9 Ocak 2006

26 Yaşındaki Bir Gencin Hayata Karşı Hüsn-ü Zan'ı.

"Talebe" kelimesi sizin kullandığınız mana ile bana da makbul göründü.

Öğrenci kelimesi de öğrenmek fiilinden ileri geliyorsa da; bu mesleği icra eden bir kimse olarak bana (bana da) pek yavan gelmekte.

Bu mana ile insan, kendisini programlanmakta olan bir bilgisayar gibi hissediyor. Bu bakış açıları, elbette kişiye göre değişir. Biz yine de kişisel düşüncelerimizi paylaşalım ve bu sayede yaşıyor olduğumuzu birilerine hissettirelim.

Gönlümüzce içimizden geldiği gibi yazabileceğimiz, bu niye böyleymiş ya da şunun burası olmamış demeyecekleri okur dostları arıyoruz.

Konuya sokaktaki yaşam ile benzeştirirsek; şunu böyle yapma da, böyle yap diyen kimselerden arınmış bir çevre özlemi içersinde oluyoruz.

Geleceğim yer; toplumumuzun iyiyi güzeli kendisi arayan bireyi yetiştirebilecek bir düşünce olgunluğuna erişmesi gerektiğidir.

Aksi halde, sürekli kendisini tekrarlayan nesiller ortaya çıkar. Ayrıca, niye doğru olduğunu bilmediği ama körü körüne bağlı kalarak inandığı fikirleri yaşamaya da mahkum edilmiş olur bu nesiller.

Kişi, sorgulamasını öğrenmeli ya da öğretilmelidir; bu davranış modelini genellikle 3-5 yaşlarındaki çocuklar üzerinde gözlemleriz.

Daha sonraki yıllarda maalesef ailelerin vurdum duymazlığı yüzünden çocuk soru sorma davranışını sönümlüyor; çünkü sorduğu sorulara ya cevap veremiyoruz ya da kendi meşguliyetlerimiz içersinde ilgi göstermiyoruz.

Babannem, bizimle beraber yaşıyor. Can sıkıntısına evde yemek de yapar, bulaşık da yıkar, temizlik de yapar; oysa 70 - 80 yaşlarında iki büklüm bir ihtiyardır kendisi.

Yemek yeme merasimlerinde, bize birer bebekmiş gibi davranarak, ekmeği eliyle ağzımıza tutacak duruma gelinceye kadar sık boğaz eder bizi; aman şundan ye, bundan da al, bak bu çok tatlı...

Babanne derim, yapma, bak beni tembelleştiriyor küstürüyorsun.

Sen böyle yapmaya devam edersen ben hazırcılığa alışırım ve her şeyi senden beklerim; benim yerime ders çalışmanı, benim yerime okula gtmeni, sınavlara girmeni...

Aynı kafa yapısında bir de babam var. O da annesinin oğlu nasıl olsa, ona çekmiş :)

Bunları düşünen birisi olarak, 26 yaşında hala üniversite bitirmeye çalışan bir kimliğe sahibim.

Anlayacağınız gibi, savunduğum fikirler beni başarıya götürecek olsalardı şimdi bu halde olmazdım.

Ben de Rabbim bana ne anlatmak istiyor diye diye kendimi sorgulularım.

Belki ben yanlış yapmıyorumdur, belki yanlışları Allah yapıyordur!?

Bu hususta, yanlışın izafi olarak doğru olabileceğini de hatırlayalım.

Yanlışmış gibi görünen halleri yaşatarak bana nefis muhasebesi yaptıran Allah'a şükürler olsun.

Muhabbetin sonu gelmiş olmakla beraber, ben de sizin bayramınızı tebrik ederim Saliha Hanım, sağolun...

Saygı ve Sevgilerimle,
Kâzım Mızrak

(Bu posta, http://mizrak.web.tr/2006/01/lim-ile-zlim-arasndaki-bir-fark.html sayfasına, Anonymous tarafından yapılan yoruma bir cevap olarak yazılmıştır.)

8 Yorum:

Blogger life dedi ki...

Bende senin bayramını tebrik ederim, Kazım :-)

10 Ocak 2006 19:37  
Blogger Bâd-ı Sabâ dedi ki...

"de" ler ayrı lütfen ;)

11 Ocak 2006 01:42  
Anonymous Adsız dedi ki...

Sevgili Çocuğum,
Babaannene Allah uzun ömür versin, ne mutlu ona, elden ayaktan düşmeden, bir de torun nazlıyarak yaşlı olmak muhteşem...Doğru ve yanlışın neye ve kime göre, doğru-yanlış olduğu tartışılır dediğin gibi. Başarı da öyle. Belki de yakalamışsındır...
Hayatı sorgulaman çok iyi bir şey, sana tavsiyem sorguladığın her olgunun bir parçası olduğunu unutmaman, cevabı daha kolay bulursun. Yabancılaşma insanlığın en büyük düşmanı. İnsanlık kendini evrenin, dünyanın, doğanın bir parçası olarak görmekten vazgeçip,
doğa karşısındaki aşağılık duygusunu, derin bir megolamania ile örtmeğe çalışmakta.
Sosyal bir canlı olarak tasarlanmamış insanoğlunun, içinde bulunduğumuz yüzyılda da, sevgi, dostluk, özveri, barış ve iyiniyet gibi tavırları bol bol sergileyeceklerine inanmıyorum. Sen tasarım okuyorsun, evren ve yaradılış bana, bazen bir tasarım mucizesi (materyalistler tesadüf, büyük patlama filan deseler de...) bazen de hatalar zinciri gibi görünür. Neden temitler, karıncalar, arılar gibi, doğaya örneği konulmuş sosyal canlılar gibi yaratılmamışız. Sosyal kontratlarla bir araya gelebilen, savaşan,aç olmadığı halde öldüren, asker ve silah stoğu yapan canlı modeli olarak yaradılmışız. Aksesuarımız, zekamız ve irade gücümüz.
Bak şimdi aklıma ne geldi, oğluma
"tüm organlarını dinlendirebilirsin, kendini arada bir rölantiye alabilirsin, ancak aklını ve iradeni asla tatile çıkarma lüksüne sahip değilsin" derim, zor değil mi?

Not: Sevgili bir kızımıza tebessüm
ettirmek bana mutluluk verdi.

11 Ocak 2006 02:04  
Blogger life dedi ki...

Ben de senin bayramını tebrik ederim, Kazım :-)


Not: Sevgili bir kızımıza tebessüm
ettirmek bana mutluluk verdi.

Galiba bu not benim için.Saliha hanım beni gülümsetmek zor değildir.Ve neden gülümsemiyeyim?Benim gibi düşünmüyorlar diye insanlara düşman olmam, bu ahlakımıza yakışmaz.Ayrıca sizi üzmek değil,size mutluluk vermek ziyadesiyle sevindirir beni.Ancak sizden bana yazılmış özel bir yorum beklerdim.

" Neden temitler, karıncalar, arılar gibi, doğaya örneği konulmuş sosyal canlılar gibi yaratılmamışız"

Kainat bir döngü içerisinde yaratılmış ve hepsi birbirini tamamlayan unsurlar.En ufak ve en alakasız gibi görünen bir canlının bile görevi var.İmtihan için yaratıldık,ve doğaya örneği konulmuş canlılardan yada nesnelerden bir parça vardır yaşamımızda.Bunu namazda daha iyi idrak edebiliriz.Zaten insan olmamızın farkı ve manası burda,irade gücümüz elimizde ve neden bir bitki gibi yada hayvan gibi yaşıyalım,imtihanın anlamı olmaz aksi takdirde ve bence iyikide böyle yaratılmışız hamdolsun.Sosyal dediğiniz canlılarda karıncalar dahil içlerinde bir şiddet barındırırlar.Ama inşallah ahiretteki mekanımız cennet olurda işte o zaman mutlu mesut yaşarız:))

Kur'an-i bir yaşam sürmedikçe savaşan,aç olmadığı halde öldüren, asker ve silah stoğu yapan canlı modeli olarak kendimizi heba ederiz. Sevgi, dostluk, özveri, barış ve iyiniyet gibi tavırlarda sergileyemeyiz.

Aklımızı ve irademizi tatile çıkaramamak zor hakketen.Ama zaten akıl ve irade buna müsait yaratılmamış.Tembellik yaparkende irademizi kullanıyoruz:))Zor olan aklımızı ve irademizi doğru yolda çalıştırmak için uğraşmak.


Selamlar...

11 Ocak 2006 19:34  
Blogger Bâd-ı Sabâ dedi ki...

@ Saliha

Melankoli konusunda sizinle hem fikirim.

Sistemin akıl ermez mükemmelliğine kafa tutuyoruz zaman zaman, ve Tanrının bir şeyleri yanlış yaptığı teorisi üzerine kurulu olan isyan bayrağını çekiyoruz.

Sevdiğimiz insanı bize veren Tanrı yanlış yapmıyor da, onu elimizden aldığında mı bir yanlış yapar diye sormadan edemiyor akıl?!

Bilgelik, yaşamın tüm acılarına sadece tebessüm eder: Asla bir anti tez üretmez, anti tez üretmemesi gerektiğini yaşamışlıkları ile öğrenmiştir.

Yani, öğrenmek bir vazifedir, sorgulamak bir ödevdir ki neticede ne kadar aciz olduğumuzu öğrenebilelim.

Zaten bu bilince ulaşmış bir zihin, yoksunluklarına üzüntü duyuyor değildir.

İnanır ki, o bir hiçtir!

Hiçlikte, sadece Tanrı vardır, nefis benliği yoktur :o)

12 Ocak 2006 02:14  
Blogger Bâd-ı Sabâ dedi ki...

Bu yorum, alıntı yapılarak anasayfaya taşınmıştır...

12 Ocak 2006 02:33  
Blogger Bâd-ı Sabâ dedi ki...

@ Şehnaz

"de" ler hakkındaki yoruma cevap vermiş olduğunuzu gördüm, sağolun.

Bir sonraki yorum sizin için, lakin yazıda konuştuğum kişi siz değilsiniz dikkatinizi çekerim; alınıp üzülmeyiniz.

Her olasılığa karşın, bir alt yazı geçeyim dedim.

Sevgilerimle,
Kâzım Mızrak

12 Ocak 2006 05:39  
Blogger Bâd-ı Sabâ dedi ki...

«Siz cennetin kevser sularından kana kana içerken, ben cehennemin ateşi üzerinde günahlarmı yakıyor olucam. Beni, dünyada yaşıyor olduğum süre içersinde Şeytana dost olmakla suçlayarak, Tanrının sizi seçmesine bahaneler arayacaksınız; Tanrıyı haklı çıkarmanın, sizin için kutsal bir görev olduğuna inanmışlığınızla. İblisin kollarına terk edilen ben, onun oyuncağı olmuş halimle Tanrıya, neden beni, yine kendi yarattığı bir mahluka elem çekmem için teslim etmiş olduğunu sual ederim. O'na ve Peygamberine inanmadığım için beni cehennem azabına layık gördüğünü söyler.»

Gülümseyen,
Kâzım Mızrak

12 Ocak 2006 05:48  

Yorum Gönder