29 Ekim 2009

?

22 Yorum:

Anonymous Adsız dedi ki...

:(

29 Ekim 2009 23:21  
Blogger Bâd-ı Sabâ dedi ki...

b

30 Ekim 2009 10:45  
Blogger Bâd-ı Sabâ dedi ki...

ı

30 Ekim 2009 10:45  
Anonymous Adsız dedi ki...

Y

30 Ekim 2009 15:10  
Anonymous Adsız dedi ki...

s

30 Ekim 2009 15:11  
Anonymous Adsız dedi ki...

e

30 Ekim 2009 15:11  
Blogger Bâd-ı Sabâ dedi ki...

@ Adsız, bir fotoğraf yayınlayacağım. Bir çiçek fotoğrafı bu..

Şimdi değil ama! Yarın inşâ Allah. Zaman'ı kullanmayı öğrenmeli insan.

O'nu kullanmayı başarabilirsek, sabretmenin de inceliklerini öğrenmiş oluruz.

Çiçek fotoğrafı dedim değil mi..

Senden istediğim şey, bu fotoğrafın altına yazılabilecek her hangi bir yazı bulman.

Bir şiir olabilir, makale olabilir, dörtlü olabilir, beşlik olabilir :)

Senin hayal gücüne kalmış !

Dînî, politik, spor, kişisel gelişim konularımız arasından seçmeler.

Sen gündme göre istediğin konuyu seç beğen, fotoğraf sende ne düşünceler çağrıştırıyorsa yâni.

Bu işi yapıyorken, bazı kurallarımız olacak :)

Tabi, kural koymak benim tekelimde değil. Sen de bazı kurallar önerebilirsin :)

Zaman içinde bunlart sırası geldikçe konuşulur.

Ne mi yapmak istiyorum?

Bilmiyorum :)

Ne yaptığımızi düşünerek, zaman kaybetmeyelim !

Bak :))

Zaman ile ilgili bir şey keşfettik :P

Düşünme, yap (:

Ecnebiler buna Just do it diyorlar :)

Var mısın ?

:)

30 Ekim 2009 21:43  
Anonymous Adsız dedi ki...

benimle zaman sarfiyatına sürüklenmeyecekseniz varım..

30 Ekim 2009 22:03  
Blogger Bâd-ı Sabâ dedi ki...

Güzel :)

Denemekte fayda görüyorum.

En azından, denememekten iyidir.

Hep söylerim, yine söyleyeceğim..

Edison, yüzlerce kez deneme yapmış şu Tungsten teli ile yanan ampülü icad etmik için.

Sonuncu denemesinde, lambanın içindeki havayı vakumlamayı akıl etmiştir :)

Eğer son denemeyi yapmamış olsaydı, belki hala karanlıkta kalacaktık :P

Bu işin dışarıdan görünen tarafı tabii.

Birileri bulurdu illâki !

Lambayı..

Şu da ilginçtir Adsız..

Elektrik olmadan, lamba icad edilemezdi değil mi..

Edison lambayı duya takmadan önce elektrik denilen mefhum icad edilmişti :)

Bu da küçük adımlar prensibimize bir örnek :)

Küçük adımlar prensibine bir örnek de, kavanoza yerleştirilen taşlar hikayesidir..

Duydunuz mu daha önce bu hikayeyi acaba :)

Yoksa anlatmamı ister misiniz ?

Ben sizden dinlemek istiyorum, ama internetten aşırıp alıntı yapmayın :)

Okuyun, anlayın.. ve anlatın :)

Çok şey istemiyorum değil mi ?

Dinlemek istiyorum sizi, kendi anlatımınızla kendi üslubunuzla ;)

Eğer zor bir şey istemişsem, beni uyarın lütfen :)

Daha kolay bir ricâda istekte bulunayım (:

Kopya: Bknz.

Just Do It: Bu yorumu 03 Kasım 2009 Salı günü saat 19:00 'dan önce cevaplamayın :)

Uyarı: Zekâma güvenin derim :) Merak etmeyin, siz ya da bir başkası ben izin vermedikçe beni zaman sarfiyatına sürükleyez :))

Soru: Çiçek resmi ne mi olacak diyorsunuz :) Siz bu yazdıklarıma bir cevap yazın da, onu düşünürüz :)

İtiraz: Sessizliğinizi onay olarak göreceğim, ta ki Salı gününe kadar. Oyunu bozmak isterseniz, yeni kural ve önerilerde bulunabilirsiniz tabii :)

Oyun ne miydi :)

a) Büyük taşlar hikayesi !
b) Ya da içinizden ne geliyorsa, Salı gününe kadar !
c) Sizi sınırlandırmak istemiyorum, özgür düşünce önemlidir !!

Düşünceyi özgür bırakmalıyız..

Bakalım neler olarak :)

Gitmek istediğimiz bri yer yok Adsız :)

Zaman'ın kollarına bıraktık kendimizi..

Bir kural daha..

3 Kasım 2009 Salı saat 19'a kadar.. blog mlog yok benim için !!! !! !

Sevgiyle, Allah'a emânetsiniz.

Beni merak ederseniz, ben sabır her şeye yeter diyor ve O'nu c.c. anlamaya çalışıyorum.

Sabır, bazen sadece susmaktır Adsız.

...

30 Ekim 2009 22:58  
Anonymous Adsız dedi ki...

eskiden kazım mızrak "adsız" yorumlara kızar, cevap vermezken şimdi "adsız" yorumlarıyla sohbet ediyor...enteresan...
KeLeBeK...

31 Ekim 2009 12:24  
Anonymous mehmetabi dedi ki...

Hayırlı Geceler

Sabır yetse de yetmese de biz sabır etmekle mükellefiz. Çünkü biliyoruz ki: "Dikenden gül bitiren, kışı da bahar haline döndürür. Selviyi hür bir halde yücelten,kederi de sevinç haline sokabilir." Mevlana
..................................
Bu ara Kazım Bey kardeşim ne yapsın; yorumcular tenbellik edince veya bloga kimse uğramayınca; ya adsızlara cevap verecek, ya da sabırla bekleyecek :-)
.................................
Kalın sabırla ve sağlıcakla...

1 Kasım 2009 23:46  
Anonymous Adsız dedi ki...

kazım mızrak, friendfeed servisini kullanmıyor mu? blogcuların çoğunu orada görüyorum.

3 Kasım 2009 04:54  
Blogger Bâd-ı Sabâ dedi ki...

Bugün, 3 Kasım Salı :)

Adsız (Adsızların Adsızı), görüyorsun ya; Adsız yorumların birbirine karışması an meselesi.

İnsaf eyle ki bize, isim yazmadan yorum gönderme lütfen.

Mümkün müdür acep?

Bu akşam yazarken, kendine bir isim ver olmaz mı! Maselâ Adsızların Adsızı de :)

Sen, öyle böyle bir Adsız değilsin yâni ;)

Adsızların Adsızı'sın :)

K.M.

Not.

Diğer yorumlara akşam saatlerinde mukabelede bulunulacaktır.

Şimdiden, katkılarından dolayı herkese teşekkür ederim.

3 Kasım 2009 10:07  
Blogger Bâd-ı Sabâ dedi ki...

@

Kendine başka bir isim de verebilrisin ?!.

Unutma, düşünceyi özgür bırakmalıyız.. .

Sen nasıl uygun görürsen o olsun.

~

İstersen hiç isim yazma !

Ancak, bu işimizi zorlaştırır kanısındayım.

Ne diyor Hz. Peygamber.

"Kolaylaştırınız, güçleştirmeyiniz. Sevdiriniz, nefret ettirmeyiniz."

...

3 Kasım 2009 10:12  
Blogger meddah dedi ki...

döndünüz demek. hoşg..
öncelikle özrümü beyan edeyim. meyer adsız yorumlarla ne çok yormuşum sizi bu gibi olaylardan bir haber olarak;)

KeLeBek de teşekür ederim: bir nevi uyarıda bulunmuş olduğu için.

önerdiğiniz hikayeyi "yaz" derken, kendi düşüncelerim mi? yoksa ne anladığımı mı sordmuştunuz? onu tam kavraya madığımdan öncelikle size duyduğum hikayeyi aktarayım şimdi. kendi kalemimden.. yok eğer benden istediğiniz faklıydıysa açıklayınız anlayacağım bir dilde:)

hikaye:
Zamanı verimli kulanım hakkında düzenlenen bir kursta, farklı mesleklerden oluşan öğrencilere, öğretmen pratik bir ders vermek istedi. masanın üzerine kocaman bir kavanoz yerleştirdi.daha sonra yanındaki torbadan irice kaya parçaları çıkardı. kavanozun içerisine düzenli bir şakilde alabildiği kadar iri kayaları parçalarını yerleştirdi. Öğrencilere dönüp.:
“ kavanoz doldu mu çocuklar?”diye sordu
Sınıftaki herkes :”
“Evet doldu hocam” diye yanıt verdi.
“Demek doldu” dedi öğretmen..eğilip torbada bulunan minik çakıl taşlarını kavanoza boşaltarak sallamaya başladı.
Tekrar sınıfa dönerek:
“ peki şimdi doldu mu?”
Anlatılmak isteyeni kavramaya başlayan, işin sanıldığı kadar basit olmadığınıda sezen öğrenciler cevaben:
“hayır henüz dolmadı” diye cavapladılar..
Öğretmen bu defa diğer torbada bulunan kum torbasını alıp alabildiği kadar çakıl taşlarının arasına yerleştirdi .
“ evet çocuklar şimdi doldu mu?”
“ hayır hocam henüz dolmadı”denildi..
“ haklısınız dedi” öğretmen öyrencilere.
Ve orda bulunan bir sürahi suyu kavanoza dökmeye başladı. “anlatabildim” diye içini bir sevinç kapladı . arkasına tekrar dönüp “anlatabilmenin ve anlayabilmelerinin” verdiği bir sevinçle:
“bu gördüklerimizden nasıl bir ders çıkardık sizce” diye sordu.
Öğrenciler emek harcamış olduğu bu deneye, şöyle bir cevapla açıklama yaptılar:
“ günlük yoğun olan iş programımızda ne kadar yoğun olursak olalım her zaman yeni işlere zaman ayarlaya biliriz” dediler.
bu yabana atılacak ders değildi. Ama malesef öğretmenin anlatmak istediği bu ders değildi
ve kendisinin asıl vermek istediği dersi bu defa kendi açıkladı
“ eğer büyük taş parçalarını baştan kavanoza koymazsak daha sonra asla koyamayız. Düşünelim bakalım: hayatımızdaki büyük taş parçaları hangileridir.. ilk iş olarak kavanoza onları koyuyormuyuz? Yoksa ilk önce kavanozu suyla ve kumlarla doldurup büyük taş parçalarını dışarda mı bırakıyoruz ..

3 Kasım 2009 19:46  
Blogger Bâd-ı Sabâ dedi ki...

@ Meddah

İlk bir iki parağrafı okudum :)

Şimdi yerel bir radyoyu dinliyorum, harika parçalar çalıyorlar.

Öyle duyguluyum ki, hayatımda bir dönemeci daha atlatıyorum neredeyse.

Her şey söylenemez, söylenmemeli de aslında :)

Kul ve Allah arasında kalması gereken o kadar çok şey var ki :)

Hayatta öğrendiğim bir şey daha oldu. Sabır demek, yâ sabır dememekmiş :)

Anlatabildim mi acaba :P

Hani ikide bir sabır dabır diyorum ya, işte bu yanlış bir şey aslında :))

Rahmetin tecelli etmesine mani oluyor sabır diye kıvranmak, el avuç açmak !

Bunu kimse bilmemeli..

O kadar özel, ve mahrem bir söz ki sabır kelâmı.. kul ile Allah arasında kalmalı diye düşünmeye başladım :)

Bilmem ki, başarabilecek miyiz ki bunu :) Allah'ı kula şikayet etme mevzûsu var ya !

İşte bu mesele !!!

Allah'ı kula şikayet etmek, hiç de hoş olmasa gerek..

Şu yazdıklarımla yorumunuzu aldığımı haber etmek istedim öncelikle.

Sonra okumaya devâm edeceğim yazdıklarınızı; az sonra tabii, çok sonra değil ;)

Bu aperatif yorum olsun (:

Şeyy.. .

Bir noktada kafam karıştı !! ?

Adsızların Adsızı dediğim kişi siz misiniz ?

:)

Adsız yorumlarla beni yormuş olduğunuzu itiraf ediyordunuz ya, oradan anladım sizin Adsızların Adsızı olduğunuzu.. .

Yanılıyor olabilirim tabii !! !

Başkası da olabilirsiniz pekâlâ :)

Eğer öyleyse, şimdiden özür dilerim.

:P

Bir insanı başka bir kimlik ile tanımak, karıştırmak onur kırıcı olmalı ?!.

;)

3 Kasım 2009 20:14  
Blogger Bâd-ı Sabâ dedi ki...

@ Meddâh

Bugüne değin hangi isimle yazdığın önemli değil Adsız, ya da Meddah.

Önemli olan, bugünden sonra ne yaptığındır..

Ben derim ki, artık Adsız olarak bloğa yorum bırakma.

~

Hikaye konusunda söylediklerimin de çok bi önemi yok aslına bakarsan.

Ne önemliydi biliyor musun !

Beni bir şekilde anlaman, tamamlaman.

Bu şuna benziyor.

Uçsuz bucaksız bir yamacın tepesine kurulmuşum, önümde de koskoca bir deniz, ve güneş batıyor.

Hiç gördün mü denizde güneşin batışını.. O'nu izlemek büyük keyif verir insana. Dalgaların sesi bir yandan. İnsan huzûru bulduğunu düşünür.

İşte öyle bir ortamda yanına birisi geliyor, diyor ki sana: Yoo, bir şey demiyor. Hemen yanına oturup, o da güneşin batışını izlemeye başlıyor.

Güzel bir sahne değil mi..

~

Nereye gittiğimizin de hiç mi hiç önemi yok. Oraya, yâni belirlenen her hangi bir yere nasıl gittiğimiz önemli.

Kâbe'ye giden her insan kutlu değildir !

Geride kalan her insan da dinsiz imansız değil !

Kâinat ne denli büyük olursa olsun, onu yüreğimizde hissettiğimizde, onun büyüklüğü kalbimiz kadardır.

Cenâb-ı Allah demiyor mu, ben hiç bir yere sığmam, ancak kulumun kalbine sığarım diye.. .

Ne güzel değil mi..

Elhamdülillah.

Demem o ki; yazdığın cevap hoşuma gitti, sayende bu hikâyenin farklı bir versiyonunu okudum.

Her insan başka bir âlemdir, bu bakımdan herkes değerli ve kıymetlidir.

Acemin, acem olmayandan üstünlüğü bulunmadığı gibi ! Müdürün de, memurdan üstünlüğü aldığı maaş kadardır.

Yoksa, üstünlük takva ile ölçülür.

Diploma ile değil.

Hamdolsun, âlim kimse bunun farkındadır. Ve, üstün görmez kendini hiç kimseden.

Hem zaten, ilim insana ne kadar küçük olduğunu öğretir.

Diğer yönden, aslında gidilen yer gelinen yerdir.

Hiç mi gitmesek, hep kalsak mı acaba burada Meddâh.

Doğup, batıyorsa güneş ?!.

Onun arkasından koşmaya ne hâcet.

K.M.

4 Kasım 2009 00:23  
Blogger meddah dedi ki...

denizin batışına ve doğuşuna her ikisine de şahit oldum inanın harika dakikalardı o dakikalar.
en çok haz aldığımsa doğuşuydu;)

"Diğer yönden, aslında gidilen yer gelinen yerdir."

"Onun arkasından koşmaya ne hâcet."

şu sözleriniz bana.bir an ne düşündürdü biliyormusunuz

bizi O'na ulaştıracak en kolay yol o değilmidir? ha şu da var: bazan olmaya biliyor. nasıl ki en kolay ulaşım oysa,
en uzak ulaşımda ola biliyor;) (Allah muhafaza)

hayatı neye benzetiyorum biliyormusunuz? tıpkı bir körebe ve saklambaç oyununa..:)

saklanan memnun bulan memnun.

rabbim saklanıyor biz bulalım diye.. bulunca da memnun oluyor. biz de bulmak için çırpınırken memnun oluyoruz.

düşünsenize söbeliyenin sevincini ve söbelenenin:) körebe de söbelenen üzülmüyor aslında.. Oda en az ebe kadar memnun hayatından.

bak bir anımı anlatayım size: geçmiş zaman da,yani daha çocukluk çağlarım da, teknoloji oyunları daha var edilmemişken: biz sokak lambaları ışığında körebe oynardık. ya da saklambaç. ebe unvanına layık olduğum bir gün,muziplik yapayım dedim.. arıyormuş gibi yapıp fakat hiç kimseyi bulamıyorum numarasıyla, bir hayli zaman geçirdim. "bu insanlar söbelenmeyince ne yapacaklar" diye merak sardı beni.. dakikalar akıp saatlere yaklaşınca bir arkadaşım bulamayış oyunun farkına varıp "ne yapıyorsun ya? neden söbelemiyorsun? oyunu bozuyorsun diye çok kızdı. o esnada gizlendikleri yerden, tüm arkadaşlar çıkıp aynı tepkiyi gösterdlir.;) işte taaa o zamanlardan beridir anlarım hayatın bir oyun olduğunu.. kuralarıyla uynanmadı mı lezzet vermediğini ve saklananında en az ebe kadar bulununca memnun olduğunu. ;)

4 Kasım 2009 01:18  
Blogger Bâd-ı Sabâ dedi ki...

"işte taaa o zamanlardan beridir anlarım hayatın bir oyun olduğunu.. kuralarıyla uynanmadı mı lezzet vermediğini ve saklananında en az ebe kadar bulununca memnun olduğunu. ;)"

@ Meddâh

Çocukluğum İskenderun'da geçti, biz de saklambaç oynardık sokaklarda, geceyarılarına kadar.

Büyük keyif alırdık bu oyundan, daha pek çok oynumuz vardı tabii saklambacın yanı sıra.

Gazoz kapaklarımız vardı bizim kirli tozlu paslı. Nasıl değerliydi, bizim için o teneke parçaları.

Unutmam o günleri.

Çocukluğumun geçtiği sokağı anımsadım, şurada vardı bi' kare :)

Şurası.

~

"rabbim saklanıyor biz bulalım diye.. bulunca da memnun oluyor. biz de bulmak için çırpınırken memnun oluyoruz."

Saklambaç ile ilgili sizin gibi düşünmemiştim daha önce.

Tanrı (mâliki yevmiddîn) saklanıyor demek..

Hadi, O'nu arayalım (bulalım) öyleyse :)

Allahu âlem.

4 Kasım 2009 19:16  
Anonymous Adsız dedi ki...

yanılgılarımda Allah (CC) sığınırım.

demiyormu ki:" ben gizli bir hazineydim bilinmek istedim"

demek ki, saklanmış ve bulunmak istemiş.. bize düşen de bulmak;)

hadi bulalım imece usuli herkes gücü yettiğince katkıda bulunsun..ben gibi acizlerde yararlansın.

4 Kasım 2009 22:33  
Blogger meddah dedi ki...

adsız bendim

4 Kasım 2009 22:36  
Blogger Bâd-ı Sabâ dedi ki...

demiyor mu ki: "ben gizli bir hazineydim bilinmek istedim"

@ Meddâh

Hatırladık efendim, elhamdülillah.

Sonradan, Adsız'ın siz olduğunuzu söylediğiniz için de teşekkür ederim.

Bu tür ayrıntıları önemsiyorum.

Demek ki unutabiliyor insan, yine de.

Alışkanlık diyelim ;)

~

"hadi bulalım imece usuli herkes gücü yettiğince katkıda bulunsun..ben gibi acizlerde yararlansın."

İmece usulü tamam da, siz de eksik olmayan lütfen. Bilmemek değil, öğrenmemek ayıptır :)

Bilmek yolunda hatâlar, yanlışlar yapılabilir. Bu bağlamda, şakirtin niyeti hayr olduğu münasebetiyle nihayeti de hayra varır ümidindeyiz.

Niyet kuldan, takdir Allah'tan.

6 Kasım 2009 11:32  

Yorum Gönder