19 Mayıs 2009

Taş Duvar

Bir kaç aydır kullandığım, ve elimin bir türlü alışamadığı klavyenin yerine yenisini aldım. Evet, bu klavye, yıllardır arayıp da bulamadığım klavyenin ta kendisiydi ?

Yine de, aslında diyorum: Bu benim aradığım klavye değil.

Bu işi bana bıraksalar, dünyanın en ergonomik ve de zarif klavyesini tasarlardım. Buna inanıyorum.

Gelin görün ki, dünya tersine dönüyor sanki. Aşağıda olması gerekenler yukarıda, yukarıda olması gerekenler aşağıda ! Bana da, durup seyretmek kalıyor. Kelimenin tam anlamıyla seyrediyorum.

Hayır, şikayetci değilim.

Her salataya maydanoz olmak isteyen salak güruha hazır cevabım bu: Şikayetci değilim.

Ben hiç bir şeyden şikayet etmem zaten.

Fikir öne sürmeyi, şikayet anlayan kimi kimseler canımı sıkıyor. Böyle insanların çevremde olmalarını istemiyorum. Telefonun icadı, ampulun icadı, tekerleğin icadı gibi teknoloji sathında kilometre taşı olmuş buluşların nasıl meydana geldiğini anlamak için biraz kafa yoralım..

Birileri muhakkak benim gibi düşünmüş olmalı değil mi !

Söz gelimi teklerleğin bulan her kimse, diğerleri gibi fikir tembelliği yapmamış olsa gerek. Peki ya telefonu bulan vatandaş ? Eminim, yanındaki üç beş kafadar ne gerek var demiştir, ve kuvvetli ihtimal bunlardan birisi de Türk'tür.

Edison'a yüzlerce denemenin getirdiği başarısızlığın ardından, sen kafayı mı yedin aptal adam diyen gerizekalı bir kaç tipin varlığına da hiç şüphe etmiyorum.

Nihayet havası vakumlanmış bir ampul keşfedildi, ki böylelikle akkor haline gelen flama havadaki oksijen ile oksitlenip tükenmiyordu.

Bu insanlar düşündüler, taşındılar, kaşındılar hatta.

Bizim nemelazımcı milletimiz gibi, ne gerek var demediler.

Evet, gerek var !

Bu memlekette.. zibidi gibi saç traşı olup karizma çizdiğini sanan oturgaçlı götürgeç timsali zavallı erkeklere, mini etek giyip cadde ortasında eteğini aşağı doğru çekiştirerek namus satan embesil zekâlı kızlara bilgi çağında yaşadığımızı, ve hayatta fikir üretmenin ne denli kutsal bir kazanım olduğunu anlatmaya gerek var.

Aksi halde, bu memleketin geleceği hakikaten karanlık görünüyor.

Sokağa çıktığımda, yemek içmek ve çoğalmaktan başka derdi olmayan zavallı insanlar görüyorum. Evet, maalesef öyleyiz. Bir lunapark, bir sirk, bir hayvanat bahçesini andırıyor gördüklerim.

Ben de, böyle bir parkın içinde uçmasını öğrenememiş bir ördeğim.

Vak, vak, vak diyorum.

Evet, sizden biriyim..

Ama, bir gün uçmasını öğrenirsem; aşıcam duvarları.

Merak ediyorum, önümüze set durup ufkumuzu görmemize engel olan o duvarın arkasında nasıl bir yaşam olduğunu.

Belki de sırf bunun için, uçmasını öğrenmeliyim.

Taş duvarın ardında ne olduğunu görmek adına ?

Sonra, kanatlarımı yolabilirsiniz.

5 Yorum:

Blogger Bâd-ı Sabâ dedi ki...

# Kayıp Nota.

Kâzım bey, uzun bir zaman sonra sizi böyle görmek inanın beni şaşırtı.

Üzerinize ölü toprağı saçılmış gibiydiniz, titreyin ve dahi kendinize gelin.

Bu akıl, bu fikir, bu anlayış !

Siz, atlantiğe açılması gereken bir titaniksiniz; sığ sular, sizi kaldırmaz Kâzım bey.

Hakkınızı verin artık.

19 Mayıs 2009 03:12  
Blogger Sunusy dedi ki...

- Gel-boşver Kazım kardeşim, gözlerde anti modernist olmuşuz, etiketlenmişiz biz, yakındır deli demeleri..-

fakat,
hayal kırıklığına bir kanat mesafesinde olabilir misin acaba?

Hatta ilahi kanatlar bile nereye uçmamıza yarar, belli değilken..

Bu dünya başkadır öbürküsü ise bambaşka.. bunu ne kadar anladık ki öbürkünü tahayyül edelim :)

bize hayvanat bahçesi müşterisi hissiyatı yaşattıran bu düzen ve bu zaman bize ait..

bilmem ki acaba sahip çıkmak mı lazım!..

"İnsan öleceğini biliyorsa neden oyalanır? Neyin felsefesini yapar ne sebeple.. Hangi buluş faydalı olmuş insanoğluna bugüne kadar?

Elektirik faydalıdır çünkü her tamir elektirikle olur, iyi de her arızanın kaynağı da elektirik değil midir?
Kimya faydalıdır zira ilaç yaparsın, o ilaçlar güçlendirmedi mi mikrobu?

Belki de insanoğlunun en zararlı keşfi şeker olmuştur. Bütün hastalıkların kaynağı..

Ateşi bularak ısındılar ve sonra birbirlerinin evlerini yaktılar..

Maden devrine, tekerin icadına, hatta yazının icadına inanmıyorum.. herşey seni bekliyordu bir kudretle. Yoksa sen başakları taşa sürtüp çıkan tozu kepeğinden ayırıp su ve tuzla ekmek yapmayı akıl edemezdin..

Eğer biz mağara adamı olsaydık, anlardık evreni, tabiatı, Yaratıcı'yı..
Hayır, sanat eserine sanatçı diyenlerden değilim.. Şüphesiz ki sanatçı eserinden başkadır.

Eğer buzdolabımız olmasaydı yiyecek biriktirmez ve 2 sene sonra ekonomimiz resesyona girecek endişesiyle başka ülkelere saldırmazdık..."

Buradan:
http://www.uzakvederin.blogspot.com/

selam ve dua ile kardeşim.

sunusy

20 Mayıs 2009 12:16  
Blogger Bâd-ı Sabâ dedi ki...

Sığ sularda kaldım Sunusy, attığım her kulaç sonumu hazırlıyormuş meğer.

Meğer, umut diye sarıldığım, beni saran bir bataklık dolusu çamur imiş.

Derin sulara koşmalı, kanatlanmalıyım.

Hayır, henüz geç değil. Eğer hayal edebilyorsam, eğer hayal edebiyorsak, asla geç sayılmaz.

İnsanın en kıymetli hazinesidir hayal edebilmek. Onu da elimizden alabilecek kadar çirkinleşti dünya.

Artık güzel düşünemez, güzel göremez olduk.

Rüyalarımız bile kirlendi, kirletildi.

"Nereden başladı bu kesik dans, ve bu dansa karşı afyonlanmış hecin yüzlü insanlar kim?"

Şimdi, kendi çabalarımızla düştüğümüz bataklıktan, yine kendi çabalarımızla kurtulmaya çalışıyoruz.

Bir umut.

Henüz, pes etmek için erken muhterem dostum.

Ömür tükenmekte, bedenler bîtâb düşmüş üç kuruşluk kavgalardan.

Öyle de olsa, sonsuzluğa sevgi besleyen gönüller şâd olsun.

Kâzım

20 Mayıs 2009 12:46  
Blogger Sunusy dedi ki...

"koyver gitsin" cümlesi parolam olmuş adeta.. sen "inceldiği yerden kopsun" da diyebilirsin.

sabırların en büyüğü Cemalullah'ı gördükten sonra tekrar görene kadar sabretmekmiş.

Bizim sabrımız o kadar büyük değil belki ama 1400 yıllık bir muhabbetin sabırlı aşığı olmuşuz. Akabe'de Rıdvan'da el sıkışmamışız ama hayallerimizde o ele iki elimizle sımsıkı sarılmış öpüyoruz..

Belki insansıların halini görünce sıkılmak ve üzülmekle beraber sinsi bir fikir düşüyordur aklına "bunlar benim gitmek istemediğim yeri doldurur ve orada bana yer kalmaz" diye.. Bu bana bazen o kadar mantıklı geliyor ki.. ama başkalarının halleri bizim mazeretimiz değil tabi ki..

evet doğru, kendi elimizle verimli toprakları bataklığa çevirdik ve daldık boynumuza kadar, bunu yapan yahudi takvimine göre 7000 yaşında olsa da, bizler çıkış yolunu bulamayan torunlar olarak "koyver gitsin" diyoruz şimdi..

cebindeki para faiz.. alın terimle kazandığım para haram.. Rabbiniz size alışverişinizde değer olarak altın ve gümüşü yarattı ayetine inkarla ipekli kağıda mürekkep dökerek mallar canlar ve ruhlar satıp-alıyoruz.. evladımıza iki kuruş haram yedirebilmek adına ter döküyoruz..

koyver gitsin, ameller niyetlere göredir diyor biri.. pariteyi hesaplarken.. bataklığı kurutmak kimsenin aklında yok, haddi değil adeta..

bırak onla bunla oyalanmayı, diyorum nefsime, ikindi vakti "biz onları namaz kılarken bulmuştuk ve biz ayrıldığımızda namaz kılıyorlardı" nidasına bir tefsir de sen ol..

su sığ ise daha berraktır..

istikbal köklerde, necat tefekkürde..

tefekkürle kurtuluruz, sıkılmaya endişelenmeye sabırla devam..

kimse senin göğsünü yarıp içindekini çıkarıp yıkamayacak, kimse önünde denizleri ikiye ayırmayacak..

O gördüğün heybetli dağlara inat bir sina tepeciğidir Rab ile Musa'nın muhabbetgahı olma şerefine eren..

derin ummanlarda kibir, sığ sularda bir avuç abdest gizli..

Sabırla beklemenin parolası işte bu: koyver gitsin kardeşim

20 Mayıs 2009 15:21  
Blogger Bâd-ı Sabâ dedi ki...

"Sabırla beklemenin parolası işte bu: koyver gitsin kardeşim"

@ Sunusy

Yüreğime su serptiniz :)

Çok sevdim bu sözü ben, hem de çok çok sevdim.

Endişe duymayın, biz ipine sapına bakmadan koyvermeyiz efendim.

Edep adab biliriz.

Biz koyversek de, Rabbim salmaz bizi deriz illâki :)

Şimdi, kopsun kopacağı yerden diyoruz ;)

Kırılan biz olalım, ama kırmayalım da diyoruzdur tabi ki :)

Allah'ım sen bize merhamet eyle; Sen varsın diye, sükûnetimiz.

Edeptendir.

Âmin.

21 Mayıs 2009 00:56  

Yorum Gönder