7 Ağustos 2005

Feminizim Bize Neyi Öğretiyor Dersiniz?

Öyle bir hale geldik ki, hatun kişi anlamına gelen "karı" kelimesini kullanmaya utanır olduk. Feminist geçinenler sağolsunlar, ezilen tür ideolojisini hemcinslerine aşılarken; biz erkeklere ne ölçüde muhtaç olduklarını unutmaktalar, unutturmaktalar!

Bir kelime tarihe karışırken, kaybolan değerleri de masaya yatıralım. Anlama özürlü, harbiden at gözlüğü takıp dünyada olup bitenleri izleyen kimseler beni bağnaz ve gerici olmakla itham edebilirler; eğer onlara verecek cevabı olan bir kimse olmasaydım, bugün gerçek adımla burada yazı yazıyor olmazdım.

Bu geniş konuya da daha sonra değinmek istiyorum, nick diye bilinen ikonik isimler ile blog yazma mevzusu! İnsanlar gerçek yüzlerini mi saklıyorlar, yoksa dışarda yaşayamadıkları içsel kimliklerini burada bütün gerçekliği ile ifade etmek adına mı bu yolu tercih ediyorlar. Çok derin ve geniş bir konu...

"Karı" kelimesine neden yabancılaştırıldık? Bu kelime sadece iki sesten mi ibarettir yoksa bir birlikteliğin somutsal tekliğe inmesini mi anlatır?

Kimya derslerinden karışım ve çözeltiler mevzusunu hatırlayınız; işte orada ki karışım kavramını ima ederek diyorum ki; maddelerin karışımı yeni bir fiziksel form meydana getirirken, asla karışıma giren maddeler kendi özünden bir değer kaybetmezler.

Nihayetinde kimyasal anlamda bir reaksiyon değil, fiziksel anlamda bir bütünleşme söz konusudur. Alaşım denilen karışımlar da vardır; bu olay da yine fiziksel bir oluşumdur.

Kimya bilgimizi tazeledikten sonra; gelmek istediğim nokta hemen hemen anlaşılmıştır sanıyorum.

Olması gereken kadın erkek ilişkilerinde; bir kenetlenme hali, madden ve manen bir birleşim söz konusudur. Zamanın insanı madden birleşmeyi idrak edebilmişse de, manevi yönden bir bütün olabilme konusunu hep es geçmiştir. Aklı yetmediğinden midir acaba? Zira sokakdaki itlerde aynı işi yapıyorlar ve iki saat sonra dişi kendini kâderine terk edilmiş halde buluyor!

Başa dönüp, geldiğimiz noktayı yeniden düşünelim.

Bir erkek, nikahındaki karısına öyle bir gözle nazar eder ki; öyle bir manevi bakış açısı ile yaklaşımda bulunur ki; kadın o erkek için madden ve manen bir bütünün diğer yarısı haline gelir.

Bu hallenme kanın kana karışması gibi, duyguların yüreklerden birbirine doğru akıp birbiri üzerine sarılması şeklinde tasvir edilebilir.

İşte bu zihniyet, erkeğin kadınına "Benim Karım!" diyebilme egemenliğini kazandırır. İki maddenin bir olması ancak böylesi birbirine karışma ile söz konusu olabilir. Günümüzde para gibi olumsuz çevresel dirençlerin yüksek düzeyde olması böylesi ilişkilerin yaşanmasına mani olmakta ve haliyle insanlar bu duyguları yaşamaya yabancılaşmaktadırlar.

Bu yoksunluk içersinde, cinsellik her iki taraf için de ön plana alınır duruma gelmektedir. Heves dolu başlayan üç günlük ilişkilerin ardından maalesef yalnızlıklar başlıyor; acı dolu isyanlar, çekilen ısdıraplar, feryatlar, ağlayışlar...

Huzur duyan bir toplum için konuşuyoruz; buraya kadar neden bahsettiğimizi hala anlamamış olanlar için alt yazı geçelim!

Düşündükçe,
Kâzım Mızrak

3 Yorum:

Blogger Bâd-ı Sabâ dedi ki...

Yazımda mevzuyu iyice dramatize etmişim. İçimden gelenleri yazdım diyebilirim, demek ki trajedilerle dolu bir hayal dünyam var; ne kadar gerçekle bağlantılı, onun takdirini de size bırakıyorum...

7 Ağustos 2005 22:39  
Anonymous Adsız dedi ki...

Doğru söyledin oğlum.Değerli vaizlerimizden Sayın Necmettin Nursaçan hocamız bir vaazlarında yabancı bir prof.hanımın sözlerini anlatmıştı.aklımda kaldığı kadarıyle
-dünyada kazanılacak en büyük mevki ve mertebelere ulaştım.fakat öyle yalnızımki demiş.nedenini sorunca sizde olan o büyük değer olan aileye sahip olamadım.demiş.işte yabancıların bile imrenerek baktığı gıbta ettiği ailemiz yazık çok yazıkki saçma özenti ve taklitlerle sarsıntı geçiriyor.inşaallah sizler gibi duyarlı gençlerimiz bu değerimize sahip çıkacak diye bütün kalbimle ümit ediyorum.
taşralı anne

7 Ağustos 2005 23:21  
Blogger Bâd-ı Sabâ dedi ki...

Hoşgeldiniz,

Necmettin Nursaçan'ın şuan Kayseri'de il müftüsü olarak vazifeli olduğunu öğrendim, çok şükür bu insanın ismini de duyduk.

Bu düzende para olmadan saadet kurulmuyor ne yazık ki. Böyle bir gerçekle karşı karşıyayız. Bu halde kurulan aileler de sefalet içinde.

Dışardan baktığımzıda herşey güllük gülüstanlık, lakin şöyle anlayan gözlerle bakıldığında hemen hemen her ailenin içinde bir nesil çatışması mevcut.

Çocuklarına maddi anlamda yetemeyen aile boynu bükük kalıyor, sağda soldaki asgari ücretle çalışan çocuklar eline para geçince kendilerini özgür birey ilan ederek çıkıyorlar sokağa.

Sonra gel keyfim gel, paranın hesabını soran olamaz zaten; sigara, alkol, şans ve talih oyunlarında umut arama, kız peşinde zamparalık...

Bunlar toplumumuzun şuan yaşıyor olduğu bunalımlar. Olmayan bişeyden bahsederek insanların kafasına bu düşünceyi empoze etmiyoruz; olanı konuşarak çözüm arayışları içersine girelim diyoruz.

İnşallah ülkemizin ekonomik sistemi düzelir de manevi hayatımızı da yoluna girer.

Söz gelimi, hayvan gibi çalıştırılan işcilere ya da memurlara namaz vakitlerinde izin verilir de o vakitler de ahiretleri için çalışırlar.

Unutmayalım ki inançlı kimselerden ne çevresindeki insanlara, ne de devletine bir zarar gelmez.

Yalnız bu kimselerin de bir nefse sahip oldukları unutulmamalıdır, yani hepten tedbiri bırakarak bu insanlara dahi sonsuz bir güven duyulması sakıncalıdır.

Bu yorumumla düşünen zihinlere yeni pencereler açmış oldum.

Saygı ve Sevgilerimle
Kazım Mızrak

8 Ağustos 2005 00:27  

Yorum Gönder