6 Ağustos 2006

Hakîkati Arayış ve Varoluşu Anlama Çabası

Muhterem Arkadaşlar..

Bakın benim İslamiyet ile ilgili sorunlarım var,
bu sorunlar genel olarak Tanrı bilincinin insanlara
aşılanması üzerinde yoğunlaşıyor.

Diğer bir ifade ile ilahi dinler olarak ifade edilen
dinlerin hepsi de birer saçmalıktan ibaret; anlayacağınız
mesele geniş, Hristiyanlığı ya da Yahudiliği savunuyor
değilim ya da değiliz.

Asıl gayemiz bir yaratıcının varlığı ya da yokluğunu
anlamak, bu çerçevede konu dikkatle değerlendirilmelidir.

Çok hassas bir konu üzerinde konuşuyoruz, her hangi
bir dine inanmış insanların inançları ile alay etmemeli;
o kimselerin akıllarını zekaylarını küçümsememeli,
hafife almamalıyız.

Hulasa ile hiç kimsenin onurunu gururunu incitmemek
gerekiyor.

Şimdi, kainat nasıl meydana geldi sorusu her zaman için
varolan soru; Allah yok diyerek işin içinden çıkamıyoruz.
Bu nokta iyi anlaşılmalı. Akabinde gelen soru da şu, bir ilahi
yaratıcı varsa ona ne şekilde inanılmalıdır?

Bu inancın esas temsili kimlerdir, hangi dindir esas olan?!

Bu konuda salt bağlılık, olmayana görünmeyene inanmak
ve teslim olmak akılcılığa ters düşer.

İslamiyete göre insan akıl sahibidir, ve Kur'an-ı Kerim'de
çok yerde düşünmediler mi, ibret almadılar mı şeklinde
insan muhatap alınır. İbret almak için akıl ile istişare yapmak
gerektir, hesap kitap yapmak gerektir, muhasebe yapmak
gerektir.

Kat'i suretle anlaşılacağı üzere, akıl ile idrak etmeden, ben
Allah'a iman ettim demek de şekilciliktir, basitliktir, kolaycılıktır.

Bakın konuştuğumuz konu pek hassastır; kimi insanlar var ki,
yaşamları inançlarına bağlı. Şu dünyanın yaşam sıkıntısı ne
büyüktür takdir edersiniz. İşte bu çerçevede, insanların
dini inançları üzerinde tartışıyorken, çıkarımlar elde etmekle
beraber düşünce ifade ediyorken çok dikkatli olunmalıdır;
aksi halde toplumların kültür ve değerleri sarsılabilir, hiç hoş
olmayan kötü sonuçlar ortaya çıkabilir.

Bizler, insan neslini tehlikeye atacak yalan dolan ile meşgul
olamayız ya da olamam; ancak yalanlanması icap eden inanç
sistemlerinin takip edilmesine de sessiz kalamayız ya da
kalamam.

Bir din neden vardır, niçin vardır; iddaa edildiği gibi dinler
toplumların afyonu mudur; eğer öyleyse bu işten kazanç
sağlayanlar kim ya da kimlerdir?

Bu sorulara bir Müslüman tatmin olabileceği şekilde
cevap verebilmekte midir; eğer cevap veremiyorsa
ya ne diye Müslüman olmuştur?!

Benim öfke duyduğum konu da burda başlıyor. Ben inanç
konusunda bocalıyorum; ama çevremdeki insanlar hep
birlikte aynı ezberleri okuyorlar.

Akıl madem ki vardır, görevini yerine getirecektir;
düşünecektir. Varsa bir gerçek, zaten ayan beyan ortaya
çıkar, yoksa da bu konuda bir çalışma ortaya konulmuş
olunur veya mevcut çalışmalar gözden geçirilip tahlil
edilir.

Bu yolda mesafe almak da, bir bakıma Müslüman kimse
için mücadeledir. Bir inanç savunulduğu ölçüde değer kazanır;
susturulan, sen anlamazsın, anlamana da gerek yok tarzı
ifadeler ile akla duvarlar örülemez.

Son parağraf ile beraber şu hususa da dikkat çekmeliyim;
biz böyle bir adımı atıyorken kimselerden aferin beklenditisi
içersinde olmadığımız gibi, çevremizdeki insanların
bizi dışlamasını ve hor görmesini de göze almışızdır...

Kâzım Mızrak

.:.: Dip Not :.:.
Bu yazının devamı gelmeyebilir
,
gelebilir de; ölüm var biliyorum,
nefesimin yettiği yere kadar
diyorum ben de..

16 Yorum:

Blogger Bâd-ı Sabâ dedi ki...

- Gerçeğin Peşinde -

İslimiyet ile ilgili eleştiri ve ilahi dinlere karşı çıkışları değerlendirmek tahlil etmek sorgulamak, İslamiyetin anlaşılır bir şekilde savunabilmesi yaşanabilmesi için zaruridir.

Aksi halde, nesiller İslama olan bu saldırılar ile daha da dejenere olacaktır.

Ben inandım bu da bana yeter zihniyeti sizlere fayda sağlıyorsa buyrun, inandığınız yolda şaşmadan ilerleyin.

Üzerinde durduğumuz konu şu bakımdan da önem arzediyor, çocuklarımıza İslamın güzelliklerini nasıl anlatacağız..

Atalarımızdan miras kalan doğmalara bağlı kalınmış bir halde ezbere dayalı olan taklitsel bir öğretim metodunu mu benimsemeliyiz, yoksa akla kalbe hitab eden ve anlamaya idrak etmeye yönelik olan sorgulama sorulara cevap arama metodunu mu?!

Aşağıdaki bağlantı adreslerinde ilahi dinlere yapılan bir takım sataşmaları, kainata hakim olan bir yaratıcının varlığını hedef alan bazı eleştirileri ve genel olarak İslamiyetin ne şekilde yozlaştırılmakta olduğunu tahlil edebileceğiniz kaynakları bulabilirsiniz.

Bu kaynaklara itibar etmeyebilirsiniz, görmezden duymazdan gelebilirsiniz; amma ve lakin gözünüzü yummakla kulağınızı kapatmakla inancınızı hedef alan iddaaları yok edemezsiniz.

Siz değilsiniz belki inanç bunalımını yaşayan kimse, fakat birileri bu bunalımı yaşıyorlar; ve çareyi kendilerine umut vaad eden en yakın misyonerin yanına varmakta buluyorlar.

Bu misyoner bir teist ya da ateist olabilir...

Yegane çözüm; kayda değer görülen inanç sistemlerinin, doğru kaynaklara ulaşılarak tahlil edilmesi, ve böylelikle aklın mantığın vicdanın sindirebileceği özümseyebileceği esas doğrulara gerçeklere ulaşılmasıdır.

Aksi halde dünyanın her bir coğrafyasında yaşayan toplumların, Ortadoğuda olduğu gibi bir manzara ile karşılaşması kaçınılmaz bir son halini alacaktır.

Durduk yerde inancını güttüğüm dini yalanlama gayretinde olmadığım aşikar.

Gayemiz inancımızı kültürümüzü ve yaşam tarzımızı hedef alan sorulara cevap bulabilmek; zihnimizi meşgul eden vesveseleri susturabilmek; doğru olanı yanlışlardan ayırabilmektir.

Ne çare ki bu çabayı göremeyene kendimi nasıl savunabileceğimi bilmiyor ve netice itibariyle bir ölçüde susmayı tartışma ortamında zarar görmeye yara almaya tercih ediyorum.


.:.: Bağlantı :.:.

http://www.geocities.com/islampencereleri/

http://www.geocities.com/omermalik_2000/

http://www.geocities.com/islampencereleri3/

http://www.islamiyetgercekleri.org/index.html

http://www.blogcu.com/nurcularkimdir/

http://www.geocities.com/fettosh/

http://diyalogmasali.com/

http://www.hristiyan.org/

http://www.hristiyan.net/


Sitelerin içeriğini okurken, hangi inancı benimsiyor olursanız olun inancınıza karşı şüpheye düşebilirsiniz.

Bu konuda sorumluluk kabul etmiyorum; madem ki inancını yaşadığınız değerlere olan güveniniz bu kadar zayıftır, halinizden kendinizi sorumlu tutun ve bilgi birikiminizde eksik olan ne ise onu tamamlamaya gayret gösterin.

Araştırma ve değerlendirmelerinizi ilan etmek durumunda olmadığınızı hatırlatırım.

Şahsen ben burada kişisel muhasebemi yapıyorum ve içinde bulunduğum bocalamaın haberini veriyorum.

Yanlışın kimde ya da nerede olduğu üzerinde durup suçlu olanı aramaktansa, problemimize cevap verebilecek çözüme nasıl ulaşabileceğimizi düşünüyorum..

Sizler de kendi durumunuzu gözden geçirebilir, nefsi muhasebenizi dört duvar arasında olsa da yapabilirsiniz...

6 Ağustos 2006 19:45  
Blogger emircan dedi ki...

Sayın Mızrak,
Sizi anlıyorum.rabbimden size ve hepimize tahkiki iman diliyorum..

@Bu inancın esas temsili kimlerdir, hangi dindir esas olan?!
diye sormuşsunuz.Aklıma hemen şu ayet-i kerime geldi.Sizin de malumunuzdur..
"Şüphesiz Allah katında din İslam?dır. Kitap verilmiş olanlar, kendilerine ilim geldikten sonra sırf, aralarındaki ihtiras ve aşırılık yüzünden ayrılığa düştüler. Kim Allah?ın âyetlerini inkar ederse, bilsin ki Allah hesabı çok çabuk görendir."
Bir başka ayetde allah(c.c)şöyle buyuruyor;
"Kim İslam?dan başka bir din ararsa, (bilsin ki o din) ondan kabul edilmeyecek ve o ahirette hüsrana uğrayanlardan olacaktır."

Son olarakta şu ayet mealini hep birlikte hatırlayalım;"Allah her kimi doğruya erdirmek isterse onun göğsünü İslâm?a açar. Kimi de saptırmak isterse, onun da göğsünü göğe çıkıyormuşçasına daraltır, sıkar. Allah inanmayanlara azap (ve sıkıntıyı) işte böyle verir. "

Amacım karşılıklı müzakere ve fikir teatisidir.Arzu eder ve gerek duyarsanız karşılıklı olarak devam ederiz.Şimdilik selametle kalın..

6 Ağustos 2006 21:40  
Blogger Bâd-ı Sabâ dedi ki...

Sayın Emircan

Merhaba, hoş geldiniz..

Duânıza canı gönülle mukabele ediyorum; öncelikle biz dileyelim, Rabbim de irademize kudretiyle icabet etsin inşâallah.

Değindiğiniz ayetleri müsadenizle buraya alıntılıyorum.

***

"Şüphesiz Allah katında din İslam'dır.

Kitap verilmiş olanlar, kendilerine ilim geldikten sonra sırf, aralarındaki ihtiras ve aşırılık yüzünden ayrılığa düştüler.

Kim Allah'ın âyetlerini inkar ederse, bilsin ki Allah hesabı çok çabuk görendir."

***

"Kim İslam'dan başka bir din ararsa, (bilsin ki o din) ondan kabul edilmeyecek ve o ahirette hüsrana uğrayanlardan olacaktır."

***

"Allah her kimi doğruya erdirmek isterse onun göğsünü İslâm'a açar.

Kimi de saptırmak isterse, onun da göğsünü göğe çıkıyormuşçasına daraltır, sıkar.

Allah inanmayanlara azap (ve sıkıntıyı) işte böyle verir."


***

Son parağraftaki ifadenizi önemsiyorum, lâkin yukardaki yorumda tartışma ortamı oluşmasından özenle kaçınacağımı yazmıştım.

Siz de durumun farkına varmış olmalısınız ki; nezaket örneği göstermiş, ve bir münazaraya açık olduğunuzu beyan etmişsiniz.

Alıntı yaptığımız ayetler, posta içeriğindeki sorular yumağına bir ölçüde Kur'an-ı Kerim'in nasıl cevap verdiğini bize izah ediyor.

Elbette dahasına ulaşmak için, elimizdekiler ile yetinmeyeceğiz bizler de..

Elhamdülillah.

7 Ağustos 2006 23:18  
Anonymous Adsız dedi ki...

Niye bu yazıyı yazmak ihtiyacı duydun? Niye?
Nedir ki bu şimdi? Yazabildiğini göstermek? Düşünüyorum ben, demek? Ders vermek? Tebliğ yapmak?
"Niyemi" geri çektim. Bildiğini yaz. Boşver. İçsellikmiş, kavgaymış. Kışrımız sağolsun.....

10 Ağustos 2006 03:06  
Blogger Bâd-ı Sabâ dedi ki...

Teşekkür ederim, yeni bir pencere açıldı zihnimde yazını okurken; daha önce de olmuştu bu.

Benim gözümde ulaşılamıyacak bir ütopyasın Debra, ama başkasının gözünde nesindir bilemem; kendimi sana öylesi uzak görüyorum ki.

Evet itiraf ediyorum, eğer o pencere açılmamış olsaydı; bu sözler de sana söylenmezdi.

Sen, ben olmadan bir hiç'sin işte!

10 Ağustos 2006 07:11  
Blogger insan dedi ki...

Kazim Bey merhaba,

statcounter'i karıstırırken sayfanızın linkini farkettim.

hani derler ya "aramakla bulunmaz ama bulanlar arayanlardı" diye,
oyle sanıyorum ki su anda buldugunun hakikatini sorgulayarak arayan bir insanla karşı karşıyayım.

tabi tek bir yazıya dayanarak yaptığım bu tahlilde başarılı mıyım orasını siz takdir edeceksiniz.

bu çok güzel bir çaba. bu konudaki dengeyi ise şu misalle aktarmak isterim:
imam gazali hz bir şehre uğramış, şehir ahalisi kendisini görmek ve ilminden istifade etmek için etrafında yoğunlaşmış. o sırada oradan geçmekte olan bir teyze oradakilerden birine sormuş:
-evladım bu kimdir?
-teyze tanımıyor musun? bu Allah'ın varlığına binbir delil getiren imam-ı azamdır!
teyzenin cevabı manidar:
-evladım demek ki Allah'ın varlıgına binbir tane suphesi varmıs ki binbir delıl getırme geregi duymus...
fakat bundan sonrası daha da manidar... imam-ı azam bunu duyunca demis ki:
- iste bu kadın gibi iman edin ama benim gibi arastırın...

insallah sayfanıza sık sık ugramak niyetindeyim.
kabul ederseniz buldugumuzun hakikatini aramak yolunda bir düsünce kardesiniz olmak isterim...

saygılar,

10 Ağustos 2006 13:30  
Blogger Bâd-ı Sabâ dedi ki...

"aramakla bulunmaz ama bulanlar arayanlardı"

@ İnsan

Merhaba, ziyaretinize memnun oldum; ilk adımı ben atacaktım ki daha sonra vazgeçtim yazmaktan, çünkü şu günlerde dinlenceye aldım kendimi, nezaket üzere bu durumun haberini vermek isterim size.

***

Bloğunuzu genel olarak inceledim, yazı formatınızın bana hitap ettiğini kabul gördüm.

Tabi zaman içersinde neler değişir, onu da Rabbim takdir edecektir; biz de göreceğiz.

***

"Burunların Derdi Neymiş?" konu başlığına sahip yazınızı ilgi ile okudum, teşekkür ederiz; ben de böylesi formüller peşindeyim de mecalimi anlatamadım blogda.

İmân bir oldu bitti değil anladığım kadarıyla, bu işin yolu yordamı var; ve bir süre çalıştıktan sonra ilahi sistemin cezbesini kalbinde duyumsamaya başlıyor insan.

Cezbe hâli nasıl bir duygudur bilemem, hissetdiğimin farkındalığı içersinde olmadım hiç bir zaman; lâkin iki sene önce mezil'e vardığımda cezbeye kapılanları gördüm ve imrendim o kimselere; şükürler olsun, aramızda inandığını söylemekten zevk alan kimseler var.

Kimileri de, aman ne derler diye korkup susuyorar; namaz kılmaya bile utanıyorlar, toplum içersinde gerici, bağnaz, yobaz olarak görülmekten korktukları için.

***

Böylesi kimseleri asla hedef alarak söz söylemem özde, sevgi ve şefkatle karşılama çabasında olurum.

Bazı kendini bilmez inanmış kardeşlerim, bu kimseleri cehennemlere havale ediyorlar yâ!

Bu mu diyorum islâmiyet?

Sizin dininiz bu ise ben Müslüman değilim arkadaş!? Adı Müslümanlık olan, ve işlevi isminde kalan yozlaştırımış bir dini yaşamak istemem..

İşte arayışlarımı haklı çıkaran bir nokta; İslâmiyet günümüzde hurafeler ile yaşanır hale gelmiş, işin doğrusu göründüğü gibi değil gibime geliyor.

Araştıralım.

İmam-ı Gazali'yi daha önce tavsiye etmişlerdi, inşâalah zaman içersinde bu kaynağı tahlil edeceğim.

***

İyi dileklerinize ben de katılıyorum, düşüncelerimizden haberdar olmamız bize yeni fikirler verebilir.

Dikkat ettiğim husus her zaman şudur, bloğumda yazdığım yazılar belli bir konu çerçevesinde özelleşmemiştir. Bu bakımdan hakkımda ön yargılar vermekte nefsinizi alıkoyunuz, diye şifaen ricada bulunuyorum.

Her daim yeniden tanışmak, ne güzeldir!

Saygılarımla..

10 Ağustos 2006 16:14  
Anonymous Adsız dedi ki...

Rahatlamış olmalısın
Rumuz:Hiç

11 Ağustos 2006 13:04  
Blogger Bâd-ı Sabâ dedi ki...

"Rahatlamış olmalısın"

@ Debra

Rahatlamak mevzu bahis değildi ki, öyle bir gereksinim duyarak yazmadım.

Ben sana bir değer atfetmesem, sen nesin ki; ya da aynı şekilde sen benim için bir değer atfetmesen ben neyim ki?!

Debracım sen bu denklemi kuramayacak kadar değilsin, konuşturma beni..

***

Üçüncü şahıslar için alt yazı geçmek elzem oldu, rahatlamışmışım ferahlamışmışım...

El âleme, düşmana fırsat vermeyelim vel hâsıl.

***

Olayı felsefe çerçevesinde derinleştirelim.

İnsan dünyayı yorumladığı sürece iyi güzel ve kötü çirkin arasında sürekli gidip gelecetir, ve bu süreç içersinde bir ağlayıp bir gülecektir.

Bu hâl bir edebiyat değil, yaşanan gerçeğin ta kendisidir.

Sen ya da ben, biz siz onlar; hep birileri hakkında yargılamalarda bulunuruz; onları bir vezir ederiz, bir rezil ederiz.

Yargı kaynağına göre insanlar bir deli oluyor, bir velî.

Hopbala, yâ kardeşim senin hakkında dün deli diye konuşuyorlardı; seni bugün bu toplum velî gibi ağırlıyor karşılıyor.

Efendi kardeşim, ben dün deli değildim, bugün de velî değilim.

Şu gördüğün insanlar var yâ, ya da gördüğünü sandığın!?..

***

Sonuca şöyle ulaşalım.

Bizler ortak yaşam bölgemizde, çevremizde bulunan insanların bize biçtiği değeri yaşarız.

Karşımızdaki kimse bizi sevdiği ölçüde seviliriz, o bize uzak olduğu ölçüde özlemin sancısını ızdırabını duyumsamak zorunda kalırız.

İş bu halde; "Sen" denilen öğe, "Ben" denilen öğenin yokluğunda bir "Hiç" olmak durumunda kalmakta!

Bu formülü görmek, hem de iyi görebilmek ve anlayabilmek lâzımdır.

***

Bütün ben'leri devre dışı bıraktığımızda, insan denilen şahsın kemâlâta ereceği üzerinde duruyorum.

Sen ne anlıyorsun kardeşim, senin yorumun bilgin ne diye sorulursa; ben ermişliği, dervişiği böylece ifade ederim arkadaş..

***

Meselenin merkezinden sapmayalım; insan şu dünyada ondan bundan medet umdukça, hep yüreğinde bir acı bir sancı hissediyor olarak kendisini aynada görecektir.

Blog profilimi görün; orada bir söz vardır, ilk günden beri duruyor orada.

Sen bana hiçsin, ben sana!

Ölüm haberini aldığınız arkadaşınızı düşünün. O gün kendinizi onsuz ne gibi gördüğünüzü düşünün..

Yanınızda şifa niyetine bir tek dost arkadaş olmadığını düşünün..

Dizlerinizin üzerine kapanıp nefes almadan kala kaldığınız ânı, içine düştüğünüz yalnızlığı düşünün..

Birlikte olduğumuz sürece bizler bir şeyiz, onun da adı her ne ise artık!

Sen yazmazsan, ben yazmazsam, biz yazmazsak; nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa!?

***

Haybeye konuşturdun beni Debra, hiç işte, dahasına da aklım ermiyor; biliyorsan bildiğin kadarıyla konuş biz de seni dinleyelim.

Halk tabiriyle habire lâf sokup gidiyorsun ya, bu çocuk da susmaz konuşur demiyorsun..

Diyor musundur ki?!.

Darılamaca bozulmaca yok, sevgi ve muhabbetle kalasın vesselâm.

Burada hava güneşli; umut rüzgarı, yağmuru kovalıyor; hüznü vurdular, helvasını yiyoruz..

Saygılarımla.

12 Ağustos 2006 03:52  
Anonymous Adsız dedi ki...

Yunus'un Mesnevi'yi görüp, "uzun olmuş. Ete kemiğe büründüm, yunus diye göründüm" demesi gibi, uzun lafın kısasını severim.
"Sen, ben olmadan bir hiç'sin işte! " ifadesi de, bu yorumların olduğu post aynı kapıya çıkmakta.
Gizli bir "benlik" reklamı. Muhtemelen sen "enaniyet" olarak biliyorsundur. Commentimin asıl nedeni ve uyarısı buydu. İleri gittysem affola.

12 Ağustos 2006 13:41  
Blogger Bâd-ı Sabâ dedi ki...

Yunus'un Mesnevi'yi görüp, "uzun olmuş. Ete kemiğe büründüm, yunus diye göründüm" demesi gibi, uzun lafın kısasını severim.

"Sen, ben olmadan bir hiç'sin işte! " ifadesi de, bu yorumların olduğu post aynı kapıya çıkmakta.

Gizli bir "benlik" reklamı. Muhtemelen sen "enaniyet" olarak biliyorsundur. Commentimin asıl nedeni ve uyarısı buydu.


@ Debra

Nezâketinize teşekkür ederim, açıklamada bulunmuşsunuz; sizi daha iyi anlamamıza vesile oldu bu son yorum.

Allah râzı olsun, inşâallah âkıbetiniz ile ilgili hayırlı olan hâdise (-ler) vukû bulur tecelli eder dilerim.

Şuan için, daha da yazmıyorum..

Saygılarımla.

13 Ağustos 2006 05:10  
Blogger insan dedi ki...

selamun aleykum,

düşünmek, sorgulamak, aklı kullanmak tahkiki iman yolunda bir vesiledir.

akıl ise iki kısımdır:
akl-ı matbu: doğuştan gelen, fıtri akıl.
akl-ı mesmu: tecrübe ve bilgiyle gelişen akıl.

tasavvufi açıdan bizi ilgilendiren akl-ı mesmudur. zira akl-ı mesmu gelişmeye açıktır. onun gelişiminde okulda alınan, okunarak alınan ve sair vesilelerle alınan bilgi/tecrübe nasıl vasıtaysa, bunlardan daha da önemli bir vasıta zikirle alınan kalbi bilgidir.

bu sebeple kalp eğitimi almayan kimsenin zahir eğitimi ne kadar gelişirse gelişsin akl-ı mesmusu aynı oranda gelişemez. fakat kalp eğitimi alan kimsenin zahir eğitimi olmasa da akl-ı mesmusu gelişir.

bu yüzden hadiselere akılla bakarken hiçbir zaman onu kalp ayağıyla dengelemeyi ihmal etmemeliyiz. edersek,
felsefe, mantık, usul ilimleriyle dopdolu olsa da paylaşımlarımız, bulgularımız hep eksik kalır.

Mesele Tanrı'nın varlığı ise,
bunu haddinden fazla akıl suyunda yüzdürürsek istediğimiz sonuca ulaşamayız. bu açık deniz onun için girdap olur, meselemiz de biz de bu girdapta yok oluruz.

Ama aklı yok farzederek de bu mesele hakkında konuşamayız. Zira müşahhas olmayanın tecellilerini ancak akılla idrak edebiliriz. ki bu idrak imanın sac ayaklarındandır.

demek istediğim,
ben bu konu hakkında akıl ve kalp dengesi kurularak sizinle fikir teatisinde bulunmak isterim. fakat şu haliyle bana gereğinden fazla akıl merkezli görünüyor. evet, yakaladığım bazı cümlelerde kalbi ilimle ilgili ilmekler de var. bunların da üzerine gidilse ve ikisi birleştirilse tadına doyulmayan bir teati olur.

saygılar,

14 Ağustos 2006 02:06  
Blogger Bâd-ı Sabâ dedi ki...

@ İnsan

Ve aleyküm selâm, hoşgeldiniz.

***

What is real?

- Matrix -

***

Beş duyu ile algılanan her form gerçektir.

Mesela sıcaklık gerçektir, bunu elinizi ateşin üzerine tuttuğunuzda anlarsınız.

Eylemsizlik gerçektir, ağaçtan düşen elma hâlâ düşüş hareketini sürdürmek isterse de yere çarpar ve durur.

***

Görünüş aldatır:

Pencereden baktığında güneşi pencereden küçük görürsün.

Göz, gördüğüne inanmak ister, ve güneşin pencereden küçük olduğunu söyler.

Oysa akıl, güneşin büyük olduğunu araştırarak öğrenmiştir.

-> Evet, görünüş aldatıcıdır.

***

Görünmeyene inanılmaz!

Tanrı görünmeyendir, ona inanılmaz; yani Tanrı gerçek değildir.

Ama ağaçlara, hayvanlara, makinelere inanılır; taşa, toprağa, dağa inanılır.

Çünkü onlar görünüp algılanabilen gerçeklerdir..

***

Peki, akıl?

Akıl görünüp algılanamıyor..

Bu durumda akıl yok demiyoruz; daha çok işimize yarayacak olan bir diğer veriyi elde ediyoruz bu adımda:

Yani, akıl ile elde edilen veriler de yanıltıcıdır diyoruz!!!

***

Kalp de bir algı birimidir.

Sana, ne için yaşıyor olduğunu düşünme ilhamını verir..

***

Ona inanabiir miyim?

Tabi ki, de?

- Ne de!?

Kalbin egzersize ihtiyacı vardır, zeka gibidir; çalışmadığı sürece işe yaramaz; çalıştığı sürece ise, gelişir.

Kalbin algı gücü beş duyuya bağlı değildir. Yani görme, duyma, tat, koku, his gibi biyolojik sensörlerden gelen verileri işlemez kalp.

Bu verileri işleyen beyindir, diğer bir anlamda akıl bu verileri işler.

***

Anneye bebeğini korumak uğruna ölmesini söyleyen akıl değildir; akıl her hangi bir tehlike karşısında anneye bebeği koruması durumunda ölebileceğini söyler, bebeği koruması gerektiğini söylemez.

İşte, anneye yavrusunu koruma pahasına ölmesi gerektiğini söyleyen kalptir.

Kalbi kuvvetlendirmek lazım ki, bize daha pek çok şeyi de söyleyebilsin; söylesin; söyleme gücüne ersin..

***

Nasıl?!

Şimdi bu soruya cevap veremem, çünkü ben de bilmiyorum, zamanla öğreneceğiz inşâallah.

Yalnız şunu söyleyebilirim ki tasavvuf ilminin bu mevzu ile ilgilendiğini çok yerde okudum, çok kimseden duydum dinledim..

***

Diğer bir konu da "korumak" fiili ile ilgili. Allah'a beni koru diye dua ediyorsun..

Evet!?

Seni neyden koruyacak? Şeytandan mı? Şeytan'ın Allah'a düşmanlık yapması mümkün müdür?

Allah neyi neyden koruyacak! Sana musibeti veren Allah değil miydi? Belayı verene, beni koru demek ne kadar mantıklı?!

Türkçenin berbat ve kokuşmuş bir dil olduğunu bazen isyan ederek haykırasım geliyor, bu konumuz değildi gerçi..

Hoş, bu dili bu hâle getiren de bizleriz ya!..

***

Korumak mı, muhafaza etmek mi?

Allah sistemi kontrolü altında tutandır, muhafaza etmek onun kudretinde ve sorumluluğundadır.

O'nun işi kendi dışındaki bir güce karşı insanları korumak değildir..

***

Sonuç olarak; beni koru diye duâ etmek; yanlış bir şartlanmadır. Allah'ın karşısında mücadele etmesi gereken bir kudret yoktur ki.

Olsa olsa Allah seni, yine kendinden korur. Çünkü duyduğumuz öğrendiğimiz bildiğimiz kadarıyla ondan başka bir güç kudret sahibi kainatta bulunmamaktadır!

Sen, bu şekilde duâ etmeye şartlandırıldığın için; bir süre sonra sana dayatılan Tanrı düşüncesine isyan etmeye başladın.

"Korumak" fiili Allah inancında yeri olan bir fiil değildir; Allah, insanı korumaz.

Ya ne yapar peki, insanı muhafaza eder; sistemin, düzenin içinde konumlandırır..

***

Duâ etmesini bile bilmiyorlar.

Sonra hani sizi koruyan Tanrınız dediğimde bana kızıyorlar; zavallılar, şeytanı Allah'ın düşmanı sanıyorlar.

Şirke öyle bulanmışlar ki, tevhid inancını yaşamıyor olanlar, güya Müslüman olarak biliyorlar kendilerini.

***

Allah'a bir düşman bulalım mı: Rabbim bizleri nefsimize karşı koru.

Ne oldu?! Nefsi, Allah'ın düşmanı haline getirdin! Nefsi yaratan kimdi ki zaten?!

***

Hayallerinize dikkat edin, bir gün gerçekleşebilir derler.

Ameller, niyetlere göredir derler.

Sen Allah'ın yeg olan varlığına inanmaz isen, yaş tahtaya basmış olursun.

Ve hepten yanlış inançlar üzerine kurulu bir din uydurmuş olursun..

Bu mevzu burada kalmayacak inşâallah, yazmakla olmuyor, yaşamak lazım illaki; daha önce de şöyle bir ifade kullanmıştım, menzile konuşmakla değil yürünerek varılır.

Yürüyüş sırasında önümüze aşılması gereken engeller çıkıyor, aşılabilmesini geçilebilmesini duâ ediyorum...

Bu kadar mı olur yâ diyeceğin manzaralar ile karşılaşırsın bu yolda.

Evet, bu kadar da oluyormuş de! Ve durma orada; durma yürü, durma yürü, durma yürü...

Saygılarımla.

Bildiği Yolda,
Kâzım Mızrak


***

.:.: Dip Not :.:.

Yukardaki yorumunuz bilgi birikimi yönüyle istifade edilebilecek bir yazı hâlinde; teşekkür ederim, farkındayım ki sohbet olsun diye yazmıyorsunuz.

Fakat yukardaki yorumlarda değindiğim üzere şu sıralar münazaraya vakit ayırabilecek durumda değilim.

Önümdeki süreç benim için pek mühim, bloğu son planda görüyorum.

Kimi dost bildiğimiz insanlar bizi kendi halimize bıraktılar, sizden de aynı anlayışı bekliyorum.

Diğer yönden eğer yeniden yazmaya başlarsam burada, bayanlar ile diyalogda bulunmamayı da düşünüyorum, öyle olursa siz de yazamayacaksınız.

Nicedir muhasebesinde olduğum bir proje bu tabi, ama üzerinde ısrarla duruyorum ve hiç kimseye de hesap vermek durumunda görmüyorum kendimi.

Misafirlere düşen mevcut kurallara uymaktır, kuralları belirlemek değil!

Blog âleminde bir yılı geride bırakırken, neyin doğru ve nelerin yanlış olabileceğini görebilecek kadar da yazmışızdır vesselâm..

Allah'a emanet olunuz, kalbinize huzur ve ferahlık diliyorum...

15 Ağustos 2006 02:08  
Blogger insan dedi ki...

Kazım Bey,

Münazaraya vaktinizin olmadığını tavsiye ettiğim stil üzerinde fazla durmamanızdan anlayabildim.

Öyleyse şimdilik size çalışmalarınızda başarılar dilerim.

Ve tabii ki nedenini merak etmediğim fakat -tabii olarak- garipsediğim ileride bayanlarla yazışmama (muhtemel) kuralınızdan ötürü sanırım sizinle paylaşımımız 3 mesajla sınırlı kalacak.

Kurallar, misafirler, üslup...

Elbette bu üçü insanın zihninde güzel paragraflar betimleyebilirdi.
Yazık ki sonuçsuz eleştirileri fuzuli bulduğumdan ötürü siz ve misafirleriniz bu betimlemelerden mahrum kalacak..

Saygılar,

15 Ağustos 2006 15:51  
Blogger Bâd-ı Sabâ dedi ki...

Yüzüm kızardı, utandım; Hem sizin insanlığınızdan utandım; Hem kendi insanlığımdan utandım; Utandım, yüzüm kızardı.

15 Ağustos 2006 22:11  
Blogger Bâd-ı Sabâ dedi ki...

Uykusuz bir halde 25 saati geride bıraktığımı görüyorum, ve bu yazıyı kaleme almam gerektiğine inandığım için buradayım.

Yukardaki yorumunuzu yanlış değerlendirmiş olduğuma kanaat getirdim; su-i zan olmuş hakknızda.

Bir önceki yorumu silmeyeceğim, bir gün olur yine okurum, bu günü düşünür tefekkür ederim.

Yanlış anlamak hiç iyi bişey değil, ben çok üzüldüm; yazınızı defalarca okudum akşam üzeri, hep bir öfke sitem gördüm.

Az önce yine okumuştum, bu seferde anlayış dolu göründü bana; kabuğumdan çıkıp yazıyı bir İnsan gibi okuyabilmek nasip oldu şükürler olsun.

Sizin bakış açınızı görmeye çalıştım, ya da daha doğrusu yazınızı sürekli düşünürken birden sizin gibi düşünmeye başladım; bu sebeple de nasip oldu diyorum, ilham geldi desem daha mı doğru bir ifade olur acaba.

Aksi halde akşamki okumayla, şimdiki okuma arasında nasıl olur da bu kadar bir fark olabilsindi ki..

Bayanlar konusuna da takılmayın, o bir projeydi zaten; uygulanabiliritesi yok gibi, şu zamanda böyle bir uygulama bizleri Orta Çağ Avrupasına götürür, kabul ediyorum hatalı bir yaklaşım benimkisi.

Ayrımcılık yaparak düşünce ifade edebilme özgürlüğünü engellemek, zaten uğrunda mücadele verdiğimiz dava için bir yara olurdu; akşamdan beri düşünmekle bu sonuçlara ulaştım.

Bloğu uzun bir süre güncellemeyeceğim, KPSS sınavına az bir süre kaldı, derslerime yoğunlaşmalıyım, sınav performansımı yükseltmeliyim..

Aklım buralarda kalmasın, su-i zanna düşerek yaptığımız hatayı da telafi ederek masadan kalkmaktır niyetim.

Ümit ediyorum ki, yine yanlış anlaşılma olmasın; yazıyı sade bir şekilde yazmaya gayret ettim, anlaşılmayan bir husus olursa lütfen sual edin teyit alın.

Hiç kimsenin üzülmesini istemiyorum; ne ben üzüleyim, ne de bir başkası incinip zarar gören üzülen olsun.

Sözler, tokat gibi değildir; insan yerine göre bir ömür boyu kalbinde taşıyor acı bir sözün yarasını.

Bir daha nerede ne zaman nasıl bir ruh hali ile yazarım bloğa bilemiyorum, ve diyorum ki hakınızı helal edin; gidiş olur dönüş olmaz, geliş olur görüş olmaz..

İnsan, insanın halinden anlar diyerek yazıyı noktalıyorum.

Susmak Lâzım,
Kâzım Mızrak

16 Ağustos 2006 05:35  

Yorum Gönder