9 Ekim 2009

Râbıta-i Mevt



















By Madrup

Her derde devâ.

11 Yorum:

Anonymous Adsız dedi ki...

o kadarda değil:)

9 Ekim 2009 20:57  
Anonymous mehmetabi dedi ki...

TARİKAT GÖZLÜĞÜYLE RABITA-İ MEVT:

Kur'an medeniyetinin, Doğu kültür mozaiğinin en belirgin motiflerinden olan tasavvuf ve tarikatın sülukunda, yani kemale doğru yolculuğunda ölümü sürekli hatırlamak, böylece Rabb-i Rahim'i unutmamak çok önemli bir esastır. Bu hale "rabıta-i mevt" denmektedir. Bu yoldaki talebelerin hali Dr. Ahmet Çağıl'ın "Adab-ı Nakşibendiye" isimli kitabında şöyle anlatılmaktadır. "Fatihaların hediyesinden sonra, feyzin geldiğini kabul eder, lakin kalbin bu feyzi almasına mani (mal, evlat, gibi) unsurlar olduğunu düşünerek bunların vesvesesinden kurtulmak için ölümünü tefekkür eder. Yani yatağında ölmek üzere can çekiştiğini düşünür, ve bunu fırsat bilen şeytanın imanını çalmak için başucunda hazır olduğunu hisseder. Mal akraba ve çocuklarından şeytanın vesveselerine karşı yardım ister, fakat yardım göremez. Bunun üzerine bir rabıta ile sadatın himmetinin son nefeste kendisine ulaştığını ve şeytanın defolduğunu tefekkür eder. Bu rahatlık içinde ruhunu Azrail (a.s.)'a teslim ettiğini düşünen Allah dilerse; duaları kabul eder, dilerse etmez düşüncesiyle iyice içtenlikle Rabbine sığınır. Sonra tabutunun kabristana gittiğini ve insanların kendisini kabre bırakarak dostlarının üstüne toprak serptiklerini düşünür. Sonra dostları ayrılır ve sorgu melekleri gelir."
...................................
RİSALE-İ NUR GÖZLÜĞÜYLE RABITA-İ MEVT:
Bediüzzaman ise sebeplerin ve aklın hakimiyetinin böyle belirgin hissedildiği bir asırda kalbî bağdan önce aklın ikna edilmesini hedefleyen hakikat mesleğinin tarzını şöyle ortaya koyar. "Mesleğimiz tarikat olmadığı belki hakikat olduğu için bu rabıtayı ehl-i tarikat gibi farazi ve hayali suretinde yapmaya mecbur değiliz. Hem meslek-i hakikate uygun gelmiyor. Belki akıbeti düşünmek suretinde, müstakbeli zamanı hazıra getirmek değil, belki hakikat noktasında zaman-ı hazırdan istikbale fikren gitmek, nazaran bakmaktır. Evet hiç hayale faraza lüzum kalmadan, bu kısa ömür ağacının başındaki tek meyvesi olan kendi cenazesine bakabilir. Onunla yalnız kendi şahsının mevtini gördüğü gibi, bir parça öbür tarafa gitse, asrının ölümünü de görür; daha bir parça öbür tarafa gitse dünyanın ölümünü de müşahade eder, ihlas-ı etemme yol açar." Aklın ve bilimin belirgin şekilde etkili olduğu asrımız insanına: "Şu an kendini ölmüş kabul et! Mezara konulduğunu hayal et! Sorgu meleklerinin geldiğini farz et" gibi teklifler çok kabul edilebilir gelmemektedir. Ama zamanın teknolojik gelişmeleri insanın geçmiş günlerini tekrar görüntüleme imkanına sahiptir. Televizyon haberlerinde ölümü haber verilen bir şahsın önceki hayatına ait görüntüler, konuşmalar verilebilmektedir. Veya yakınlarımızdayken çekilmiş bir video kasetini izlediğimizde, o görüntüde olanlardan bazıları fani dünyayı terk etmiş olabilirler. Bu olaylardaki konumumuzu değiştirip, kendimizi şu anda ölmüşler gibi birkaç yıl sonra görüntüleri seyredilen insan yerine koyabiliriz. Yaşadığımız anı o televizyon video görüntüleri gibi değerlendirebiliriz. Mezar taşlarına, önümüzden geçen tabuta bize aitmiş gibi bakıp ölüm haberi verilen şahsın yerine kendimizi koyabiliriz. Bu, günlük yaşamın hengameleri ortasında ölümle olan irtibatımızı koparmamış, dolayısı ile Rabb-i Rahimimizi unutmamaya vesile yapmış oluruz. Aynı yaklaşım ile çevrilmiş "Kıyamet" isimli film dünyanın ve asrın ölümünü günümüz insanına büyük bir ustalıkla yaşatıyordu. Eve ölümü hatırlamak, öleceğimizi hatıra getirmek için hiç hayale farz etmeye gerek yok. O bütün gerçekliği vazgeçilmezliği ve netliği ile ömrümüzün kalan yıllarına bakıldığında görülebilir.
................................
İkisi de Hak ve Hakikat...
Tercih sizin...

10 Ekim 2009 22:46  
Blogger Bâd-ı Sabâ dedi ki...

@ Adsız

Ölümü günde beş vakit hatırlamak, belki de; fânî dünya acılarından kurtulmak için ihtiyaç duyulan en kuvvetli ilaçtı sevgili Adsız.

Allahu âlem.

11 Ekim 2009 01:22  
Blogger Bâd-ı Sabâ dedi ki...

@ Mehmet Abi

Tarikat gözüyle Râbıta-i Mevt meselesine nâçizâne âşina idik.

İkinci mesele de bir nebze meseleye ışık tutmakta. Sizin de ifâde ettiğiniz gibi, her ikisi de hakikattir inancındayım.

Ölümü düşünmek öyle rahatlatıyor ki beni. Bu cansız kelebek bedenini de yolda yürürken kaldırım kenarında gördüm.

Aklıma hitâb eden manzara; ey sefîl! ölüm senin için, ölüm hepimiz için diyordu bana.

Kâinatı okumak bu olsa gerek diye düşündüm, ikrâ diyor ya hani Mevlâ!

Ölümü sık sık hatırlayalım Mehmet abi, hatırlatanlardan olalım.

Katkınız için çok teşekkür ederim, Allah c.c. râzı olsun.

Âmin.

11 Ekim 2009 01:22  
Anonymous mehmetabi dedi ki...

LEZZETLERİ ACILAŞTIRAN ÖLÜM:

Önümüzde hiç unutmamamız gereken, ama aksine, unutmak için ne lâzımsa yaptığımız büyük bir hakikat var: Ölüm.
Bu gafletimizin en büyük devası: “Lezzetleri acılaştıran ölümü çok zikrediniz.” Hadis-i Şerifi...
Bu Hadis-i Şerif’de ölümü çokça hatırlamamız ve üzerinde önemle durmamız tavsiye ediliyor. Bu tavsiyeye kulak tıkamak akıl kârı değil. Zira göz kapamak hiçbir hakikatı gizleyememiştir. Ölüme sırt çevirip yarını düşünmekten kaçan insanlar, kabre geri geri gitmekten başka birşey yapmıyorlar.
Akıllılık, ölümü unutmak değil, dünya yolculuğunun kabre doğru olduğunun ve ölümle bittiğinin şuuru içinde, ölümü aşmanın, onu geride bırakmanın yollarını aramaktır.
O halde ölümden kaçmak akıllılık değil. Akıllılık ölümü sevmek ve ruhumuzu ölüm meleğine kirsiz, lekesiz teslim etmeye çalışmak.
Ölümle ilgili bir başka Hadis-i Şerif:
“İnsanlar uykudadırlar, ölünce uyanırlar.”
Ve nihayet, ölümün hakikatına ermemizi ders veren: “Ölmeden evvel ölünüz” Hadis-i Şerifi...
Hayatta iken ölmek... Bu ölüm seçkin insanlara mahsus. Bizlere düşen, elden geldiğince onlara benzemeye gayret etmek...
İşte hepimiz bir gün ölümü tadacak, yâni ruhun bedenden sıyrılıp çıkmasına şahit olacağız. Artık ne gözümüz görecek, ne kulağımız işitecek. Ne midemizde açlık, ne alnımızda ter... Hepsi bitecek.
Ve bedenimiz gömülecek toprağa...
Hayatımızı, bir mahşer yolcusu olarak, güzelce tanzim edebilsek, kabir bizim için “Cennet bahçelerinden bir bahçe” olacak ve biz bu bahçeye girdiğimizde dünya hayatını geride bıraktığımız için sevineceğiz.
Prof.Dr.Alaaddin BAŞAR
...................................
Evet Kazım Bey Kardeşim
Çok haklısınız...
Ölüm hak ve hakikat...
Her an, her zaman hatırda olması gereken bir kaçınılmaz gerçek.
Her nefis ölümü tadacaktır emri her yerde hükmünü icra ediyor...
Allah sizden ve sizin gibi hak ve hakikatı tahattur ettirenlerden ebeden razı olsun.
Yukardaki yazı belki yorum sayfası için biraz uzun ama olsun..
Sabrı olanlara (ki siz sabr edenlerdensiniz) okumalarını tavsiye ederim.
Yordumsa hakkınızı helal edin...

11 Ekim 2009 13:29  
Anonymous mehmetabi dedi ki...

Haşiye:
Laf aramızda yazı çook uzundu yayında engel çıktı ben de kırpa kırpa kısalttım...
Artık rahatça okunabilir:))

11 Ekim 2009 13:31  
Blogger Bâd-ı Sabâ dedi ki...

@ Mehmet Abi

William Penn'den olduğu rivâyet edilen bir söz geliyor aklıma.

"Ölümsüz olmaya karar verenler, ölümden korkmazlar."

Ölümü huşûyla düşünelim inşâ Allah, içinde sıkışıp boğulduğumuz taş duvarların yıkıldığını düşleyerek.

Allahu âlem.

11 Ekim 2009 21:35  
Anonymous Adsız dedi ki...

" en kuvvetli ilaçtır" o ilaç olmasa idi nice olurdu halimiz..:(

resmi karesini farklı yorumladım kazim bey kusura kalmayın.. kelebek canlı görünüyordu.. sanki birileride "kurumuş odunlardan ne alabilirsiniz" der gibi geldi bana ..:)ben de kelebektir o balsız yere konmaz demek istedimdi aslında..

esin

12 Ekim 2009 01:37  
Blogger Bâd-ı Sabâ dedi ki...

@ Esin

Kelebek ölüydü Esin.

Bir şeyleri yanlış anladığınızı fark etmiştim, ama; neyi, nasıl, niye çözememiştim :)

Hoşgeldiniz.

Âcizane selâm, ve sevgiyle.

12 Ekim 2009 22:36  
Blogger Bâd-ı Sabâ dedi ki...

@ Mehmet Abi

Haşiye :)

Mehmet abi emeğinize tekrar teşekkür ediyoruz, Allah c.c. râzı olsun.

Dönüş ancak O'nadır.

Sevgiyle.

13 Ekim 2009 00:28  
Anonymous mehmetabi dedi ki...

Eyvallah...

13 Ekim 2009 19:42  

Yorum Gönder