala günahlarda olduğuma. Namazımı kılamıyorum, daha doğrusu tembellik ediyor yarını var diyorum. Az önceki duygusal yoğunluğu kaybettim, nasıl öyle oluyorsa; bazı bazı yaşıyorum bu yoğunluğu. Allah var diyorum, adı o değilse bile var bişey; bütün sistemleri vareden bir varlık.

Hayatta acı çekmemek için şeklen de olsa, O varlığa yalakalık edeyim diyorum. Hani kalbimiz kirli de olsa; "Ya Rabbi sen çok büyüksün, yaşa varol, helal olsun!" diye elimi açıp yakarayım diyorum.

Belki bi kıyak çeker de, hiç görmediğim nimetler ihsan eder bana. Dünyada da, ahiretde de çok çok mutlu olurum. Madem ki yaratmış ihtiyaçlarımıza da cevap versin. Yok öyle bulutların üstüne kurulup; sen cehenneme, sen cennete diye ahkam kesmek!

İçsel Kavgam,
Kazım Mızrak

23 Ağustos 2005

Öfkeli - Şefkatli - Sevecen ve Şakacı Kâzım Mızrak

Büyük Resim İçin Tıklayın!Bu suratsızın neresi sevecen yaa, iki gündür bunu anlamaya çalışıyorum; başlık olsun diye yazmış öyle bişeyler işte. Utanmasa bi de çerçeve yaptırır bu yazıyı; neymiş efendim, şevkatli ve sevecenmiş!?

İçsel Kavgam,
Kazım Mızrak

19 Ağustos 2005

Akıllı Tasarım Teorisi ve Mustafa Akyol

Evrim Teorisi olarak bilinen raslantısal varoluş hikayesi; bilimin ortaya koymuş olduğu Akıllı Tasarım (Intelligent Design) Teorisi ile karşı karşıya kalmış durumda, her iki teori de birbirini yalanlıyor.

Akıllı Tasarım Teorisi felsefi nitelikteki kişisel paradigmalardan ve din sistemlerinin dogmatik yaklaşımlarından uzak bir şekilde; somut bilimsel yöntemler kullanarak evrenin bir akıl tarafından kurgulanarak yaratılmış olduğunu açıklamaya çalışıyor.

SkyTurk haber kanalında bu konuyla ilgili bir söyleşi programı vardı bugün. Programın misafiri Mustafa Akyol, bu teorinin savunduğu temelleri meraklı zihinlere anlatma gayreti içersindeydi. Program saat 17:00 da başlayarak, 18:00'a kadar sürdü.

http://www.mustafaakyol.org
http://www.intelligentdesignnetwork.org
http://www.skyturk.tv

18 Ağustos 2005

Korkarım ki Ben İşe Yaramaz Bir İnsanım

"Ayinesi iştir kişinin, lafa bakılmaz." şeklinde bir söz okudum bugün, hoşuma gitti. Kendimle içsel bir kavgaya girdim, "Sen, çok konuşan, ama az icraatı olan birisisin!".

İçimdeki ses "Hayır, kapris yapmıyorum. Ben çok konuşan ama bildiklerini hayata geçiremeyecek kadar beceriksiz bir insanım. Ancak bugüne kadar asla yılmadım, herşeyin bittiğini düşündüğüm anlarda dahi bir derin nefesle yeniden ayağa kalkmasını başardım.

Senin kim olduğun ve hakkımda nasıl yargılamarda bulunduğunla ilgilenmiyorum. Düşüncelerimi ve hareketlerimi tasvip etmiyor olman, yanlışlarda olup utanmam gerektiğim anlamını da taşımıyor. Biliyorum icraat yapılması seni madden tatmin edecek, lakin ben bu yetenekten uzağım muhterem.

Ancak, düşün dünyamdaki hayallerimle, mutluluğa ulaşmaya çalışıyorum. İstersen sen buna halüsinasyon de, istersen şizofrenik buhran de! Sana gülümsüyorum dostum, kal sağlıcakla." şeklinde cevap verdi.

17 Ağustos 2005

"Olmak mı, Olmamak mı? İşte Bütün Mesele Bu!"

Sıradışı insanlar vardır, lüzumsuz gibi görünen ya da luzumlu gibi şekil çizen kimselerden bahsediyorum. Hayvanlar alemi, bitkiler alemi diye canlıları kategorize eden insanoğlu, kendi türünü de sınıflandırmayı ihmal etmemiştir.

İnsanlık alemi de sağcı, solcu, kominist, cumhuriyetci, dinci, milliyetci, milliyetsiz, şerefli, şerefsiz tarzında sınıflanmalar gösterir.

Amerika'da siyahlar beyazlara köle oldular. Hindistan'da doğuştan gelen asalete inanıldı. Tanrı insanları yaratırken "Sen fakir, Sen de zengin olacaksın!" mı diyor yoksa? Görünüşe göre evet öyle. İmtahan içersinde olduğumuz inancı baz alındığında "Neden aynı şanslara sahip olarak başlayamıyoruz?" şeklinde bir soru geliyor akla.

Buradaki inceliği anlamakda fayda var. Zira toplumlar arasındaki savaşlar, menfaat kavgaları, terorist ve anarşik eylemlerin özünde bu husus yatar. Yokluktan perişan olmuş bir toplum komşunun refah seviyesini kıskanır, haksızlığa uğramış toplumlar kaybettikleri menfi değerleri geri kazanmak için savaşırlar.

Dünyaya şöyle bir baktığımızda, olup bitenleri iyi idrak edebilelim ki olaya vakıf olarak çözümlemeyi yapabilelim.

Sorunu farklılıklar olarak tespit ettiğimize inanıyorum!

Şimdi problemi çözmek için soruya soruyla yaklaşımda bulunalım. Herkes sahip olduğu ile nasıl yetinir de, altı milyar insan mutlu olur?!

Kuran-ı Kerim bu soruya cevap vermek için gönderilmiş. Henüz bu kitabı tam anlamıyla okumadım. Bu yüzden dolayı, kitabın problemlerimize cevap verip veremediğinden emin değilim. Lakin başka bir altarnatif de göremiyorum, varsa lütfen bana haber verin ben de öğreneyim!

Ebedin Yolcusu,
Kazım Mızrak

16 Ağustos 2005

Bir Ağustos Akşamında, Kazım Mızrak

Büyük Resim İçin Tıklayın!"Günden güne yaşlanıyoruz; anbean ölüme doğru koşuyoruz, ölüm de bize. Bu ne huzur verici bir bilinçtir, hiç bir mutsuzluk ya da hüzün duymuyor insan!"

Bilincin Uyanışı,
Kazım Mızrak

15 Ağustos 2005

"Çarklar Arasında" Kalan Düşünce Mahkumları

Aynı havayı soluyoruz, aynı güneşi görüyoruz ve aynı dili konuşuyoruz ancak ayrı dünyalarda yaşıyoruz sanki. Hiç kimse diğerinin derdine ortak olamıyor, anlayamıyor sevdiği insanın ısdırabını. Mutluluk mevzu bahis olunca herkes aynı dili konuşmaya başlıyor, bakın bu vaziyet gözümden kaçmadı; neden ekmeğin yağlı tarafını istiyoruz hep?!

Yarasını gizleyemeyenler var aramızda; susuyorlar, salak salak gülüyorlar, deli olarak bilinmek pahasına yeter artık diye haykırıyorlar. Onları günden güne kaybediyoruz aramızdan, küskünlükleri ile kabuklarına çekiliyorlar...

Statik -Dinamik - Uçan Araba - Newton - Çöplük

Stabilite diye bir şey vardır Fizikte. Maddenin durağanlığını sürdürmesi demektir, daha bilimsel anlamıyla evrenin dinamik hareketlerine karşı uyum sağlayabilme yeteneğine Statik Durağanlık denilir.

Eylemsizlik Kanunu'na göre, hareket halindeki madde hareketini sürdürmeyi ister; yerinde şeklen duruyor görünen madde, yine bu durağanlığı sürdürerek hareketsiz kalma eğilimi gösterir.

Bir gökdelenin durağan olduğu kabul edilir, zira o haliyle dünyanın ekseni etrafındaki dönüşünden kaynaklanan Merkezkaç ve Yerçekimi kuvvetlerine karşı iş yaparak dünyanın dönüşüne karşı eş zamanlı hareket eder hale gelmişdir.

Bahsi geçen gökdelenin, tüm kainat ile etkileşim içersinde olduğu bariz bir gerçektir. Ancak dünya ile eş zamanlı hareketi Güneş'e göre veya Ay'a göre nasıldır ?

Burada bağımsız hareket halindeki nesnelerden söz ediliyor olduğu dikkat çeker. O halde birbirine göre hareket halinde olan iki nesne, nasıl olur da statik dengeye ulaşabilirler. Burada diğer bir kavramı ele almak yerinde olur; Dinamik Denge!

Hareket halindeki nesneler kendi aralarında dinamik bir denge halinde olurlar. Bu denge sayesinde Dünya, Güneşin çevresindeki turunu aynı süre içersinde tamamlar.

Peki yukarıda bahsettiğimiz Statik Denge'ye ne oldu?

Burada olayı koparalım ve Statik Denge Kanunları'nın lokal anlamda kullanılabilen uydurma denklemler olduğunu söyleyelim. Zira hareket halindeki gezegenlerin ve yıldızların mevzu bahis olan gökdelen üzerindeki kütle çekim kuvvetleri; o gökdelenin statik anlamdaki durağanlığı üzerine etkide bulunurken; Yerküre ile Bina arasında harekete sebep olurlar.

Biz bu hareketi depremlerde iyi hissedebiliyor olsak da, normal şartlarda gözlemleyebilmemiz mümkün olmaz.

Bu yazıda Kainatın sürekli bir devinim halinde olduğu üzerinde durdum, diğer bir anlamla Statik Denge değil Dinamik Denge söz konusudur. Bu halde Sir Isaac Newton'un "Bana bir dayanak noktası gösterin; Dünya'yı yerinden oynatırım." sözü güme gidiyor diyebiliriz.

M1.d1=M2.d2 formülü ile hesaplanan Newton'un iddaası; evrendeki tüm maddesel varlıklar ihmal edildiği takdirede söz konusu olabilir; çünkü Kainatdaki nesnel maddelerin kütle çekim kuvvetleri M1 ve M2 üzerinde farklı tesirlerde bulunur.

Peki Statik kanunlarını çöpe atmamız bize ne kazandıracak? Asıl bu mokta üzerinde duralım!

Uzay Filimlerinde görmeye alıştığımız, yerçekimine karşı koyabilen vasıtaların üretilebilmesi; Evrendeki dinamik hareketlere karşı nasıl bir iş yapabiliriz ki böyle bir gayeye ulaşırız, sorgulamasından geçer. Bu ifade Statik Kanunları'nı çöpe atar, bilmem anlatabiliyor muyum?!

Şekersiz Çay,

Kazım Mızrak

Mutluluğun Anahtarını Bulmamızı Sağlayan, Bilgidir!

Bu spam comment leri yazan kişiler ile aynı işi yapıyoruz bir bakıma. Onlar ürünlerinin reklamını yapıyorlar, bizler de düşüncelerimizi pazarlıyoruz.

Bu tespiti Realitedir sınıfına kaydediyorum.

Yani kim masumca "Ben öylesine yazıyordum." derse; "Yok ya, ben de bal kabağıyım, memnun oldum." şeklinde bi cevap alır benden.

Siz en iyisi beni yormayın ve kendi kendinize "Ben niye yaşıyorum?" şeklinde bir soru yöneltip cevabını düşünün!

Diyorum ki: Bireyler hal ve hareketlerinde merkezden dışa açılan bir etki tepki mekanizması geliştirerek arzu ve isteklerini elde etme yönünde eyleme geçerler.

Merkez bireyin kendisidir, dışarısı ise bireyin yaşam alanıdır; dış cephe etki ile bireyde bir tepki uyandırır.

Bu tepkiler kitap okuma, şiir yazma, spor faliyetleri, sevme, küsme, özleme, aşık olma, blog yazma, ibadet edip Tanrıya yakarma, düşmanlar edinerek savaşma, dostlar edinerek mutlu olma halleri gibi örneklendirilebilir.

Niye yaşıyorum? diye sorduğumda aklıma gelenler bunlar oldu.

Yaşam hissedenler için trajedi, düşünenler için ise komedidir demiş adamın birisi.

Bana herşey o kadar saçma ve komik geliyor ki. İnsanlara Tanrıdan bir öcü gibi korkmaları nasihat ediliyor, gözünü kan ve toprak bürümüş Milliyetçi Özgürlük Delileri Irak'da insan avlıyor.

Bunlar kimileri için acı şeyler, lakin üzerinde ciddi ciddi düşünüldüğünde, olup bitenleri saçma bulup gülesi geliyor insanın.

Tanrının yarattığı sistemde üzüntü, gözyaşı, intikam, gurur, işkence, yalancılık, intahar, drakula, atom bombası, radyasyon kavramları illâ ki olmalı mıydı?!

Yüce varlık bu kadar mı mükemmeldir? İşte gene inancımı kaybettim, bu bilim adamları çok düşünüyorlar sonra da böyle kafayı sıyırıyorlar işte...

Trajikomiksiniz,
Kazım Mızrak

14 Ağustos 2005

Hayal Dünyasında Yaşayanlara Yenilgi Yoktur

Amacına ulaşamayıp umutlarını kaybeden insanlar görüyorum, küsüp pes ediyorlar, argo tabiriyle havlu atıyorlar mücadeleye. Son Adım'ın da atıldığını düşünüyor olabilirler. Ya bir son adım daha kaldıysa galibiyete!?

Bu son adımlar hiç bitmiyor kimileri için, mücadelenin sonu yaşamın sonudur şeklinde bir yorum getiriyorlar sanırım, bu yaklaşımın da pek akli yönü yok gibi görünüyor.

Çünkü profesyonelce değil, kazanamazsan kaybetme anlayışı ile ters. Kumara kendini kaptırıp, önce herşeyini ve sonra hayatını kaybeden insanlar aklıma geliyor. Onlar da son bir şans düşüncesiyle o masaya oturmaktaydılar.

Peki mücadelenin ne zaman bittiğini ve mağlubiyeti ne zaman kabullenmemiz gerektiğini hangi kriterlere göre belirleyeceğiz?

Gerçeklik ile Düş Dünyası arasındaki bağlantı nasıl sağlanır?! Eğer birey bu bağlantıyı kuramaz ise ona yenilgiyi öğretemeyiz; yenilgiyi öğrenememiş birey kendisini Kainatın Hakim Gücü yerine koyma eğilimi gösterir.

İşte bu önemli noktanın doğruluğu sebebiyle çocuklarımıza yenilginin nasıl birşey olduğunu daha o çocukluk çağlarında sportif faaliyetler ile yaşatalım. Kazanılamayan bir maçın ardından olay çıkartan İngiliz fanatiklerini hatırlatarak; kaybedişlerin öfke anlamına gelmeyeceğini o küçük zihinlere anlatalım.

Yenilgiyi kabullenmeyi insani erdemlerin bir işareti olarak tanımlıyorum. Burdan yola çıkarak şöyle tatlı bir sonuca ulaşabiliriz, Beşiktaş Gönüllerin Şampiyonudur :)

Yenilen Pehlivan,
Kazım Mızrak

12 Ağustos 2005

Kulak Zarı Yırtık Olarak Yaşamak Zorundayım

Benim sağ kulağımda çocukluktan kalma bir maraz vardır. Çocukken, 6 -7 yaşlarında, kulağımdaki akıntı şikayetleriyle bir doktora gidiyoruz. Bu doktor sonradan öğrendiğim kadarıyla iç hastalıkları uzmanıdır. Doktor amca yanında çalışan hasta bakıcısına beni havale ederek kulaklarımı yıkatıyor; bu kulak yıkama merasimi su dolu şırıngının kulak boşluğuna tatbik edilmesi şeklinde bişeydi o zamanlar, sene 1987 falan. Bu uygulama bir kaç defa yapılır bana. Son defa yapıldığında burnumdan aşağı doğru su gelmiştir. Kulak boşluğundan östaki borusuna doğru sızan su, oradan da burun kanallarına akarak burnumdan damla damla dışarı çıkar. Kulak zarı ya o zaman suyun tazyiki ile yırtıldı ya da iltahap yüzünden zaten yırtıkdı. Nihayetinde kulak zarı yırtık bir kulağım olduğunu bu sayede gözlerimizle de görmüş olduk.

Hala soğuk mevsimlerde sık sık iltahaplanıp akıntı yapan bir kulağım var, ne güzel de mi :)

"Medeniyet Dediğin Tek Dişi Kalmış Canavar"

Para her toplum için bir ilah haline gelmiş. Bu duruma bir çare bulalım. Onun yerine başka bir öğeği Tanrısallaştıralım, mesala sevgiyi. Böylelikle evrensel bir dil ile konuşmaya başlamış oluruz, herkes birbirini anlar. Parası olmayan olana düşman kesilmez, olan da olmayana tevazu ile şefkat gösterir.

11 Ağustos 2005

Samimiyet Arayanlar Önce Susmasını Öğrensinler!

Geçen gün burada bir arkadaş daha bahtetmişti; arkadaşlar arasındaki geçimsizlikten.

Buna arkadaşlık ya da dostluk demeyelim, insanlar arasındaki iletişimi ima ediyorum.

O geliyor "sen bu değilsin" diyor, bu geliyor "çok bayağsın" diyor, şu geliyor "samimi ol kardeşim" diye söyleniyor. Bana da keçiler geliyor haliyle, samimiyet pahasına içimdeki bütün pislikleri çıkartıp karşımdaki insanları al aşağı rezil ettiğimi düşlüyorum o an. Tabi bu düşlerden haberi olan bi benim, karşımdaki zavallı gerizekalılar da hala beni adam etmek için uğraşa dursunlar.

Üstüne alınanlar bana bi teessüf mesajı göndesinler lütfen, onlarla ayrıca konuşalım.

Alın Size Samimiyet,
Kazım Mızrak

10 Ağustos 2005

Ölümün Tatlı Olanı Var mıdır?

Yaşamak sanatdır, sen sana verilenle yetin, elindekilerle eşi olmayan eserini ortaya koy. Hiç birşeyden korku duyma; tek endişe duyacağın şey, amansız gelen ölüm olsun. Son nefesinde, ruhunu şehadetinle teslim edebilmeyi dile ve bu dava için yaşa. Gerisi hem hoşdur, hem de harbiden boşdur :)

Matrix'den Çıkış, Kazım Mızrak

9 Ağustos 2005

Maddesel Varoluşumun Rastlantı Olması İmkansızdır

Ucunu başını göremediğimiz bir kainatdayız, öncesinden bi haber olduğumuz bir patlamayla (BigBang) evren varoluş kazanıyor.

Momentum denilen maddenin hareket kazanmasından doğan kuvvetler prensibine göre (P=mv); bir patlamada merkezden dağılan parçalar, içten dışa doğru yönelmiş bir doğru halinde dağılım gösterir. Altını çiziyorum, doğru halinde dağılım gösterir; eğri değil.

Eğer BingBang olayında; patlamada dışa saçılan maddelerin eğrisel bir yörünge çizmiş olabilecekleri iddaa edilecek olursa: Bunu iddaa edecek olan zeka sahipleri patlayıp yok olmuş olan Merkez Çekirdekden başka hangi Kütlesel Çekim Gücünün bu etkiye sebep olmuş olabileceğini de açıklamak durumunda kalırlar.

Eğrisel dönüş hareketlerinin olabilmesi için; BigBang in yaşandığı çekirdekden başka maddesel bir öğenin varlığı da kabul edilecek olursa, o varlıktan başka varlıkların olduğu da iddaa edilebilir.

Eğer tek bir çekirdek vardı deniliyorsa, patlamanın ardından eğrisel saçılmanın yaşanması imkansızdır. Nasıl saçılır peki, tabiki doğrusal!

Doğrusal saçılmanın yaşanmış olmasına rağmen evrendeki tüm gezegen ve yıldızlar sistemli bir dönüş halindedirler. Bu dönüşün, çekirdeksel bir patlamanın ardından oluşması imkansızdır.

Ama saçılan paçaların birbirleri arasındaki kütlesel çekim kuvvetleri bu dönüşlerin başlamasına sebep olmuş olabilir.

BingBang Teorisi'nin bu adımı çürütülemiyor! Burada takıldım :(

8 Ağustos 2005

Kendini İspatlamak, Mutlululuk ve Küskünlük

[ * Birisi ] [ # Mızrak ] [ & Diğeri ]

*Seni Çok Gayretli Görüyorum. #Evet, ben de öyle görüyorum. *Kendini ispatlamak ister gibi bir halin var. #Hadi yaa, farkında değildim. Nasıl bişey bu kendini ispatlama işi, iyi bişey mi, yoksa kötü bişey mi? *İyi ya da kötü demeyelim, öylesine bir tespit. #O halde niye kötü bişeymiş gibi söylüyorsun?! *Yok canım sana öyle gelmiştir.

&Bence pragmatist olmak iyidir. Birileri çalışsın ve sen onların üstünden geçin. #Hımm, iyi bir fikir. Sen pragmatist birisi olarak mı yaşıyorsun. &Eh işte şöyle böyle, tam olarak değil, etiğe uygun bulmuyorum. #Bütün insanların yarar sağladığı bir pragmatist anlayış yok mudur. &Vardır canım, niye olmasın!? #O halde parçanın iyi olması için değil, bütünün iyi olması için pragmatist olalım!?

*Gayretli olma konusunda çalışmaların hoşuma gittiği için öyle bir yorum yapmıştım. #İlk önce kendini ispatlamaya meraklı birisi olmakla suçlandığımı hissettim. Bu sözün beni üzdü. İnsanın kendisini ifade etmesi bu şekilde aşağlanmamalı, utandırılmamalı.

*Eğer gerçekten samimiyetle kendini yaşıyorsan dediklerimi duymaz, bildiğin yolda ilerlersin. Sana söylediklerimle inancını sınamış ol! Ne dersin? #Mantıklı bir savunma ve doğru bir cevap, ne diyebilirim ki haklısın. Lakin bu yolda kendini riske atıyorsun, beni sevmediğini bana düşündürmekle beni sana karşı küstürüyorsun. Bu; seni mutlu etmek için; senden uzaklaşmam gerektiği anlamına gelir! Anlıyor musun? Evet! Zekan bunu anlamaya yeter...

İçsel Kavgam,
Kazım Mızrak

Uyurgezer Olmadığımdan Eminim

Saat üç sıralarıydı, uykum gelmişdi; evet gerçekden de öyle. Göz kapaklarım ağır ağır kapanıyordular. Sonra dünyayı ben mi kurtaracam yaa deyip attım kendimi yatağa, tabi önce bilgisayarı kapattım. Bazen ışığı kapatmaya takatim kalmıyor ve sızıp kalıyorum ama bazen :)

Şu uyku sorununa bir çözüm bulmalıyız, hiç uyumazsam daha çok çalışabilir ve daha çok şey öğrenebilirm. Ama ille uyumak zorunda kalıyorum, uykumda rüyalar görüyorum; ne kadar gerçekçi şeyler yaa. Yaşıyo muyum, hayal mi görüyorum? Ancak gözümü açınca rüyada olduğumu anlayabiliyorum.

Sonra şüpheye düşüyorum; eğer rüyada iken uyuyor olduğumun bilincine varamıyorsam, uyanık olduğumu sandığım zamanlarda da başka bir rüyanın içinde olamam mı? Hadi bakalım burdan yak, sabah sabah 100 puanlık bi uzman sorusu.

Hala bilgisayarın başındayım, bu vakte kadar uyuyamadım anlayacağınız. Uyurgezer olmadığıma göre, şuan uyanık sayılırım yarı mayışmış vaziyetde. Bi uyuyabilsem, bi u yu ya bil sem bennn!

Tam Bir Ahmak,
Kâzım Mızrak

Anlayabildiklerimiz Bize Müsaade Edildiği Kadardır

Problem: İçte olan içtedir. Dışta olan dışta. Allah bu sonsuzluğun neresindedir? Dışında mı? İçinde mi? İçte olan, dışta yoktur! Dışta olan, içte yoktur! Öyleyse Allah, dıştaysa, içte olamaz! İçteyse , dışta olamaz. Peki O hani her yerdeydi?

Cevap: Doğmamış ve doğurmamış olan Allah, yarattığı bir madde gibi varlık değildir, varedilen değildir, varedendir! İçte de olamaz, dışta da! Aşağıda da olamaz, yukarda da! Bu kavramlar algılayabildiğimiz boyutların bir aldatmasıdır.

Sonuç: Allah'ı düşündüğümüzde yanımızda olduğunu idrak ediyor durumdayızdır. O'nu aklımızdan çıkarıp unutduğumuzda yanımızda olduğunu idrak ediyor durumda değilizdir.

Onun huzurundayız; uyuyorken, uyanıkken, konuşurken, düşünürken, yemek yerken, yatarken, sınavdayken, ağlarken, doğarken, ölürken, can çekirşen, isyan ederken, yalvarırken, döverken, sövülürken, bağırırken, gülerken!

Bunu anladığımızda bütün acılarımız bitecektirdir inşallah! Bir ihtimaldir diye kesin bir ifade kullanmadım. Eğer O rıza göstermezse bilmem ne üniversitesinin profesörü olmamız pek işe yaramayacaktır. Demek ki anlamamız için önce bunu niyaz edicez; anlamayı!

Anlayana Sivrisinek Saz, Anlamayana Davul Zurna Az!

Radikal düşüncelerimle hiç kimsenin tepkisini çekme merakında değilim ya da şöhret olayım diye bam teline vurmuyorum yazılarımda.

Bunları bu şekilde sıralarken, yazılarımı okuyan misafirlerin nefislerinde belirebilecek olan düşmanlık dürtülerinin farkında olmaları konusunda dikkatlerini çekmek isterim.

Zira bazı kimselerin yaşama tarzını iğneleyici yazılar yazdığım görünen bir durumdur.

Düşünerek, yazarak kendimize ders çıkarmaktır gayemiz ve belki işten anlayan düstur sahibi üç beş gönül insanı çıkar da bize yol gösterir diye ümit ederiz.

Yoksa hiç kimsenin çorbasına biber olma niyetimiz yoktur, bu mevzu böyle bilinsin! Anlamayanlar da gelsin burada bize sorsun, sağda solda dedikodumuzu yapmasınlar...

Saygılarımla,
Kazım Mızrak

7 Ağustos 2005

Feminizim Bize Neyi Öğretiyor Dersiniz?

Öyle bir hale geldik ki, hatun kişi anlamına gelen "karı" kelimesini kullanmaya utanır olduk. Feminist geçinenler sağolsunlar, ezilen tür ideolojisini hemcinslerine aşılarken; biz erkeklere ne ölçüde muhtaç olduklarını unutmaktalar, unutturmaktalar!

Bir kelime tarihe karışırken, kaybolan değerleri de masaya yatıralım. Anlama özürlü, harbiden at gözlüğü takıp dünyada olup bitenleri izleyen kimseler beni bağnaz ve gerici olmakla itham edebilirler; eğer onlara verecek cevabı olan bir kimse olmasaydım, bugün gerçek adımla burada yazı yazıyor olmazdım.

Bu geniş konuya da daha sonra değinmek istiyorum, nick diye bilinen ikonik isimler ile blog yazma mevzusu! İnsanlar gerçek yüzlerini mi saklıyorlar, yoksa dışarda yaşayamadıkları içsel kimliklerini burada bütün gerçekliği ile ifade etmek adına mı bu yolu tercih ediyorlar. Çok derin ve geniş bir konu...

"Karı" kelimesine neden yabancılaştırıldık? Bu kelime sadece iki sesten mi ibarettir yoksa bir birlikteliğin somutsal tekliğe inmesini mi anlatır?

Kimya derslerinden karışım ve çözeltiler mevzusunu hatırlayınız; işte orada ki karışım kavramını ima ederek diyorum ki; maddelerin karışımı yeni bir fiziksel form meydana getirirken, asla karışıma giren maddeler kendi özünden bir değer kaybetmezler.

Nihayetinde kimyasal anlamda bir reaksiyon değil, fiziksel anlamda bir bütünleşme söz konusudur. Alaşım denilen karışımlar da vardır; bu olay da yine fiziksel bir oluşumdur.

Kimya bilgimizi tazeledikten sonra; gelmek istediğim nokta hemen hemen anlaşılmıştır sanıyorum.

Olması gereken kadın erkek ilişkilerinde; bir kenetlenme hali, madden ve manen bir birleşim söz konusudur. Zamanın insanı madden birleşmeyi idrak edebilmişse de, manevi yönden bir bütün olabilme konusunu hep es geçmiştir. Aklı yetmediğinden midir acaba? Zira sokakdaki itlerde aynı işi yapıyorlar ve iki saat sonra dişi kendini kâderine terk edilmiş halde buluyor!

Başa dönüp, geldiğimiz noktayı yeniden düşünelim.

Bir erkek, nikahındaki karısına öyle bir gözle nazar eder ki; öyle bir manevi bakış açısı ile yaklaşımda bulunur ki; kadın o erkek için madden ve manen bir bütünün diğer yarısı haline gelir.

Bu hallenme kanın kana karışması gibi, duyguların yüreklerden birbirine doğru akıp birbiri üzerine sarılması şeklinde tasvir edilebilir.

İşte bu zihniyet, erkeğin kadınına "Benim Karım!" diyebilme egemenliğini kazandırır. İki maddenin bir olması ancak böylesi birbirine karışma ile söz konusu olabilir. Günümüzde para gibi olumsuz çevresel dirençlerin yüksek düzeyde olması böylesi ilişkilerin yaşanmasına mani olmakta ve haliyle insanlar bu duyguları yaşamaya yabancılaşmaktadırlar.

Bu yoksunluk içersinde, cinsellik her iki taraf için de ön plana alınır duruma gelmektedir. Heves dolu başlayan üç günlük ilişkilerin ardından maalesef yalnızlıklar başlıyor; acı dolu isyanlar, çekilen ısdıraplar, feryatlar, ağlayışlar...

Huzur duyan bir toplum için konuşuyoruz; buraya kadar neden bahsettiğimizi hala anlamamış olanlar için alt yazı geçelim!

Düşündükçe,
Kâzım Mızrak

Geçen Hafta Karabük'de Taş Devrini Yaşadık

Karabük'de geçen hafta yol yapım çalışmaları vardı. Safranbolu Karabük arasındaki çevre yoluna kuru mıcır dökülmüştü. İşte asvalt çalışması bundan ibaretti.

Silindir yerine şehrin dört bir yanındaki araba, dolmuş, otobüs ne varsa hafta boyu kullanıldı. Bir çok arabanın camı bu gayede öndeki araçların arkaya taş sıçratmaları suretiyle parçalanıp aşağı indi.

Bu cam kırılma ritüeli sırasında kaza olup olmadığından bi haberim. Belki camı kırılan bir araç o hızla bankete çarpıp takla atmıştır; sonra arkadan gelen araçlar bu araca çarmışlardır; yani zincirleme bir trafik kazası olmuştur. Ben böyle bişey duymadım tabi, mesela olabilirdi!

Bizim araba da bu mıcır davasından payını aldı. 85 YTL kadar bir masrafa girerek ön camı değiştirdik. Çok şükür yukarda bahsettiğim senaryo yaşanmadı. Ama yaşanabilir miydi? Evet yaşanabilirdi.

Biz kaza yapsaydık, kara yolları genel merkezindeki abilerim amcalarım çok sevinirlerdi sanırım. Zira bu işten onların haberi vardır ve bu işi onlar tezgaglamışlardır. Haberleri olmadan bu asvaltlama iş oluyorsa; onlar ne iş yapıyorlar orada yahu?!

Asvalt yapıyorsanız efendi efendi asvalt yapın, kuru mıcırı yola döküp; bu iş böyle olur havasında bizi mıcırlarla baş başa bırakmayın!

Yolun kenarlarına da tabela koymuşlar; neymiş efendim 30KM sınırındaki hız ile gidiniz. Olur burası da köydü; üçü dinler beşi dinlemez. Yolda gaza basıp geçenlerin canı sağolsun, babaları millet vekili; arkada kalanın camı kırılsın da canı çıksın!

Ya ben bu yaşta bunları düşünüyorum da, o koltuklarını ısıtanlar hangi akla sahiplerdir anlamıyorum. Kaçıncı yüz yıldayız biz arkadaş?

Kuru mıcırı çevre yoluna serip asvalt yapma hikayesi, Türkiye'de güya iş yaptık oluyo. Ya ailem o arabada takla atıp hastanelik olsalardı; dilime gelenleri kağıda yazmıyorum bilesiniz.

6 Ağustos 2005

"Toprak Olmak, Ne Garip Şey Anne!"

Büyük Resim İçin Tıklayınız!  Büyük Resim İçin tıklayınız!

4 Ağustos 2005

Talihsizlik ile Beceriksizlik Arasındaki İnce Çizgi

Trabzonspor Güney Kıbrıs Rum Kesimi'nden Anorthosis isimli takıma elendi. Hedef Şampiyonlar Ligine kalmaktı ama olmadı. Seneye diyoruz artık.

Bir takımı hafife almanın bedelini Trabzonspor maçlara motive olamamakla ödedi. Maçın sonlarına doğru tura havlu atan futbolcuların hakeme karşı olan yalvarmaklı halleri beni bu milletin bir ferdi olarak üzdü. Bu aklı onlara veren teknik yönetimi tebrik ediyorum, zira zihinsel olarak maça hazırlanmış olan bir takım sahada böyle ağlamaklı halde hakemle oynamaz!

Sunucunun ifadesiyle "Türkiye'ye Bayram Havası" estiremedi Trabzonspor. Eğer doksanıncı dakikada gelen gol ofsayt olmasaydı, belki utancımız biraz perdelenecekdi ama o da olmadı.

Yenilmek utanç vermez insana, ama böylesi dillere destan bir oyunla dalga geçilmez de Allah'a mı sığınılır. Orada gol olacak diye topa inanarak vuran kaç oyuncu vardı?

Gökdenizin son dakikalarda kaleyi ve kaleciyi karşısına almış durumda vurduğu top avuta çıkıyor. Gol de olmasın; ama be kardeşim biraz inanmışlığını göster de, biz de gönül rahatlığıyla nasip değilmiş diyelim.

Sahada bir de "Gol Attım Delisi" Fatih Tekke vardı. İyiki top kaleyi bulmuş ve gol olmuş, bizim ufaklık el işareti yaparak etrafına hesap soruyor. Bir Pele, Hagi olursun da ne demek istediğini anlarız. Onlar bile bu şımarıklığı yapmazlar! Oyunun sonlarına doğru kaliteli futbolcumuz Fatih Tekke'nin de maça ne ölçüde konsantre olduğu görüldü.

Şenol Hocanın bağırtı patırtıları zamana oynamaktan başka bir kayıp değildi. Ben en çok da Kulüp Başkanına üzüldüm. Hayallerinin böyle ucuz bir şekilde harcanmasına neredeyse ağlayacaktı adam.

Mağlubiyeti kabullenmek lazım: Trabzonspor, yani Türkiye Süper Liginde Şampiyonluğu 3 Puanla kaçıran bir takım, işte böyle kendine mağlup oldu!

Burası Türkiye; sorumsuz, cahil, vurdum duymaz, kendini efendi sanan, rakibini hafife alan, para delisi insanların memleketi!

İçsel Kavgam,
Kazım Mızrak

3 Ağustos 2005

Ezan-ı Muhammediye Böyle mi Okunur?

Az önce Yatsı Ezanı okundu. Bazen değil ama çoğu zaman harbiden bir aptal olasım geliyor. Düşünme özürlü, ya da diğer bir tabirle düşünememe özürlü birisi olsaydım; bu kadar başı ağrıyan bir kimse olmazdım. Ve hatta şimdi askerden gelmiş bir Fizik Mühendisi bile olabilirdim. Ama hala okumaya çalışıyorum, ne güzel ne güzel.

Yatsı ezanı okundu demiştim. İmam efendi sağolsun öylesine huşu içinde okudu ki ezanı, uyuyasım geldi; hiç duymayanda ne bu yas diyesi gelir! Öyle uyuşuk, öyle yüreksiz işte. İmamın şahsını tanımam, belki karşısına geçsem saygımdan da konuşamam, lakin içim acıyor yaa. Bu millete böyle uyuşuk uyuşuk ezan okuyan bir insan imamlık yapıyor!

Her zaman böyle değildir burada ezanlar, bazen böyle teselli ikaramiye çıkıyor ve ben de Estağfurullah diyorum sinirimi almak için. Aksi halde çıkıp müftülüğün çatısını başlarına geçiresim geliyor; sizin ne işiniz var bu memlekette, ne işe yararsınız siz diye.

Yaparmıyım? Yapmam inşallah! O vakit sorunu çözen insan olmak yerine sorun çıkaran kimse olmuş olurum, bize düşen sabır tesbihini çekmek; geldik gidiyoruz...

1 Ağustos 2005

Globalleşen Dünyada Barış Namlunun Ağzında

Mustafa Kemal Atatürk önemli bir gündem konusudur Türkiye'de. Hemen hemen her kesim onun ismini kullanarak üzerinden rant sağlamaya çabalar. Ben de bu konuda birşeyler karalamak isterim, lakin şimdi değil; daha okumam gereken çok kitap var.

Dilin ucuna her geleni yazarsam, Tarih Bilimi bunun hesabını bana sorar. Yazmayacaz dediysek köşede oturup olup biteni de armut gibi izleyecek değiliz!

Mustafa Kemal "İstikbal Göklerdedir", "Ey Türk Gençliği...", "Elbet Benim Naçiz Vücudum..." şeklindeki vecizelere imza atan kişidir!

Gündemde tartışılan konu, son Padişah Vahdettin'in hain olup olmadığı.

19 Mayıs 1919'da Samsun şehrine ayak basan bir insanı Süpermen edasıyla körpe beyinlere anlatan kimi tarihciler; Cumhuriyeti korumak yolunda birşeyler yaptıklarını mı sanıyorlar acaba!

"Çaresiz ve sefildik"; "çürümüş Osmanlı İmparatorluğu son dönemlerini yaşıyordu", "bir güneş doğdu Samsundan"; "yaşasın 23 Nisan kahrolsun vatanı satan Vahdettin!"

Eline ezberlemesi için bir şiir tutuşturulan küçük kız çocuğu atalarına sövsün, bizim Cumhuriyetci aydınlar da sütten çıkmış ak kaşık gibi masum ayaklarında güya Mustafa Kemal'e ağlasınlar.

Ben de aptalım, 600 yıllık Osmanlı'ya düşman olucam; bizi bu savaşa sokan sizsiniz diye.

Birileri Türk Parlementerlere siz Osmanlı'dan özgürlüğünüzü kazandınız düşüncesini sindirtmeye çalışırken, ben elimde dondurma "Aşkımla Erirmisin" diye şiirler okuyacağım!?

Ermeni Meselesi her Mayıs burnumuzun dibine getirilir.

Bu kokmuş yemeyi soğutup soğutup önümüze getiren Ermeni Devleti midir? Böyle düşünenler çok! Yeni nesillerde Osmanlı'da "Millet-i Sadıka" diye anılan Ermenilere karşı hışımla bir düşmanlık var.

Bu millet Birinci Dünya Savaşında Osmanlıyı arkasından vurarak Katliyamları gerçekleştiren milletin ta kendisidir. Günümüz düşmanlığının sebebi bu değil elbetde. Yüz yılın ardından hala Katliam yaptınız diye ciyak ciyak bağıran kimi kendini ve tarihini bilmezleri artık hazmedemiyor bu topraklar!

Doğuda arapları size özgürlük getiriyoruz diye kandıran İtilaf Devletleri, aynı oyunları özgürlük müjdelerinde bulunarak ellerine silah verdikleri Ermeniler'e yaptılar. Batmayan Güneş haline gelmiş batılı güçler için bu hesaplar ilk değildir tabi!

Doğuda yaşanan üstde kalma savaşında gaye açık ve netti: İmparatorluğun Savaşma Gücünü dağıtmak!

Ermeni meselesini Avrupada, Amerikada Parlementolara sokan şahsiyetler çok mu Hümanistlerdir?!

Bu insan aşkıyla yanıp tutuşan; sözüm ona onca kitap okuyup tahsil görmüş; makam sahibi olmuş adamlar, burunlarının dibinde Bosna'da yaşanan savaşa seyirci kaldılar! Bir halkın katliyamına göz yumdular.

"Biz terörist" arıyoruz bahanesiyle, koskoca Afganistan'ı delikli kürke çevirdiler. Kabil hala asker kaynıyor; böyle bir barışı sıcak yatağında yatan New York halkı yaşamak istermiydi acaba?

Çeçenistanın özgürlük mücadelesini terörizim olarak gören Medeni Batı; istiklal savaşında aynı toprağa kanını akıtan iki toplumu birbirine düşman eden PKK terörünü kutsallaştırıp, Doğu Anadoluda iktidar savaşlarının yaşanmasını suskunlukla izledi!

Filistin, Irak kan gölüne dönmüş; kimin umurunda! Sistem işliyor ve büyük güç kendisini korumak için rakiplerini çil yavrusu gibi dağıtıyor.

Parolamız Globalizm; tek dilde, tek parada, tek dinde birleşme.

Tarih tekerrürden ibaret demişdi birisi, sakın korkmayın Şahin Amerika size özgürlüğünüzü getirecek!

Düşündükçe,
Kazım Mızrak