5 Haziran 2006

Allah'ın Rızâsını Murad Edinmiş Bir Yaşam...

İnsanlığımdan utanıyorum, bu iyi mi, bilmiyorum; diyor ya keşke bir taş olarak yaratılsaymışım, insan olmanın hakkını veremiyor utanıyor utanıyor utanıyorum.

Bu sözler ile de bir şöhret merakı var kalbimde, öyle olduğunu sanıyorum, işte neden bloğunu kapatmak istiyorsun diye kendimle bir iç muhasebe yaptığımda, kalbim diyor sen meşhur olmak merakı içersindesin diye beni suçluyor, yüzümü kızartıyordu, boynumu büküyordu :(

Böyle geldik, acaba böyle mi gideceğim; korkuyorum; insanların şefkatine el açıyorum; insanların affına el açıyorum; peki nerede kaldı Allah; ona sırtımı çeviriyor, yarattığı mahlukattan medet umuyorum. Yazık bana, korkuyor üzülüyorum; böyle mi öleceğim; titriyorum; Rabbim bana yardım et, seni her an küfürle anıyorum; Rabbim beni affet...

Mahlukat benden medet umuyor, susuyorum, bir kedi bacaklarıma dolanıyor; korkuyorum acaba diyorum ona da mı bir zararım dokunacak; Rabbim diyorum; sen beni bu zavallı hayvancığa zarar vermekten alıkoy, onu benden beni ondan uzak tut; korkuyorum, ölüp de yatacak bir toprak bulamamaktan; diyorum toprak da bana suratını asar mı acaba.

Üzülüyorum, Rabbim, neye bekletiyorsun beni; daha da günahın içine batmamı mı. Üzülüyorum, korkuyorum. Diyorum yalnız kalayım, insan yüzü görmeyeyim; böyle mi insanlık yaşanır diyor kalbim; seni yaratan Rabbin doğruyu bilmiyordu da sen mi ona yol göstereceksin. Susayım diyorum, artık bu kadar kendini beğenmişlik yeter, bu kadar kendine yaşamışlık yeter.

Kendini bilmiyor, nefsime hoş gelecek yaşantıya muhabbet ediyorum; bu mu diyorum seni ölümden koruyacak, kurtaracak; hangi güç beni yaşlanmaktan koruyor; hangi güç beni ölmekten koruyor.

Rabbim, beni mahlukatına zarar vermekten alıkoy; Rabbim, beni yüz kızartıcı günahlardan alıkoy; Rabbim beni kullarının merakından, dünyevi sevgisinden uzak tut; Rabbim beni bu hale getiren sensin; ben bu halimden şikayetciyim; beni günah içinde yaşatma; beni yaşarken ölenlerden eyle.

Bana akla gelen her türlü hakareti layık gör Rabbim, kullarına öfke duymayayım, diyeyim sen layık olduğunu yaşıyorsun; bu isim şöhret merakı da nedir; ben öldükten sonra bana faydası olmayacak olan dünya malına aldanılmışlık nedir; Rabbim sen sözün doğrusunu bilirsin; beni boş sözden uzak tut; aklıma çirkin sorular getirme; nefsimin heves ve merakına yenik düşürme.

Allah'ın rızâsını murad edinmemiş bir yaşamdan uzağım.

- De ki nefsine, Rabbim bu işe müsâade ediyor mu?

7 Yorum:

Blogger Bâd-ı Sabâ dedi ki...

Bu üçüncü yorumum olacak, Ahsen.

Düşüncelerini bir tefekkür vesilesi olarak görüyorum; değerlendireceğim inşallah.

***

Şimdi sen günah işle ve pişman ol ve sonra de ki; aman da bu ne güzel bir günahmış ben bir daha bir daha bu günaha bulanayım da keyif sefa süreyim mi dersin?

Yoksa, Rabbim ben günahımda çaresizce ısrardayım; aklım bana yetmiyor; gücüm bana yetmiyor; ben seni diliyorum; halimden şikayet ediyorum sana; beni günahlarımdan arındır kalbime rahatlık ve huzur ver mi dersin :)

***

İşte tam bu sırada, sen bu isteği irade etmiş olmakla beraber; bütün kainat senin bu dileğini yerine getirmek için seferber olur.

Allah, senin bu duanı gerçekleştirmek adına; olması gerekenleri yaşamında sana imkan olarak verir.

Tabi istifade edip, edememek yine bizim elimizdedir; niyet çok önemli, istemek çok önemli, irade etmek çok önemli, istenende ısrarcı olmak çok önemli :(

***

Bakınız bir söz vardır, arayan mevlasını da bulur belasını da bulur der!

Yani insan günah içindeyken daha da çok günah talep ederse, dilerse, isterse mutlaka daha da çok günahı yanında bulur.

Eğer insan günahından dert yanar da hakikatin ne olduğunu idrak edese; Rabbine yanlışta olması konusunda dert yanar ve hidayetini dileyerek niyazda bulunur:

Allah'ım ben farkına vardım ki yanlıştayım, bu halimden memnun da değilim; senden dileğim beni günahımdan uzak tutmandır; bana bu yolda akıl ver Rabbim; güç ver, irade ver, sabır ver...

***

Nihayi olarak istemek çok önemli diyoruz; insan ne durumda olduğunu anlamalı ve neyi istiyor olduğunun farkında olmalı.

Bir dünyalığa aşık olan bir gönül; neyi istiyor olabilir?

Elbette bu kimse dünyanın faniyatına meyil ederek aldanmıştır; ben de acı ve sıkıntıar içersinde düştüğüm yanlışın farkına varabilmek için nefsimle mücadele veriyorum.

Hiç kolay değil, hedeften fersah fersah uzağım; sabır ediyorum; içim sıkılıyor, bunalıyorum, daralıyorum; ve ümitle bekliyorum :o)

***

Yaşarken ölmek demişsiniz; sizin de bu konu hakkında fikir ve youmlarınız olduğundan şüphem yoktur.

Benim konu hakkındaki düşüncem de esasen sizinkiyle aynı olsa gerek.

Benlik hep diler ister; arzu eder; talep eder; doymak ister; hep açtır.

ve ansızın ölüm çıka gelir.

Oysa insan yaşıyor olduğu bilincindeyken; nefsi olan tüm arzu ve isteklerinden arınsa; bir misal ölmüş gibi olacaktır!

Madden yaşarken, manen ölü olabilmenin peşindeyiz.

Şeb-i Ârûs kavramı mecalimizi anlatabilir diye ümit ediyorum.

Esasen bu kavram insanın vuslata erişmesi anlamına gelir; aşık olunana varılmasıdır; özlemin bitişidir.

İşte madden ölüm de, dünya ile ahiret arasındaki perdenin ortadan kalmasını sağlaması münasebetiyle, bir Şeb-i Ârûs gibi gelir müslümana.

Gaye, ölmeden evvel ölününüz nasihati ile Şeb-i Ârûs'u yaşayabilmektir.

Bu hâli yaşamanın düsturu da halkın içinde Hakk'tan yana anlayışıdır.

Yani size birileri kötü konuşur, söver sayar, el kaldırır; lakin siz Allah, yine Allah ve illâ Allah dersiniz de o aciz kul ile kavgaya tutuşmazsınız :o)

Hem manen yaşamıyorsunuz ki, neyin kavgasını vereceksiniz; dünya sizin olsa ne yazar; öldükten sonra ne han kalır ne saray!

***

Şükürler olsun ki, bu mesele hakkında da tefekkür de bulunduk; Allah sizden râzı olsun, dilerim.

Kâzım Mızrak

5 Haziran 2006 17:49  
Blogger cenkunal dedi ki...

Rabbim hepimizi affetsin.
Dularına amin.
İhlas ve samimiyet üzere kılsın Yaratan bizi.Bizi nefsimize bırakmasın.Bu güç ve iradeyi bizlere ihsan etsin.

5 Haziran 2006 22:14  
Anonymous Adsız dedi ki...

Merhaba...

Evet yapılan iç muhasebe güzel ama herşey bizim elimizde olan şeyler, akıl sahibi olan yalnızca bizleriz... Cüz'i irade bize verilen bir özellik...

Kaldı ki, neyin hayr neyin şer olduğuna bizler karar veremiyoruz, bunu bilemiyoruz bu yüzden Yaratan diyor ki; Bakara suresi 216. ayette - Savaş size farz kılındı, gerçi o size hoş gelmez. Olabilir ki siz, bir şeyden hoşlanmazsınız; oysa ki o sizin için bir hayırdır. Yine olabilir ki, siz bir şeyi seversiniz, oysaki o sizin için bir kötülüktür. Allah bilir, siz bilmezsiniz.
Herşeyin hayırlısı Allah'tan, biz Ondan sadece hayırlısını istemeliyiz, bizim için neyin hayırlı olup neyin olmadığını sadece O bilebilir... halden şikayet etmek yerine hale şükretmek gerektiğini düşünüyorum, tabii ki mükemmel değiliz, çok daha iyi bir kul olabiliriz, isteklerimizi söylememiz dile getirmemiz yetmiyor bizler için, uygulamaya koymak önemli, farz namazları yerine getiriyormuyuz hiç kaçırmadan, haramdan ne kadar sakınabiliyoruz, farzların hepsi bitti sünnetleri uygulamada neredeyiz? uykumuzdan feragat edip teheccüt namazlarını kılabiliyor muyuz? Peygamber Efendimiz buyurdular ki, "Her ay 3 gün oruç tutan, yılın tamamında oruç tutmuş gibi olur" sürekli gerçekleştirebiliyor muyuz? yada hiç niyetimiz oldu mu? hiç buna teşebbüs ettik mi? vs. vs. liste çokcana uzar gider...

Eğer birşeyin haram olduğunu günah olduğunu biliyorsan bence bunda çaresizce ısrar olmaz... Allah kimseye kaldıramayacağı yükten fazlasını vermez. Eğer ısrar ediyorsak biz yeterince iradeli değiliz o zaman, nefsimize yeterince hakim olamıyoruz. Tabii ki af dileyeceğiz, affeden O, affetmiyor olsa kimbilir ahirete kalmadan şimdi ne halde olurduk? belki ne halde olurduk diyebilecek halimiz bile olmazdı... Allah zaten akıl vermiş, sabırı içimize vermiş, önemli olan Ondan bunları dilememek, verdiğini kullanalım önce... sabır diledikten sonra sabretmenin ne ehemmiyeti var ki, önemli olan verdiği irade ile o sabra mazhar olabilmek zaten...

herşeyden önemlisi iştiyakle istemek... "Muzaaf ihtiyaç iştiyaktır, muzaaf iştiyak incizab'tır" der Bediüzzaman... yani iştiyak incizabın, inzizap iştiyakin üst mertebesidir... bizim gönlümüz bu tutkuyu ne derece benimsiyor, bunu kendisine sormak lazım, gönül ile aklın başbaşa oturup sohbet etmesi lazım, gönülün ne istediğini, ne yöne gitmek istediğini aklın bilmesi gerekir eğer hataya, harama kayıyorsa bunu düzeltmesi lazım, aklın buna hakim olması lazım, iradesini kullanabilmesi lazım... onu bu tutkuya itmesi lazım, yüreklendirmesi lazım... ve daha çok şey gerek...
önemli olan, hayırlısını sadece hayırlısını iştiyakle istemek...

Tuba Lehum...

6 Haziran 2006 11:18  
Anonymous Adsız dedi ki...

ahsen'in; Biz kimiz ki,Allah'ı yargılamaya hakkımız olsun... cümlesi üzerine hiç olmaktan aklıma gelen ve paylaşmayı düşündüğüm küçük bir hikayeyi paylaşmak istedim... tabii ki öncelikle biz sadece hiç'iz...

Zamanın birinde, zamanın valisi, atının üzerinde, arkasında askerleriyle şehrin çarşısına girer, herkeste bir hürmet, insanlar oturdukları yerden kalkıp el pençe divan dururlar yalnız içlerinden biri kaldırımda oturuyordur ve hiç istifini bozmaz... vali bu duruma çok sinirlenir, atının üzerinde kaldırıma doğru ilerler ve büyük bir kibirle;
"sen kimsin?" der. Adam hiç istifini bozmadan;
"hiç" der. Vali çok sinirlenir.
"sen kimsin diyorum" der. Adam aynı tavırla;
"hiç" der. Vali daha da çok sinirlenir, tam kılıcını çekecekken, adam sorar;
"peki ya siz kimsiniz?" vali kendini tanımamış olmasının da verdiği şaşkınlıkla;
"ben bu şehrin valisiyim" der. Adam bunun üzerine;
"öyle mi? peki sonra ne olacaksınız?" diye sorar.
Vali aynı şaşkınlık ve biraz daha kibirle;
"sadrazam olacağım" der. Adam yine sorar;
"peki sonra?" Vali daha da kibirlenir ve;
"padişah olacağım" der. Adam yine sorar;
"peki sonra?" vali, durur, düşünür ve...
sadece "hiç" diyebilir...
adamın yüzünde sadece tebessümü kalır...

belki değişik versiyonları da vardır, ben bu kadarını biliyorum, paylaşmak istedim... başka bir vakitte de paylaşmaktan haz duyduğum 4 kelebek hikayesini paylaşmayı umuyorum...

Tuba Lehum...

6 Haziran 2006 16:38  
Blogger Bâd-ı Sabâ dedi ki...

@ Cenk Ünal

Sayın Ünal, ziyaretinize memnun oldum efendim.

Hoşgeldiniz, diyorum...

"Rabbim hepimizi affetsin.
Dularına amin.
İhlas ve samimiyet üzere kılsın Yaratan bizi.Bizi nefsimize bırakmasın.Bu güç ve iradeyi bizlere ihsan etsin."


Şükürler olsun, hatalarımıza muhabbet etmeyen dostlarımız var ki; biz onlar sayesinde tefekkürde bulunuyoruz.

Duâlarınızla beraberim, hâlâ hayattayız ve dönüşü olmayan yola henüz girmedik...

Ama vakit yakındır :o)

-:- Fırsat Varken -:-

6 Haziran 2006 17:13  
Blogger Bâd-ı Sabâ dedi ki...

@ Ahsen

İstişareniz için teşekkür ederim.

Duâ konusundaki önerinize katılıyorum, dikkatimi çektiğiniz için sağolun; konu hakkında bir iç muhasebede bulunacağım...

Yaşarken ölümü düşünme mevzusunda, dediklerinize dikkat çekiyorum; bana nazaran biraz daha gerçekci tespitlerde bulunmuşsunuz.

Okuyan nasıl alırsa alsın, biz artısını eksisini konuşalım...

Hörmetler.

6 Haziran 2006 17:14  
Blogger Bâd-ı Sabâ dedi ki...

@ Anonymous

Her iki yazınızı da okudum, ikinci yorumunuzdaki ana fikir benim için çok önemli; evet bizler bi hiçiz kainatın sonsuzluğunda :)

Bu konu ile ilgili bir slayt var; muhtemelen blogda görmüşsünüzüdür. Yine de sonradan gelenler için adresi buraya yazayım; konumuzla bir nebze de olsun alakalı görüyorum.

http://mizrak.web.tr/2006/05/
evrenin-neresindeyiz.html


Birinci yorumunuz öz eleştiri ile dolu, kendim ile çekişmede bulundum; sen çok konuşuyorsun ama ortada hiç icraat yok dedim; hani namaz, hani abdest :o)

6 Haziran 2006 17:15  

Yorum Gönder