25 Mayıs 2009

Sakın



















By EsmaLâle

İnleyip sırrını fâş eyleme ağyâra sakın,
düşme bilmezlik ile varta-i inkâra sakın.

Değmesin âhların kâkül-i dildâra sakın,
sonra Mansûr gibi çıkman olur dâra sakın.

Arz-ı acz etmeyesin yâreden ol yâre sakın,
bulduğun cevher-i âlîleri bîçâre sakın.

Şeyh Gâlib

13 Yorum:

Anonymous abdullah dedi ki...

"Kerem sahibi ile,
aran açılsa bile,
İyiliğini söyler,
kötülüğünü gizler.

Kötülere gelince,
dostluk sona erince,
İyiliğini gizler,
kötülüğünü söyler"

rabbim öyle bir durunda kerem sahibi olanlarla karşılaştırsın ve eylesin bizi inş...

26 Mayıs 2009 13:41  
Blogger Bâd-ı Sabâ dedi ki...

Abdullah bey.

Bu güzel yazıyı nereden buldunuz, nasıl buldunuz, siz mi yazdınız, size mi yazdırıldı..

Bilmiyorum.

Bildiğim, ve inandığım şey çok güzel olduğu.

Ruhumu deldi geçti.

Acaba dedim, kötü olan ben miyim ?

Ben, bu kadar kötü olabilir miyim !

Korktum.

&

Zaten, bundan sebeple yazmadık mı bu beyitleri buraya.

Müsemmem !

Şeyh galibin güzide eseri.

İnsana insanlığını hatırlatan, hatırlatmakla kalmayıp ısrarla inatla ikaz eden bir şiir Müsemmem.

Sen anlamazsan, ben anlatmasını bilirim ey cân diyen bir şiir.

&

- "Hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen,
merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen."
-

Ey âdem, ey âdem. Hoşca bak zatına, çün âlemin özüsün sen; varlığın göz bebeği olan biricik insansın sen !


&

- "Ey dil ey dil niye bu rütbede pür-gamsın sen,
gerçi virane isen genç-i mutalsamsın sen."
-

Ey gönül, ey sultanı yektâ.. niçin gamlı hazana dönüp düşersin yasa, Sen böyle harab bitab virane olsan da ben bilirim; özünde bir esrar saklıdır senin.

&

Görüyorsunuz ya Abdullah bey, insanı nasıl anlatmış Şeyh Galib.

Dersimizi alalım efendim.

Kendi hesabımıza bir harf olsa da, dersimizi alalım.

Harf harf, kelime kelime dokuyalım şehadetimizi.

&

Not .1

Size bir sözüm vardı; yazıcam, yazıcam inşâ allah. Müsait bir vakit bekliyorum.

&

Not .2

Böyle, gıybet kokan şerli bir mevzûdan; hayra kapılar araladık.

Ne güzel değil mi !

Elhamdülillah.

Duânıza içtenlikle âmin diyorum, ecmâin.

Aynı zamanda..

El aman diyorum, biz böyle bir duruma düşenlerden olmayalım.

El aman !

İnsan ne ölçüde güçlü olabilirse, o ölçüde şefkat ile nazar eder cümle âleme.

Ne ölçüde zayıf ise, o ölçüde şehvet ile nazar eder. Çün; nefretin, arzunun esiri olmuştur.

O c.c. varken, bize söz düşer mi muhterem.

Biz ki; O'nun himayesinde, O'nun sahibi olduğu bir sofrada misafiriz..

Ev sahibi, hiç misafirine zulm edilmesine seyirdi kalır mı ?

O zulm sahibi biz isek !

Eyvah ki, eyvah Abdullah bey.

Buyrun, dilimizi sözlerimizi ve kalbimizi gözden geçirelim: Bizim için bir ikâz olsun şu satırlarımız.

Durup düşünelim ?

Kötülerden, zayıflardan, O'nun c.c. hatırını kaybedenlerden olmayalım.

Kerem sahibi gibi; iyilik yap denize at, balık bilmezse Hâlık bilir diyelim vesselâm.

...

26 Mayıs 2009 16:28  
Blogger Bâd-ı Sabâ dedi ki...

# Düzeltme

"seyirdi" değil,
"seyirci" :)

26 Mayıs 2009 20:41  
Anonymous abdullah dedi ki...

"Acaba dedim, kötü olan ben miyim ?

Ben, bu kadar kötü olabilir miyim !

Korktum."

aynı soruyu ben de yazıyı eklerken kendime sormuştum cevabını almak için de biten bir dosluğumun olmasını beklemek zorunda kaldım:)

26 Mayıs 2009 23:43  
Blogger Bâd-ı Sabâ dedi ki...

Abdullah.

Korkmakta haksız sayılmazsınız (sayılmayız) Abdullah bey.

Hepimizin içinde biraz kötülük vardır. Ve kötülük karanlığı bekler dışarı çıkmak için. Öyle bir an gelir ki, artık onu içimizde tutamayız, kötülük adeta hortlar :)

Arkadaşınız damarınıza bastı ise, siz de gayri ihtiyari olarak tepki göstermiş olabilirsiniz.

Arkadaşlık, dostluk karşılıklı özveri ile tesis edilir değil mi?

Eğer taraflardan birisi diğerini gözden çıkarmış ise, ya da yeterince karşılık bulamıyorsa ilgisine alakasına, ya da karşılayamıyorsanız onun verdiklerini; siz iyi bir dost sayılmazsınız :)

Zaman ve mekan mahiyetinde doyurucu paylaşımda bulunamıyorsanız, aynı hedefe istikamete menzile bakmıyorsa yüzünüz siz iyi bir dost sayılmazsınız :)

Evet..

Tekamül yolunda insan sürekli değişir, günden güne kozasına bürünen bir tırtıl gibi olgunlaşır, daha sonra önceki halinden farklı olan bir varlık çıkar ortaya; kelebek gibi.

Bir tırtılı anlayabilmekteydik, ama daha sonra karşımızdaki kişi değişip de bir kelebek olmuşsa, ve biz içinde bulunduğumuz şartlardan dolayı değişimde geç kalmış isek, onu anlayamayız artık.

Birbirini hak edilen ölçüde anlayamayan iki insan da, iyi birer dost sayılmazlar. Gün gelir, ayrılık vuku bulur :)

Şimdi, Necip Fazıl'a kulak verelim mi Abdullah bey ?

- Ayrılık.

Akşamı getiren sesleri dinle;
dinle de, gönlümü alıver gitsin.
Saçlarımdan tutup, kor gözlerinle;
yaşlı gözlerime dalıver gitsin.

Güneşle köye in beni bırak da;
küçüle küçüle kaybol ırakta.
Şu yolu dönerken arkana bak da;
köşede, bir lahza kalıver gitsin.

Ümidim yılların seline düştü,
saçının en titrek teline düştü,
kuru yaprak gibi eline düştü,
istersen rüzgara salıver gitsin.

N.F.K.
-

Yeri gelmişken.

Suçluluk duygusuyla ilgili bir kaç şey de söylemek istiyorum.

İnsan böyle zamanlarda kendisinde aramalı biraz kabahati. Ve lâkin kendisine de haksızlık etmemeli derim. Bakın, saydık kimi sebepleri. Bazen, gücümüz aklımız yetmez değiştirmeye gerçeği :)

Koyverin gitsin Abdullah bey ;) demek ki siz, ayrı dünyaların insanlarıymışsınız :)

- "Biri giderse onu rahat bırakın, geri dönerse sizindir. Dönmezse zaten hiç sizin olmamıştır ki!" -

İşte öyle bir şey.

...


Dipnot

Peki, ya; o da sizi bekliyorsa.

27 Mayıs 2009 11:19  
Anonymous Abdullah dedi ki...

dosluklar sadece zaman mekan ve aynı hedefe bakmakla sınırlıysa eğer..eyvallah derim..

"Koyverin gitsin Abdullah bey ;) demek ki siz, ayrı dünyaların insanlarıymışsınız :)"

haklısınız haddimizi biliriz.. ilmimiz eksik ama, ulaşamadığımız olgun hurmanın taşla düşürülmeyeceğini anlayabilecek kadar mantığa sahibiz..

düşürdüğümüzde de ezilip yenemeyeceğini biliriz.
almak için ya boyumuzun uzamasını bekleriz ki; oda mümkün değil..

ulaşmak için daha uygun çareler deneriz.

velakin verilen sözler vardır onu düşünürüz..

27 Mayıs 2009 12:03  
Blogger Bâd-ı Sabâ dedi ki...

- Zaman Mekan Hedef -

Elbette zaman, mekan, ve aynı hedefe bakmak kıstasları ile sınırlandırılmış olmasa gerek dostluklar.

Fil ile farenin dost olduğu devirler de yaşanmıştır, kedi ile köpeğin dost olduğu devirler ile de karşılaşılacağı gibi.

Aynı zaman içinde, farklı mekanlarda bulunan yaşayan nefes alan dostluklar da vardır muhakkak.

Benim asıl temâşâ ettiğim, penceremden gördüğüm, ve vurgulamaya çalıştığım; böyle dostlukların da zamana karşı direnemediği idi?

Mecazi anlamdaki dostluklar böyle en azından; gözden ırakta olan, gönülden de ırakta oluyor ne yazık ki.

Uzak bir dostluk özlenilir, gün gelir aynı mekanı paylaşırsınız, daha dün gibi hatıralar canlanır tazelenir.

Fakat; böylesi sevgileri dostlukları uzun zamanlar beslemek oldukça zahmetlidir, ve engin vefakar özverili sabırlı yürekler ister.

Kaçımız bunu başarabiliyoruz !

Allah c.c. dostlarından bahsetmediğim dikkatinizden kaçmamış olmalı. Gözle görülebilen sevgilerden ve ilişkilerden konuştuğumuzu düşünüyorum.

Allah c.c. aşkı ve sevgisi ayrı bir kalemde incelenebilir tabii ki.

Allah c.c. zamandan ve mekandan münezzeh olduğu sebebiyle, O'nun c.c. dostluğu için yukarıda sıraladığımız kavramlar sınırlayıcı olamaz.


- Yıkılan Geçmiş -

Hurma konusundaki örneğiniz ve anlattıklarınız hoşuma gitti.

Verilen sözler, alınan sözler hep can yakıcı olagelmiştir zaten.

Sevgi üzerine kurulan hayaller, beklentiler; ve bir gün hepsinin darmadağın olması, dönüp baktığımızda ardımıza hiç de beklemediğimiz bir göçüğün altında kalmış olduğunu görmek herşeyin.

İnsanın yüreğini sızlıyor.

Yaşananlar, ve yaşanamamış onca güzellik !

İnsan, üzülmeden edemiyor.

Varsa bir ayrılık, koyver gitsin demesi de öyle kolay değil şüphesiz.

Fakat, yapılabilecek ne olabilir sizce; durup beklemekten başka ? Bekleyip, gerçeği kabullemekten başka.

Her çırpınış, her yakarış aradaki mesafeyi daha da açıyorsa; sevgiler dilim dilim doğranıp, nefret tohumları ekiliyorsa kalplere; gidene güle güle demek, en hayırlısı sanırım.

27 Mayıs 2009 19:15  
Anonymous abdullah dedi ki...

"Fil ile farenin dost olduğu devirler de yaşanmıştır,"

nasıl bir dostluktu bu? hatırlayamadım bir an bu mevzuyu..

28 Mayıs 2009 08:14  
Anonymous Esmâlâle dedi ki...

:)

28 Mayıs 2009 16:59  
Blogger Bâd-ı Sabâ dedi ki...

@ Abdullah

Koskoca fil fare gibi küçük bir hayvandan korkarmış diye aklımda bir bilgi kalmıştı.

Belki masallarda öyle oluyordur :)

O bakımdan yazdığımı hatırlıyorum efendim.

Her şeye rağmen,

Korkuları aşıp, bir sevgi üzerine inşâ edilen dostluklar olabilir yaşanabilir diye inanıyorum.

Evet, buna inanıyorum ben.


@ EsmâLâle

Hoş geldiniz, sefa getirdiniz efendim :)

Abdullah bey için yazdığım cevap, sizi de muhatap alıyor sanırım.

Acizane, ne düşündüğümüzü ifâde etmiş olalım.

...

31 Mayıs 2009 13:06  
Blogger Bâd-ı Sabâ dedi ki...

..fil ve fare ile anlatılmak istenen, bir de; aradaki maddî manevî farklılıklar olsa gerek !

31 Mayıs 2009 17:27  
Blogger mecruh dedi ki...

"Sen, İbrahim'sin a.s. Sen, Yusuf'sun a.s. Sen, Yunus'sun a.s. Sen Ömer'sin, Ebubekir'sin. Sen âlemin nûrusun. Rahmanullah'ın şu fani dünyadaki halefisin."



O'nlar olma gibi bir şansım varken, olamadığım için utanıyorum!!!

25 Haziran 2009 10:56  
Blogger Bâd-ı Sabâ dedi ki...

Bismillâhirrahmânirrahîm.

@ Mecrûh

Hoşgeldiniz.. Şükür utandırana :)

Sevgiyle.


Merhamet.

Eminim utanılacak kadar değildir ahvaliniz, buna yürekten inanıyorum.

Hatta denizler mürekkep, ormanlar kalem olsaydı da yazılabilseydi cürmünüz.

Ben yine de size, utanılmayı yakıştırmazdım :)

Hiç mi hayrınız, hasenadınız yok. Olsun; yine de utanmazdım sizden, utandırmazdım sizi.

Şefkat bir umman olunca, içine düşen çer çöp onu kirletmeye yetmez.

İşte böyle gönüllere muhtacız. Aksi halde, utanmamız ve utandırılmamız an meselesi.

Hz. İnsan'ın yüceliğinden bi haber kimselerin oyuncağı kuklası olmuşuz !!

Yüzümüze karalar çalınıyor.

Bu, doğru değildir.

Hz. İnsan, iyiliğe güzelliğe lâyıktır; iltifata, hoş görüye, hüsn-i zanna layıktır.

Kötü niyet ile, art fikir ve düşünce arayışı ile, muhatabımızda yaralar açarız.

Olmamışı, olmuş gibi görür isek; muhatabımız da, kendisini suçluymuş gibi hissetmeye başlar.

Hele hele saf ve temiz bir yürek sahibi ise muhatabımız, yüreği hor görülmeyi hazmedemez; kaldıramaz isnad edilen suçlamaların, hakaretlerin, ve aşağılamaların yükünü.

Taaruz de gösteremez kendisine yapılan saldırıya, edebi izin vermez çünkü: Günden güne solar neşesi, kurur mutluluğu.

Demem o ki Mecrûh, sen belki ter temizsin. Ben sana utanılacak hiç bir hâli vaziyeti lâyık göremem !!

Sen, bu saf hâlinle bile utanabiliyorsun demek ki !

Utandırana şükür..

Ya utanmayıp, Firavun gibi kendini beğenerek büyüklük ve kibir illetine düçar olsaydın :)

İnşâ Allah bu utanç hâlimiz olduğu gibi kalmaz, zaman içinde yerini sevgiye bırakır.

Evet Mecrûh, inanıyorum ki; biz dahi, sevilme arayışımızın yanı sıra, sevmeliyiz kendimizi.

Sevmeli, ve merhamet etmeliyiz enaniyetimize nefsimize benliğimize !!

Öyle ki; her daim onu kazadan beladan koruyalım kollayalım, hatâ ve yanlışlarını ikâz edelim uyaralım.

Nefsimizi, kendi ellerimiz ile yanlışa sürüklemeyelim !!

Çünkü..

Onu; nefsimizi, benliğimizi, enaniyetimizi, yâni ki kendimizi çok seviyoruz biz Mecrûh.

İnsan, sevdiğinden utanır mı :)

İnsan sevdiğine koşar, hiç ondan kaçar mı !!!

Merhamet buyur kendine.

25 Haziran 2009 21:47  

Yorum Gönder