"Günden güne yaşlanıyoruz; anbean ölüme doğru koşuyoruz, ölüm de bize. Bu ne huzur verici bir bilinçtir, hiç bir mutsuzluk ya da hüzün duymuyor insan!"
"Dünyanın bir yerlerinde insanlar yaşlanamadan bu kaygıyı yaşayamadan hunharca öldürülüyorlar! Onlar ölüme değil ölüm onlara koşuyor! Ölümün koştuğu onlar... Onların ölümünü izlemek. Ve onların ölümünü zevkle izleyenleri izlemek; bu ne huzur verici bir bilinçtir, hiç bir mutsuzluk ya da hüzün duymuyor insan!" :::YAZIK::: "Acı" seni de vururlar bir gün ey acı uçuşup durduğun kanatlarından sazın sözün türkülerin tükenir ellerin koynunda kalakalırsın
şakaklarına kar yağıyor bilesin ey acı gül açan yüzlerimizde göğeriyor rengin senin de
biz seni tâ eskiden tanırız hani göğüslerimize taş olur inerden avuçlarımızda hira dağıydın
al atların tan yerine ayarlanmış yelelerinde akdeniz rüzgarlarına karışan sendin
biliyorum hiçbir tarıh yazmayacak ve bir sır gibi kalacak yakılan kitaplarda göbek bağı anasından henüz çözülmemiş bebelerimize mitralyözlerin okyanus ötesinden ayarlandığını
seni de yakarlar bir gün ey acı bir taptuk kul gözlerinden vurursa parmakların eğri ağaç tutmaz çığlıkların çağlar aşar duymazsın
ve ben biliyorum örümceği, mağarayı, güvercini, asâyı
ve ibrahim’in baltasını biliyorum
nereden başladı bu kesik dans ve bu dansa karşı afyonlanmış hecin yüzlü insanlar kim?
kim kimin yanında kim kimin karşısında
meclis kürsüsünden konuşan bu adam kim
üsküdür kız lisesinde okuyan genç kız çantasında kimin fotoğrafını taşıyor
kadıköy vapurunda sigara tüttüren delikanlılar neden gülüyorlar ki
seni de vururlar bir gün ey acı filistin’de sapan taşlı çocuklar dalın, kolun, fidelerin, budanır kuru bir kütükle kalakalırsın
öyle bakmayın balkonlarınızdan fırat nehri ayrılık çıbanına tutuldu, damarlarımızı yırtıyor tuna nehri, onulmaz boşnak sızıları pompalıyor yüreğimize
pilevne türküleri ağıtlara dönüşürken, çeçenya’da yiğitler inancın emeğin/ve aşk’ın kılcal damarlarına ulanıp sustular… ve ne bağdat’tan ne şam’dan ne mekke’den ne diyarıbekir’den ne istanbul’dan ne buhara’dan bunca telefon direğine rağmen kimse kimseyi duymuyor
seni de vururlar bir gün ey acı halepçe’de soldurulmuş gül gibi bu sevdaya düşsen, sen de yanarsın suskun, sıcak, uzun yaz geceleri
ve siz ey analar, hani siz, gecelerinizi böler, çocuklarınıza ninniler söylerdiniz
hani siz, fatihler doğururdunuz…
gelin-kızların giysileri kirletildi çocuklar hep yetim kaldı
‘elem yecidke yetimen feava’
ve ben biliyorum ben biliyorum istanbul’un bağdat’ın diyarıbekir’in mekke’nin buhara’nın birbirine nasıl bağlandığını, nasıl çözüldüğünü/sonra ey insan ey insanlık ayağa kalk
kolları ve bacakları budanmış delikanlıları boyunları gövdelerinden ayrılmış insanları gözleri uyur gibi kapanmış, kan pıhtıları içindeki bu çocukları
gelişmiş laboratuarlarınızda dikkatle inceleyin ve bir gün bu dünya gül bahçesine dönecek bunu böyle bilin/ ve unutmayın…
1 Yorum:
"Dünyanın bir yerlerinde insanlar yaşlanamadan bu kaygıyı yaşayamadan hunharca öldürülüyorlar! Onlar ölüme değil ölüm onlara koşuyor! Ölümün koştuğu onlar... Onların ölümünü izlemek. Ve onların ölümünü zevkle izleyenleri izlemek; bu ne huzur verici bir bilinçtir, hiç bir mutsuzluk ya da hüzün duymuyor insan!"
:::YAZIK:::
"Acı"
seni de vururlar bir gün ey acı
uçuşup durduğun kanatlarından
sazın sözün türkülerin tükenir
ellerin koynunda kalakalırsın
şakaklarına kar yağıyor bilesin ey acı
gül açan yüzlerimizde
göğeriyor rengin senin de
biz seni
tâ eskiden tanırız hani
göğüslerimize taş olur inerden
avuçlarımızda hira dağıydın
al atların tan yerine ayarlanmış yelelerinde
akdeniz rüzgarlarına karışan sendin
biliyorum
hiçbir tarıh yazmayacak ve bir
sır gibi kalacak yakılan kitaplarda
göbek bağı anasından henüz çözülmemiş
bebelerimize mitralyözlerin okyanus ötesinden
ayarlandığını
seni de yakarlar bir gün ey acı
bir taptuk kul gözlerinden vurursa
parmakların eğri ağaç tutmaz
çığlıkların çağlar aşar duymazsın
ve ben biliyorum
örümceği, mağarayı, güvercini, asâyı
ve ibrahim’in baltasını
biliyorum
nereden başladı bu kesik dans
ve bu dansa karşı afyonlanmış hecin yüzlü
insanlar kim?
kim kimin yanında
kim kimin karşısında
meclis kürsüsünden konuşan bu adam kim
üsküdür kız lisesinde okuyan genç kız
çantasında kimin fotoğrafını taşıyor
kadıköy vapurunda sigara tüttüren delikanlılar
neden gülüyorlar ki
seni de vururlar bir gün ey acı
filistin’de sapan taşlı çocuklar
dalın, kolun, fidelerin, budanır
kuru bir kütükle kalakalırsın
öyle bakmayın balkonlarınızdan
fırat nehri ayrılık çıbanına tutuldu,
damarlarımızı yırtıyor
tuna nehri, onulmaz boşnak sızıları
pompalıyor yüreğimize
pilevne türküleri ağıtlara dönüşürken,
çeçenya’da yiğitler
inancın emeğin/ve aşk’ın
kılcal damarlarına ulanıp sustular…
ve ne bağdat’tan
ne şam’dan
ne mekke’den
ne diyarıbekir’den
ne istanbul’dan
ne buhara’dan
bunca telefon direğine rağmen kimse kimseyi
duymuyor
seni de vururlar bir gün ey acı
halepçe’de soldurulmuş gül gibi
bu sevdaya düşsen, sen de yanarsın
suskun, sıcak, uzun yaz geceleri
ve siz
ey analar,
hani siz, gecelerinizi böler, çocuklarınıza ninniler
söylerdiniz
hani siz, fatihler doğururdunuz…
gelin-kızların giysileri kirletildi
çocuklar hep yetim kaldı
‘elem yecidke yetimen feava’
ve ben biliyorum
ben biliyorum
istanbul’un
bağdat’ın
diyarıbekir’in
mekke’nin
buhara’nın
birbirine nasıl bağlandığını, nasıl çözüldüğünü/sonra
ey insan
ey insanlık
ayağa kalk
kolları ve bacakları budanmış delikanlıları
boyunları gövdelerinden ayrılmış insanları
gözleri uyur gibi kapanmış, kan pıhtıları içindeki bu
çocukları
gelişmiş laboratuarlarınızda dikkatle inceleyin
ve bir gün
bu dünya
gül bahçesine dönecek
bunu böyle bilin/ ve
unutmayın…
Yorum Gönder