18 Şubat 2009

Everything, will be fine.

13 Yorum:

Blogger Bâd-ı Sabâ dedi ki...

Her şey yalan ise, bir gerçek vardır. O da, her şeyin yalan olduğudur.

Demek ki, herşey yalan değilmiş.

* * *

Her şey güzel olmayabilir. Ama, her şeyin çirkin olduğunu da söyleyemeyiz.

Çünkü, çirkinin varlığından söz edebilmek için; karşıt bir varlığın olması gerektir. Yoksa, çirkinden söz edilemezdi.

Demek ki.. ne herşey yalandır, ne de gerçek.

Yalan da vardır, gerçek de.

* * *

Ve.. herşey ne güzeldir. Ne de çirkin.

Yâni.

Görmek istediğimizi görebilmek için, meseleye doğru açıyla bakmalıyız.

Biz buna, paradigma diyoruz.

Türkçe meâli: Nasıl bakarsan, öyle görürsün !

* * *

Meseleye.. yanlış açı ile bakarsak, yansımalarını görürüz: Aslını değil.

Buna da vehamet denilmektedir.

K. Mızrak

18 Şubat 2009 11:49  
Anonymous Adsız dedi ki...

"Nasıl bakarsan, öyle görürsün"
nasıl düşünürsek onu elde ederiz .. ah..! şu düşüncelerimiz ah..!dimi?

18 Şubat 2009 13:23  
Anonymous Adsız dedi ki...

Açının doğru olup olmadığını nasıl bileceksin?

zm

18 Şubat 2009 18:28  
Anonymous Adsız dedi ki...

ne görünen yalan
ne görünmeyen yalan
ne söylenmeyen yalan
ne söylenen yalan
ne duyulan yalan
ne duyulmayan yalan...

yalan aynalar gıbıdır gercek oldugunu algılayabılmek ıcın göz ruhani ve bedeni göz gerceklıgını sevebılmek gerek...

inanmak mı yalan
inanmamak mı yalan

hangısı gercek ?

düşünebildiğin kadar olan mı ?
düşünmekten kaçındıgın kadar olan mı ?

yalan da yanlıs açı var mıdır ki !

yalan dıye bır sey yok kı !

cunku senı gören, seni bilen, seni duyan;
şahidin olmazsa yalan var...

mı ?
acaba ...

kafam corba oldu oysa cevap verecektım; borclu cıktım...

aynalara benzemek ıstemezmısın sevgili
karsına gecıpte bır gune bır gun yalan dedım mı... dıye duz bır dıpnot ılıstıreyım( anlık an' a dair... )

kazım bey mesaı basıma vurdu :)

selametli vakitler cümle okuyan varlıklara...

Dua ile Sevecen kalın,
Narsu.

18 Şubat 2009 18:40  
Blogger Bâd-ı Sabâ dedi ki...

@ Adsız

Bazen, karanlıkta kalırız Adsız.

Birisi, ışığı yakmazsa, karanlıkta kalmaya devâm ederiz.

Bazen, o birisi olmalı.

Keşke, sadece bize bağlı olsaydı herşey.

...

19 Şubat 2009 11:51  
Blogger Bâd-ı Sabâ dedi ki...

"Açının doğru olup olmadığını nasıl bileceksin?"

@ Zm

Denize girip ıslanmak lâzım, sanırım.

Ya da.. denize girildiğinde, ıslanılacağını bilen birisine kulak vermeli.

...

19 Şubat 2009 11:52  
Blogger Bâd-ı Sabâ dedi ki...

"cunku senı gören, seni bilen, seni duyan; şahidin olmazsa yalan var..."

@ Narsu

Mesai saatleri.

Bazen aranır, bulunmaz. Bazen de bulunur, ve aranmaz.

Kiminin mesai saatleri vardır, kiminin de yoktur.

Olanı da derli, olmayanı da. Nereye varacak bu işin sonu ?

Ne garip, değil mi.

...

19 Şubat 2009 11:58  
Anonymous Adsız dedi ki...

sonuc bastan bellı baslangıclar yazmazmı ?
kaderımız bellı ama kaderı bastan yasadıgımız gıbı !!!
mesaı aslında hıc bıtmez dunyevı bakarsanız bılemem de butun olarak dusundugunuzde aslında mesaı hep var...

ama ben hala sorularımı yanıtsız bıraktıgınızı sadece dıpnot ıle dusundugunuzu fark etmekteyım.

yanılgılardamıyım yoksa :?)

kolay gelsın.

narsu

19 Şubat 2009 13:28  
Blogger Bâd-ı Sabâ dedi ki...

@ Narsu

Dünyevi anlamda bakmamıştım Narsu :) Ve lâkin, bana bir ışık yakmış oldunuz işte.

Fakat bir gün bitecek ! Çok şükür ki, bitecek. Bu, meselenin iyi yanı :)

Kötü yanı, sanırım hiç bitmeyecek olaması olurdu.

Yaa.. bugünlerde bir kötümserlik çöktü üstüme.

Gökkuşağı ile alakalı yazı geldi aklıma.

Hayat, içinde siyahın da olduğu bir gök kuşağıdır diyorduk ya hani.

Oraya yazmış mıydın sen. İnan hatırlamıyorum. Neyse, bu konumuz dışı.

İşte o gökkuşağının siyahında bir yerlerdeyim. İyi mi bu, kötü mü.

Umurumda değil ki !

Kırmısı, pembe, yeşil ?

Yoksa da olur, yoksa da.

Çok şey beklemiyorum hayattan. Köşeyi dönünce hayat, düz gitsem ölüm.

İşte, bu kadar.

Hımmm. Sorular :)

Ben ortada soru görmüyorum Narsu. Sen de görmesen :P

Kafam allak bullak hani, o bakımdan :o)

Bir ara, bir yorumunuzda, selâm vermiştiniz de, ben selâmınızı almış mıydım ?

Lütfen, öyle bir nezaetsizliğimiz olmuşsa affedin.

Ben her ihtimale karşı, icabette bulunayım.

Ve aleyna, aleykum selâm.. .

Saygılarımla.

19 Şubat 2009 20:48  
Anonymous Adsız dedi ki...

bu sabah bır sarkı ıle gune basladım...

söylemedım; eylem aktas' tan
sonra yumruk gıbı kalbımı sıkan ardından cokturan

bu kızı buyutmelıyım kor alevlerde yurutmelıyım...

ee sımdı bana ne tavsıye ederdınız
aaa unuttum pardon sız varsa da var yoksa da yok dıyenlerdensınız bu aralar mı yoksa hep mı oylesınız ! ızlenımlerım sızın bıoenerjınızın kaynagının nerede fırlayacagı bellı olmadıgı cunku, hep bır olumsuzluk hakim gokkusagının varını yogunu yasamak lukstur ve ınsan'ız !!! luks bıze sunulmus
kacırmakta bızım fırsatımız :)

ey guzel gunes varmı senden otesı
var dolunayda saklı duran sözlerde gızlı
haydı bır nefes alalım!
sukretmek ıcın cok renk sevmek gerek cok
amma velakın sızde sukredenlerdensınız!
kacırmayın vakıt tamam hadı gıdıyorum :)))

Selametle,
Selamları alın yada almayın be hakları helal edıyorum.

nasılsa ahiret var :)

narsu

20 Şubat 2009 16:48  
Blogger Bâd-ı Sabâ dedi ki...

@ Narsu

Dar zamanda, kağıtların havalarda uçuştuğu bir vakitte, hatta hatta, çevrenizde birbirini boğacakmış gibi bağıra çağıra konuşan insanların arasında yazdığınızı düşünüyorum yorumlarınızı :)

Değil mi ?

Neyse ki.. (Kâzım Mızrak faktörü, diyorum ben buna) ne yazdığınızı, nasıl, niye yazdığınızı, ne anlattığınızı anlayabilecek şuûrdayım.

Ve.. inanın bana, herkes bu şuûra sahip olamaz. Ve ben.. sizin ne hâlde bu satırları yazdığınızı, herkesin anlamasını sağlayamam. Daha doğrusu bunu anlatmaya, lisanım yetmez.

Sebât konu başlığına yazdığınız yorumları okudum şimdi. Ta eskilere gittim.

Siz, benim ne denli zor günler yaşamakta olduğumu yaşamın kıyısından köşesinden de olsa müşahade etmiş birisiniz.

Eskilerden kimler kaldı ? Ya da biz, kaç dosta yetebildik ? Sizi ben anlamayayım da, kim anlasın değil mi !

Hal böyleyken.. birileri, yazdıklarınızı illa ki anlamayacaktır ya da anla(ya)mayacaktır ! Kendi, pencerelerinden göründüğü gibi, ve göründüğü kadarıyla yorumlayacaklardır sözlerinizi cümlelerinizi parağraflarınızı.

Tahmin ediyorum ki. Siz de.. benim gibi, hiç kimsenin yorumlarınız hakkında ne dendiğini kaale alan birisi değilsinizdir.

Ancak. Belki ben.. bıraktığınızn yorumların daha mûtedil olması gerektiğini düşünen birisinin düşüncelerini önemsiyorumdur.

Ve.. siz de, sırf bu yüzden: Beni önemsediğiniz, gözünüzde bir değer barındırdığım hasebiyle, benim ricâm üzerine ! Daha derli toplu, aceleye getirilmemiş, sağı solu çekiştirildiğinde elimizde kalmayacak kadar kendinden emin duran cümlelerinizle yorum yazarsınız.

Sizin yerinizde ben olsaydım, böyle bir arkadaşın ricasına karşı gururla kibirle yaklaşmaz, ve ricasnı dikkate alırdım. Çünkü, bilirdim ki: Bu arkadaş bir şey söylüyorken, sadece kendisini düşündüğü için konuşmaz.

Sadece kendisini düşünen birisi olsaydı, burada size şu cümleleri yazmak için zaman harcamazdı ! Demek ki.. sizi önemsiyor, ve iyiliğinizi istiyor.

Kendi problemini.. sizi muhatap almadan, ya da hiç de layık olmadığınıza inandığım insanfsız bir yargıya muhatap bırakarak çözebilirdi.

Şimdi. Problemin ne olduğuna bakalım efendim. Mesele, bıraktığınız yorumların şekli şemali !

Yorumlarınız.. bu blog için oldukça savruk duruyor; özen gösterilmeden yazılmış izlenimi uyandırıyor; istişare, münazara, örtüsünden bi hayli uzakmış gibi görünüyor; fikir alışverişinden ziyade vakit geçirmeye yönelik, ben yazdım oldu denilebilecek bir modele sahip; Türk Dil Kurumu nazarında anlam düşmesine, daralmasına, kaymasına çökmesine meydan verici kimi noktalama hatalarını barındırıyor; cümlelerin nerede başlayıp nerede bittiğinin anlaşılamsına mani parağraf hatâları ihtiva eden bir hâlde !

Eğer.. beni dikkate alırsanız ! Sizden.. yorum yazarken hem kendinize, hem karşınızdakine, ve hem de çevrenize faydalı olmaya yönelik bir kaygı içinde olmanızı bekliyorum.

Ben bu kaygıyı, yıllardır yaşamaktayım zaten. Şahidim, gözünüzün önünde duruyor değil mi ? Benim duyduğum kaygıyı.. sizde, ya da başkalarında da bulabilmeyi bekliyorsam eğer; lütfen, bunu bana çok görmeyin derim.

İnşâ Allah, beni bir hüsn-ü zan ile anlamaya çalışırsınız.

Buna, yürekten inanıyorum.

Saygılarımla.


Dipnot.

Eylemin "Aman" isimli şarkısını dinlediğim zamanlar oldu. Onu tavsiye edebilirim, hala da beğenerek dinlerim.

Hayatın renkleri bizim için bir şükür vesilesi olmalı aslında değil mi ! Siyahı görüyoruz, hep. Kullandığımız gözlüklerden olabilir mi acep.. .

Allaha emânet olunuz.

Saygılarımla.

21 Şubat 2009 03:16  
Anonymous Adsız dedi ki...

SelamunAleyküm,
ifadeler sözcükler ve buna istinaden düşündüğünüzü ve savruklugun anlam tasıyabılecegıne varılan betimler,

Hakkınızda herseyın hayırlı olması duasıyla.

Kendinize iyi davranın.

Anlasılmamak kaygısı tasımamam! saygısız ve keyfe keder bır tavır ıcınde oldugumu dusundurdugu zannın da olan yazılara varılan dusundugunuz ve zaman verıp yanlıs anlamalara meyıl olmaması acısından verdıgınız yazıyı okudum tesekkur edıyorum.
uzulsemde bunu sadece O'na havale edıyor.

Sizlere hayat yolunda hayırlı zamanlar dılıyorum.

Saygılarımla,
narsu

Hoşçakalın.

21 Şubat 2009 13:59  
Blogger Bâd-ı Sabâ dedi ki...

@ Narsu

Bıraktığın yazıyı, yorumu okuduğumdan beri bir keder içindeyim. Meselenin bu şekilde neticelenmesini istemezdim. Dilemezdik böyle olmasını. Ama, gelin görün ki, şu âlemde herşey kontrolümüzde değil. Yapmak isteyip de yapamadığımız, yapamayacağımız bazı şeyler var.

Örneğin ben bir süperman değilim. Örümcek adam da değilim. Birileri dert içindeyken, göz yaşı döküyorken varıp yanına ne oluyor böyle hı ? Sana ağlamak yakışıyor mu demeyi isterdim ! Lakin böyle bir yeteneğim yok.

Süperman dedim de.. aklıma, namaz kılmayı öğreten Örümcek adam kitabı geldi. Sen de duymuşsundur, hani bizim Türk örümcek adam, çocuklara nasıl namaz kılınacağını öğretiyordu.

Neyse. Cıvımaya gerek yok şimdi. Örümcek adam, süper adam konumuz dışı. Biz onlar gibi üstün yetenekleri olan insanlar değiliz.

Ve lakin. Her insanın kendi çapında yapabileceği şeyler de vardır. Pişman olabiir örneğin. Değil mi !

Pişmanlık da olmasa elimizde, hakikaten hiç temizlenemez hep kirli kalırdık. Kalbimizdeki kara lekeler günden güne artardı, sonra Michael Jackson gibi yüzümüz kap kara olurdu. Onun kadar zengin de değiliz ki, gidip yüzümüzü aklaştırıp paklaştıralım.

Olmadı, biz de Mekke'ye gideriz değil mi. Rabbim kalbimize düşen bu duayı bir gün gerçek kılsın. Ama yalnız başımıza, ama eşimizle bir gün bizi o mubarek topraklara kabul etsin. Yoksa yüzlerimizin aydınlanacağı yok.

Utanç duymaktan, yanlış yapıp günaha girmekten; günden güne kararmakta. Üstüne üstük, kendi günahımız azmış gibi.. onun, bunun günahını da alıyoruz. Oh ne, güzel oh ne güzel. Yarın mahkeme-i kübraya, o büyük mahkemeye hangi yüzle varacağız acaba, merak ediyorum.

Eşşek derisi gibi yüz olsa da, Rabbil âleminin huzuruna varınca, demeyecek mi bize, sen benim kulumu nasıl incitirsin diye ? Biz yerin dibine girmeyecek miyiz, utancımızdan.. .

Narsu.

Biz senin günahını aldık. Hakkında dedikodu ettik. Suç, hem benimdir. Hem de arkadaşımın. O da kendisini kötü hissediyor. O'nu tanırım. Ben herkesi herkesten daha çok tanırım da, anlarım da; herkes beni, benim onları tanıdığım gibi anlayıp bilemez. Bu da sanal reklam gibi bir şey oldu galiba. Mazur görün lütfen.

Ne diyordum. Arkadaşım da pişman olmuş. Bunu bana söylemedi. Ama ben bilirim, anlarım. Bugün konuşmadık onunla. Ne ben tenezzül ettim, ne onun yüzü oldu beni aramaya. Başka bir açıklaması yok bunun.

Burada bir insanın kalbini kıracaksın, aba altından sopa gösterecksin, hakaret edeceksin, kapına gelmiş bir canı neredeyse kapı dışarı edeceksin.. sonra, gülüp neşeyle hasbihal edeceksin.

Biz bunu yapamadık. En azından ben, insanlığı bu kadar ayaklar altına alamazdım. Akşam hiç bir şey yapmak istemedim. Miasfirlerimiz vardı. Hiç kimseyi görmek istemediysem de, misafir bu ? bereket demek.

Sen de benim misafirimsin değil mi Narsu. Çok konuşan misafirlerimden. Olsun, derdi ızdırabı olmayan hiç konuşur mu Narsu. Gelip burada iki kelam savuşturuyordun, bir damla tefekkürde bulunuyordun değil mi.

Yıllar var ki, bizi insan yerine sayıp geldin hatırımızı sordun. Acımıza, derdimize ortak oldun. Boynumuz büküktü, aldırma arkadaş dedin.

Bilirim Narsu, bilirim.

Sabah yazdığın cevabı okudum. Ne kadar titremiştim, aman bizi anlasın diye. Aman kalbi kırılmasın diye. Elhamdülillah duâlarını eksik etmemişsin. Ve lâkin.. zan altında kalmış olman, iki insanın mutluluğu için resmen harcanmış olman benim çok zoruma gitti.

Misafirler gider gitmez yatağa vurmuştum başımı. Az önce uyandım ki, ne olacak bu iş dedim. Belki sen unuttun bile. Belki meseleyi bu denli büyütmedin bile. Ve lakin Narsu, sedece senin için değil, bir başka kimse için dahi olsa, ben bu meseleyi ört pas edip huzur içinde sabah edemezdim.

Söyler misin muhterem dost.. kaç rekat namaz incitilen, kırılan bri kalbin günahına kefaret olabilir ? Kaç umre, hac ziyareti bir ahın meramına cevap olabilir ? Ben kalp kırarken, gönül evi yıkarken; kimlere boynu bükük bakıp, beni incitmeyin diyebilirim ?

Nasıl selavat getirebilir de, Muhammed'din huzuruna varabilirim ? Nasıl Allahu Ekber diyip de, namaza durabilirim ki ? Ekber olan Allah, hiç zulüm sever mi ? Ve ben, onun sevmediklerini sevmedikçe nasıl imân etmiş olabilirim ?

İşte böyle Narsu. Biz senin kalbini kırdık. Bunu sen de söylemşken, nasıl kulaklarımızı kapatabilir, görmezden gelibilirdik ?

Fazla mı oldu acaba diyorum da, bence hayır. Sen, beni anlıyorsundur. Bence az bile oldu. Hatta, keşke hiç yaşanmasaydı bu tatsızlık değil mi.

Keşke !

Allah'a emânet olunuz.

Üzülmeyiniz lütfen. Biz, size kötü gözle bakmıyoruz. Ben zaten bakmıyordum. Arkadaşım da hatasını anlamış olsa gerek diye inanıyorum. Bırak inanmayı, biliyorum. O da pişman. Böyle olsundu, istemezmiş.

Hakkını helal et diyeceğim. Ben diyeyim de, sen etme, değil mi. Ben kapına geleyim de, sen kov bizim gibi. Ama, olsun. Bize düşen helallik istemek. O'na gitmeden bu hesabı, burada kapatmak. Zira, oraya varırsa bu hesap, biz zarar edenlerden oluruz.

İki insanın mutluluğu, başka bir insanın göz yaşı üzerine kurulmamalıdır. Sen ağlamamış olabilirsin Narsu. Benim, senin yerine ağladığım kafi. Senden ziyade ben utamdım çünkü.

İzlin(iz)le.

Ve aleyna, aleykum selâm.

...

22 Şubat 2009 03:54  

Yorum Gönder