23 Haziran 2009

Nasib Kısmet

Bir ağacın üst dalları arasında tatlı mı tatlı, leziz mi leziz bir meyve arz-ı endam eylemişti.

O'nu gören bir çocuk, ağacın dalını eğdi büktü salladı. Nafile yere düşüremedi meyveyi. Boyu da erişmiyordu ki uzanıp alsındı. Ağacın çevresine bakındı, merdivene benzeyen bir araç da görünmüyordu ortalıkta.

Anlaşılan o ki, çocuk bu meyveyi elde etmeye azmetmişti.

Madem güzellikle olmayacaktı, eline geçirdiği bir değnek ile başladı ağacın dalına budağına vurmaya. Olmadı taşladı. Meyve öyle bir gizlenmişti ki, dallar arasına ne değnek yetişesiydi, ne de bir taş ilişesiydi.

Çocuk, vazgeçti meyveye visal diremekten. Hem pazarda, parayla satıyorlardı zaten. Yorulduğuyla kaldı, oradan boynu bükük ayrıldı.

Gel zaman git zaman, günler geçti.

Meyve tatlandıkça tatlandı dalında, lezzetine lezzet, güzelliğine güzellik kattı. Artık dalına tutunamayacak kadar ağırdı.

Hafif bir rüzgar yetti, taşların sopaların yetemediğine. Ağaçtan düşeyazdı, yorgan döşek toprağın üzerine.

O sırada ağacın altında eğleşen bir yolcu gördü onu, uzandı aldı eline, tozunu toprağını sildi temizledi. Okşadı, kokladı. Daha duramadı, ısırdı yedi.

2 Yorum:

Anonymous ilknur dedi ki...

kimse kimsenin kismetini rizkini yemez.. :)

24 Haziran 2009 00:12  
Blogger Bâd-ı Sabâ dedi ki...

Ne güzel söylemişsiniz.

24 Haziran 2009 20:29  

Yorum Gönder