4 Mart 2006

Ben Allah'ım, Ama Allah Ben Değil.

Nereye Kadar,
Kâzım Mızrak

16 Yorum:

Blogger Bâd-ı Sabâ dedi ki...

Bu posta içeriği ile ilgili düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz, fakat cevap verilmeyebileceğini şimdiden haber vermek isterim.

Birilerine faydalı olmak isteniyorsa yazmanız kafidir, ikili diyaloglara girilmesine gerek yoktur.

Bu şekilde hem kendi düşüncenizi ifade etmiş olursunuz, hem de inanç konusunda doğru olanı arayan kimselere bir yardımınız dokunmuş olur.

Saygılarımmla.

4 Mart 2006 20:23  
Blogger life dedi ki...

Ben Allah'ım, Ama Allah Ben Değil.

Haklısın.Çünkü Allah bizi kendi nurundan, yani kendinden yarattı.Maddenin yapı taşını düşün.Atomun en küçük hali nedir?Protonları,nötronları geç.Elektrolitler vs hepsini geç.En sonunda Allah'ın NUR'u vardır...

Allah'ı daha iyi idrak edebilme duasıyla...

5 Mart 2006 01:25  
Blogger Bâd-ı Sabâ dedi ki...

....hay Allah razı olsun senden, işte öküzün altında buzağı aramayan bir insan, artık huzur içersinde uyuyabilirim...

dedi, Kâzım Mızrak.

5 Mart 2006 01:39  
Blogger life dedi ki...

:)

Niye öküzün altında buzağı arıyayım ki ben senin iyi niyetine inanıyorum ve bu konuda senin düşündüğün gibi düşünüyorum.Bir ara bloguma enel hak konusunda yazı yazmayı düşünüyorum...

5 Mart 2006 01:45  
Blogger Bâd-ı Sabâ dedi ki...

Siz Enel Hakk konusuna değinmezden evvel ben buradan bir kaynak adres vereyim.

Geçen gün Hallac-ı Mansur ismini Google üzerinde aratıyorken şu siteyi buldum:

http://sufizmveinsan.com/

Bu site bilimsel yaklaşımlar ile iman ve inanç konularını işliyor.

Siteyi pek inceleyemedim, ama merak ettiğim malumatı içeren bir kaynak hüvviyetine sahip gibi duruyor.

...

Bu siteden Hallac-ı Mansur ile ilgili bir yazı:

http://sufizmveinsan.com/aksam/enel.html

Burada anlatılanlar yetersiz ve yüzeysel gibi görünse de yeni fikir ve düşünceleri merak edip sorgulayan zihinlere kıvılcım etkisi uyandırabilecek nitelikte.

...

Ben yine de misafirlerimi daha kapsamlı kaynaklara davet ediyorum ve tabi ki farklı farklı kaynaklar ile konunun araştırılması daha objektif bilgilere ulaşmamızı da sağlayacaktır diye düşünüyorum.

Böylesi akla ve mantığa hitab eden kaynakları kullanmayı tercih ediyorum, kulaktan dolma hikayeler ile amel etmek yaratılışıma ters düşüyor :-/

...

Okuyana okumayana, sevene sevmeyene selam olsun...

5 Mart 2006 02:31  
Blogger life dedi ki...

Yazıyı yazarken siteyide incelerim inş...

5 Mart 2006 02:46  
Blogger cenkunal dedi ki...

Yalnız İslam Hukuku'na göre-zahiren-Hallac-ı Mansur küfre düşmüştür!İçini ancak Allah bilir.Israrla,bir takım kavramları daha iyi anlatabilmek bahasına "ben Allah'ım" demektense,"ben Allah'danım" demek daha doğru olur kanaatindeyim.Yoksa düşüncelerinizi anlıyorum.Fakat üslup ve usul da çok önemlidir bana kalırsa.

5 Mart 2006 13:55  
Blogger life dedi ki...

Hallacı Mansur'un küfre düştüğünü kabul edenlerin yanında etmeyenlerde vardır.İslam hukukuna deyipte yanlış hüküm vermeyelim.Biraz derin mevzu.Araştıralım...

5 Mart 2006 14:16  
Blogger cenkunal dedi ki...

Çok doğru.Derin bir mevzu.Çok eskiden okumuştum ben bu konuyu.Yalnız ben de,"zahiri" İslam hukuku yorumuna göre dedim ki,bu da konuyu açıklığa kavuşturur sanırım.

5 Mart 2006 16:00  
Blogger Bâd-ı Sabâ dedi ki...

Şehnaz Hanımın düşünceleri ile hem fikirim Cenk Bey.

Bir toplum olarak en büyük yanşılımız, hazır bulunuşluk ilkesine göre hareket etmemiz.

Bu ilkeye göre tekoloji veya kültür üretilmez modifiye edilerek kopyalanır.

Topluma düşünen bir akıl ile baktığınızda bu değindiğim mevzuyu da görürsünüz; teknoloji adına üretkenliğin yetersiz olduğu gibi kültür ve inanç konularında da batıya özenir durumdayız.

Bu özenti ile kılık kıyafetimizde tercih ettiğimiz alışkanlıklar, bizi geçmişimize bağlayan dilimiz, sağlıklı ve mutlu bir şekilde yaşayabilmemizi sağlayan dinimiz zamanla dejenere oluyor...

***

Hazır bulunuşluk ilkesinin iyi anlaşılmasına zemin hazırladıktan sonra şuna dikkat çekiyorum:

Dini konularda toplum olarak atalarımızdan miras kalan kulaktan dolma bilgiler ile yetiniyor ve inancımızı yaşama konusunda anlatılanları yeterli görüyoruz.

Eleştirilip dışlanmaktan korktuğumuzdan olsa gerek sorgulama alışkanlığını bir türlü edinemiyoruz.

Ve hatta maalesef sorgulamanın günah olduğu bir toplumda yaşıyoruz.

***

Enel Hakk mana olarak Ben Tanrıyım demek değildir, Enel Hakk; Allah kelamın bir diğer ismi olan Hakk kelamı ile Ben Allah'ım anlamına gelir.

***

Lütfen, kelime-i tevhid inancının özüne inelim:

La İlahe İllallah, ifadesi kelime-i tevhid inancının manasını temsil eder. Bu inanca göre Allah denilen bir varlık ile sonsuzluk sadece bir tek varlıkta ve bir tek bütündür!

Yani, bu ifade Tanrı Yoktur, Sadece Allah Vardır şeklinde Türkçe'ye çevrilir. Bu manayı öncelikle doğru bir şekilde idrak edebilmeliyiz, aksi halde Enel Hakk ne demektir anlayamayız.

Bir çok kimse bu manayı Allah'dan Başka İlah Yoktur şeklinde anlayarak yanlışa düşmekteler; belki iki kelimenin yanlışı da küçük olur ama; bu yanlış neticesinde Allah denileni tapılası bir Tanrı gibi algılarsa insan esasen işte o zaman sapıtmışlığın daniskası yapılmış olunur.

***

Bir önceki tartışmamızda çok şey anlattım, milletin nasıl bir Tanrı Alalh'a inandıklarını ve ne şekilde yanlış inanışlara sahip olduklarından bahsettim.

İnsan, Alllah'a ait olmayan bir güç veya iradeden mi meydana gelmiştir? Hayır!

Allah yegane kudrettir sonsuzlukta!

İşte Enel Hakk da bu düşünce çevresinde, insanın Allah'ı kendinde (yani özünde) olduğuna inanması ve bu amel ile yaşaması halidir!

***

Allah ben'dedir Cenk Bey, ben O'ndan razıyım ve de O benden razı olduğu halde biz bir bütünüz O'nunla. O ve ben kavramı da yoktur, Allah denilen bir varlık ile kainatın her zerresine saçılmışım adeta! Bu bakış açısı ile kainatın her zerresine sahip çıkıyor, sevgi ve şefkat besliyorum...

Enel Hakk böyle bir bakış açısıdır efendim.

Saygı ve selamlarımla,
Kâzım Mızrak



.:.: Dip Not :.:.

Dinsiz ve imansız bir kimse olarak, akıl yürütmelerim neticesinde yukarıda değindiğim düşünce birikimini idrak edebilir duruma geldim.

Sözümüz meclisten dışarı olmakla beraber, bu yazıları bir süre sonra başkaları da okur diye düşünerek not düşüyorum:

Ben doğru olabileceğini düşündüğüm fikirleri beyan ediyorum, esasen işi gücü olmayan serserinin birisiyimdir.

Madem ki biz böyle bir kimse olduğumuzu söylüyoruz, o halde düşünen akıl sahibi kimseler de bizde bir yanlış gördüklerinde hani bize iman dersi veriyordun demesinler...

İnsan doğruyu yanlıştan ayırabilecek bir akla, hem de vicdana sahibi olması nazarıyla seçimlerinde özgürdür. Ve her bir kimse kendi seçimlerinin sonucunu yine kendisine yaşacaktır.

5 Mart 2006 16:28  
Blogger cenkunal dedi ki...

Âlemin anahtarı insanın elindedir ve nefsine takılmıştır. Kâinat kapıları zâhiren açık görünürken, hakikaten kapalıdır. Cenâb-ı Hak, emânet cihetiyle insana ene(ben) nâmında öyle bir miftah(anahtar) vermiş ki, âlemin bütün kapılarını açar; ve öyle tılsımlı bir enâniyet(benlik) vermiş ki, Hallâk-ı Kâinatın(Kainat'ın Yaratıcısı) künûz-u mahfiyesini(gizli hazinelerini) onun ile keşfeder. Fakat ene kendisi de gayet muğlâk bir muammâ ve açılması zor bir tılsımdır. Eğer onun hakiki mahiyeti ve sırr-ı hilkati(yaratılış sırrı) bilinse, kendisi açıldığı gibi, kâinat dahi açılır. Şöyle ki:
Sâni-i Hakîm(herşeyi hikmetele yaratan Sanatkar), insanın eline, emânet olarak, rubûbiyetinin(her şeyi terbiye edici özelliğinin) sıfât ve şuûnâtının(işlerinin) hakikatlerini gösterecek, tanıttıracak, işaretler ve numûneleri içine alan bir ene vermiştir; tâ ki, o ene bir vâhid-i kıyasî(kıyaslama yapan) olup, rab olma vasıfları ve İlahi işleri bilinsin.

5 Mart 2006 23:20  
Blogger cenkunal dedi ki...

"Sual: Vahdetü?l-vücud meselesi, çoklar tarafından en yüksek makam telâkki ediliyor. Halbuki, velâyet-i kübrâda bulunan, başta Hulefâ-i Erbaa olmak üzere Sahabeler ve hem başta Hamse-i Âl-i Abâ olarak Eimme-i Ehl-i Beyt ve hem başta Eimme-i Erbaa olarak Müçtehidîn ve Tâbiînden, bu çeşit vahdetü?l-vücud meşrebi sarihan görülmemiş. Acaba onlardan sonra çıkanlar daha ileri mi gitmişler, daha mükemmel bir cadde-i kübrâ mı bulmuşlar?
Elcevap: Hâşâ! Şems-i risaletin en yakın yıldızları ve en karib vereseleri bulunan o asfiyadan, hiç kimsenin haddi değil, daha ileri gidebilsin. Belki cadde-i kübrâ onlarındır.
Vahdetü?l-vücud ise, bir meşrep ve bir hal ve bir nâkıs mertebedir. Fakat zevkli, neşeli olduğundan, seyr ü sülûkta o mertebeye girdikleri vakit, çoğu çıkmak istemiyorlar, orada kalıyorlar, en müntehâ mertebe zannediyorlar.
İşte şu meşrep sahibi, eğer maddiyattan ve vesaitten tecerrüd etmiş ve esbab perdesini yırtmış bir ruh ise, istiğrakkârâne bir şuhuda mazhar ise, vahdetü?l-vücuddan değil, belki vahdetü?ş-şuhuddan neş?et eden, ilmî değil, hâlî bir vahdet-i vücud onun için bir kemal, bir makam temin edebilir. Hattâ, Allah hesabına kâinatı inkâr etmek derecesine gidebilir. Yoksa, esbab içinde dalmış ise, maddiyata mütevağğıl ise, vahdetü?l-vücud demesi, kâinat hesabına Allah?ı inkâr etmeye kadar çıkar. "

5 Mart 2006 23:33  
Blogger Bâd-ı Sabâ dedi ki...

Merhaba Cenk Abi,

Tatlı bir yazı olmuş. Ben yazıları acı, tuzlu, tatlı şeklinde sınıflandıranlardanım da, böyle bir tanımlama yapmak istedim.

Ene ne anlama gelir bilmekteyim, sizi anlama konusunda sıkıntı yaşamıyorum.

Enaniyet derler egoya, bir diğer anlamıyla benlik kavramıdır enaniyet. İşte oradaki ene, ben demektir...

Yanlışsam düzeltin abi, inşallah istifade etmek niyetiyle yarın bir daha okuyacağım yazınızı...

Hörmetler.

***

Sayın Abim,

Siz bir mana ima ediyorsunuz bu yazıyla; benim hoşuma gideceğini düşündüğüm bir anlam var gibi, hayırlısı bakalım...

5 Mart 2006 23:35  
Blogger Bâd-ı Sabâ dedi ki...

@ Cenk Ünal

İkinci yorumunuzu, birinci okuyuşta anladığım mana:

O halde son cümleye geliniyorken anladığım mana şuydu.

Öyle bir bilince varır ki insan, kainatı bile inkara kalkar, Allah'ın varlığına olan inancı şuuruna da hakim olduğu zaman!

Elhamdülillah, yanlışsam düzeltin Sayın Abim.

Bizde arıza olabilir, doğrusunu öğrenelim; yazıları yarın bir kez daha okur ve çıkardığım manayı buraya bir yorum olarak yazarım.

Bu süreç içersinde benden önce davranır da yeni bir yorum eklerseniz ondan da istifade ederiz...

Sevgiyle.

5 Mart 2006 23:48  
Blogger Bâd-ı Sabâ dedi ki...

...düşünüyorum :-/

7 Mart 2006 00:45  
Blogger cenkunal dedi ki...

Yazacaklarını okumak için bekliyorum Kazım kardeş.
Daha önce yazdıklarını okudum,son yorum ve düşüncelerini yazacağını belirttiğin için ben yeni bir şeyler yazmadım.
Müsait zaamnınızda yazarsınız artık.

7 Mart 2006 11:08  

Yorum Gönder