7 Ekim 2006

Kötülüklerin Anası

- Bekleyiş sürüyor, peki nereye kadar?!
> Bir son var mıdır?
- Son mu? Başlangıç noktası vardı ya?!
> Sen öyle biliyorsun.
- Evet, bana öyle öğrettiler.
> Ya bir başlangıç noktası yoksa?!
- Olmayabilir...

- O halde ne olacak, başlangıç noktası yoksa diyorum.
> Başlangıç noktsı yoksa, bir ezel vardır demektir.
Acaba senin ezelin ne idi?
- Bilmiyorum ki, bilemem; en azından insan
olarak kaldığım sürece...

- Keşke bir sonu olsa her bir başlanılmışlığın.
Üzüntü ve keder de olmazdı kesinkez.
> Nasıl sağlanabilecek bu üzüntüsüzlük hali?
- İnsanlar bir sonsuzluğun hayali ile yaşıyorlar ya,
o bakımdan diyorum... Bu halde, hayal aleminde
yaşamaktan kurtulurlar, ve acı çekmekten de tabi ki.
> Haklısın gibi, doğru. Nietzsche de öyle düşünüyordu
muhtemelen; hani demişmiş ya, umut kötülüklerin
anasıdır diye.
- Yani!?.

15 Yorum:

Blogger Bâd-ı Sabâ dedi ki...

- Günün anlam
ve ehemmiyetine
binaen bir parça...

[Fatih Kısaparmak, Ağlıyorsun]

Gülüm'se!
Kâzım M.

8 Ekim 2006 01:14  
Anonymous Adsız dedi ki...

evet başlangıç yoksa son nasıl olsun? ..birde başlangıç yoksa EZEl nasıl oluyor?
Aydınlatırmısınız?

9 Ekim 2006 08:55  
Anonymous Adsız dedi ki...

????

14 Ekim 2006 06:03  
Blogger Bâd-ı Sabâ dedi ki...

- Şuan bu yoruma cevap yazmak istemiyorum, bir kaç günden beri olduğu gibi.

Ve size, cevap yazmak istemediğim hâlde bir şeyler karalayıp göndermeyi hiç ama hiç istemiyorum..

Yarın ola hayrola efendim...

***

Bu sayfayı bir kaç hafta (veya ay) sonra yeniden kontrol edersiniz, etmezseniz de anlayışınız bilir.

Bu arada, konuyu hâlâ takip ediyor olduğunuzu haber verdiğiniz için teşekkür ederim.

Sağolun(uz)...

14 Ekim 2006 14:53  
Anonymous Adsız dedi ki...

pardon sizin yanınızdaki konumumu algılayamadım galiba yani okuyucu konumunda sanmıştım kendimi ve yoruma değer görmüştüm özür hakınızı helal edin . bazen insanoğlu kendini farklı görebiliyor nefis işte naparsın.
selametle.

14 Ekim 2006 18:14  
Blogger Bâd-ı Sabâ dedi ki...

...zaten öylesinizki, biz öyle olduğuna inanıyoruz, müsterih olun; bu saate geldiysek eğer insanları (bir noktaya varıncaya kadar) kalbinden okuyabiliyoruzdur artık.

***

Blog yazmak kolay bi iş değil, bırakılan yorumlara yanıt yazmak daha da zor bir hâl alıyor bazen. Yerine göre siz başka bir alemdesiniz, ben başka bir alemdeyim...

Her zaman aynı düşünce yoğunluğunda olamayabiliyor insan, daha önceki yorumlarınıza cevap yazıldığını hatırlayın, şimdi susmak gerekiyorsa bunu da anlayışla karşılayabilmelisiniz.

***

Şimdi ezel ebed konusu hakkında düşünmek, yazmak istemiyorum; bir kaç gündür de istemiyordum. Ne zaman ilham gelir de içlenirim onu da bilemem...

Çala kalem karalamalar bana göre değil, bazen saatlerimi alıyor bir yazı hazırlamak veya yorumlara cevap yazmak.

Ümit ederim ki bir ziyaretci olarak yukarıda yapılan açıklamayı, size atfedilen bir değer olarak algılıyorsunuzdur.

Bu arada, "Ve size,..." şeklinde başlayan parağrafta "size" ifadesinden sonra bir virgül olduğuna dikkat etmişsinizdir muhtemelen. Yani konu cevap yazmamaktır, siz değilsiniz!

***

KPSS sonuçlarının açıklanacağı bir arefede (mümkün mertebe) sükûneti temin etmeye çalışıyorum; ve yazmamayı kafaya koyduğum bir konu hakkında asla yazmam (yazamam).

***

Ne siz, ne de ben özür beyan edecek bir yanlış yapmıyoruz. Yazmak istemeyen yazmaz, okumak istemeyen okumaz...

Sakin bir ruh hali ve yaratılanı sev hoşgörüsü çerçevesinde size hayırlı iftarlar diliyorum inşâllah.

***

Bundan sonra yazmayı düşündüğünüz yorumlarda, düşünce paylaşımlarında size özgü bir isim kullanın lütfen.

Hangi anonim, hangi yorumu bırakmıştır daha bir anlaşılır olsun...

Saygılarımla.

14 Ekim 2006 19:17  
Blogger Bâd-ı Sabâ dedi ki...

@ Anonymous

Başlangıç yoksa son nasıl olsun ki, olamaz zaten. Bir son olabilmesi lâzım, yani ölüm olması için doğum olması lâzım öncelikle.

Kıyamet denilen şey gerçektir, bir gün güneş tüm enerjisini tüketecektir ve kıyamet denilen olay vukû bulacaktır.

Güneş tükenmeye yakın zamanlarda hacminin onlarca katı bir büyüklüğe ulaşacaktır.

Daha sonra bu kütle birden bire büzülerek küçülecektir, bu sırada hararetli ateşi sönecek ve bir kül yığını halini alacaktır.

Güneş'imiz bu süreci yaşıyorken, Dünya gezegeni de güneşten etkilenmiş olması sebebiyle bir kül yığınına dönüşecektirr; belki günümüz Mars gezegeni gibi olacaktır, toz ve kayadan ibaret.

Bu açıklama bilimsel bir gerçekliktir; insanlar ahlasa da vahlasa da bilmem kaç milyar sene sonra bu hâdise gerçekleşecektir.

Şimdi şu soruya yanıt verelim, bu bir son mudur?

Evet!

İşte bu sona nasıl ulaşıldı? Elbette ki bir başlangıç ile!

Bu başlangıç da kâinatın halkedilmesidir, yani bir yaratıcı tarafından yaratılmasıdır...

***

Son ve başlangıç kavramlarını irdeleyerek yaratılış gerçeğine ulaşabiliriz.

Zaten benim kendime iş edindiğim alan da burası, nereden gelip nereye gittiğimiz konusunda hayatı anlamlandırmak!

Elimizde ne malzeme varsa onu kullanıyoruz: Örneğin son ve başlangıç kavramlarını...

***

Eğer başlangıç varsa, bizler ezelî değilizdir; çünkü diyebiliriz ki, insan soyu kâinatın başlangıcı ile varolmuştur, öncesinde insan yoktu!

Demek ki, insan ezelî bir varlık değildir.

Diğer yönden, ebedî olup olmadığımızı da şöyle anlayalım:

Az önce konuştuğumuz üzere, insan ırkı Güneş'in ömrünü tüketmesiyle son bulacaktır. İş bu halde insan ebedî de değildir(miş).

Ezelî ve ebedî olmayan bir varlık da muhakkak suretle bir mahluktur, yani yaratılmış olandır!

Çünkü, yaratılmış olan sonsuz (ezelî ya da ebedî) bir varlık olamaz; yani insan yaratıcı değil, yaratılmış olandır.

***

Başlangıç varsa ezel yoktur, ve başlangıç yoksa ezel vardır!

Bu iki ifade, zaten yazı içeriğinde bir şekilde mevzut.

Siz, sorunuzda bu ezelîn nasıl olduğunu sormuşsunuz! Yani siz de bir ezelîn olduğunu görüyorsunuz aslında, ama fikir paylaşımı konusunda bize soru sormuşsunuz, yani bilmiyor anlamıyor değilsiniz kanımca.

Efendim, yukarıda izah ettik; burada teyit edelim: Başlangıcı olanın ezelîyatı olur mu?

Bu sorunun cevabı, sizi doğru sonuca götürür. Siz düşünün, yazıyı daha da uzatmayalım...

***

Şu konuyu da işleyelim: kâinat sonsuz mudur?

Sonlu, ya da sonsuz bunu kesin olarak bilemeyiz. Şuan için bilimsel veriler ışığında benim bildiğim bir Big Bang teorisi vardır.

Bu teoriye göre evren sürekli olarak bir gelişme (büyüme) sürecindedir.

Bunu, galaksilerin birbirinden uzaklaşıyor olmalarından anlıyoruz.

Burdan yola çıkarak da, bir merkezi patlama olmuştur diyoruz.

Türkçe ifadeyle Büyük Patlama (Big Bang)!

Boşluk diye ifade edilen bir mekanda, madde denilen olgu bir patlama ile ortaya çıkar.

Madde uzayın derinliklerine saçılır ve galaksiler oluşur, galaksiler içersinde yıldız kümeleri oluşur, ve gezegenler vs.

Bu süreç başlangıcı Big Bang olan bir gelişmedir, ve bu gelişme şu şekilde son bulur:

kâinat genişlemeyi sürdürdükçe d=m/v formülüne göre madde maksimum hacime ulaşınca büzüşme etkisine maruz kalır.

Bu büzüşme etkisi kâinatı içe çökertecektir, yani Büyük Patlamada etrafa saçılan madde bu sefer merkeze odaklanmış bir halde hareket ederek vakumlanacaktır.

İşte bu sırada kâinatın defteri dürülecektir! Diğer bir ifade ile, o vakit her şey son bulacak.

Meselâ bir oyuncak balonu şişirin, maksimum genişlemeye doğru bir iç gerilim oluşur ve neticede patlar.

Bizim uzayımız da bu şekilde bir son ile karşı karşıya, dışa açılım ve içe çöküş ilkesi...

İkisi arasındaki fark; birisi patlıyor, diğeri kütle çekimi sebebiyle içe çöküyor.

***

Şimdi bunu bilmek ne işimize yarıyor biz onu konuşalım.

Başlangıç yoksa, son olmaz dedik. Zira kâinatın içe çöküşü olayının yaşanması için, bir başlangıca ihtiyacı vardır.

Başlangıcı yoksa, bu kâinat ezelîdir!?

Oysa ezelî olanın sonu da olmazdı hani :o)

Eminim şuan iyice kafanız karışmıştır, kusura bakmayın, şuan beklediğim ilham geldi ve ben yazıyı bu kadar uzatmak durumunda kaldım; siz anlamayacak olsanız da (eğer ki diyorum), ileride birilerinin işine yarayabilir!

Nerde kalmıştık, ezelî olanın sonu da olmaz demiştik! Çünkü ezelîyat başlı başlı başına bir ebedîyattır da, aynı zamanda.

ebedîyat da yine öyle, başlı başına bir ezelîyattır.

Eğer kâinat bir gün yok olacaksa, bu ebedî olmadığını gösterir; ve bir başlangıcı varsa bu da ezelî olmadığını gösterir.

Ve biz buna göre, sonsuz olmayan bir alemde yaşıyoruz diyebiliriz (artık).

***

Şimdi posta içeriğine geri dönelim:

Biz insanlar ezelî birer varlık değilizdir, bunu anladık.

Posta içeriğinde bana şu soru soruluyor, acaba senin ezelîn ne idi?

Ve ben bu soruya karşılık olarak, cevabı bilmediğimi söylüyorum.

Aslında soru açık ve net olarak bir cevabı da ihtivâ ediyor.

Senin ezelîn ne idi diye soru soruluyorken, cevabın şu olduğunu imâ ediyor:

Sen ezelî değilsen, ama varsan, ve seni var eden bir unsur varsa, yani bir bir sebep varsa; işte o sebep Kur'an-ı Kerîm'dir...

Buradan şu sonuç çıkıyor: Bizim ezelîmiz Allah'tır.
kâinatın ezelînde Allah vardı. Bizler bu ezelden geldik, ve maalesef ezelî bir kaynaktan varlık bulduğumuz için de ebedî olmak durumundayız.

Yani aslında her şey son bulmayacak, bu yüzden maalesef diyorum; Cennet ve Cehennem'i düşünün...

Son bulacak olan, duyu organları ile algılayabildiğimiz görünür evrendir!

Oysa biz, görünmeyene tabiyiz; görünmeyen de ebedîyatın ve ezelîyatın sahibidir, yani teslimiyet eninde sonunda O'nadır.

Kâzım Mızrak

16 Ekim 2006 17:32  
Anonymous Adsız dedi ki...

"siz anlamayacak olsanız da (eğer ki diyorum), ileride birilerinin işine yarayabilir!"

Olabilir.
Herkes benim gibi dar görüşlü olmaya bilir?


Ruhlarımız hakkında bu konuyla alakalı olmak üzere bir muamma var mıdır?


Peygamberimize, insan ruhundan sormuşlar.kitabımızda, ruhun Allah(C.C.) yanında, bir sır olduğundan bahsediliyor.Ezel ve ebed bu konuda düşünebilinir mi?

17 Ekim 2006 06:01  
Blogger Bâd-ı Sabâ dedi ki...

@ Anonymous

Son yorumları okuyabilmek çin size bir kolaylık, muhtemelen farkına varmamışsınızdır, hani dar görüşlüyümdür diyorsunuz ya o bakımdan dikkat çekmek istedim.

Sayfanın sol üst köşesinde, bu postaya ait turuncu renkli bir yazı duruyor; diyor ki "Kötülüklerin Anası".

İşte o çerçeve içersinde "Collapse comments" diye gri renkte bir yazı var, anlamını o yazıya tıklayınca görürsünüz.

Son yorum karşınıza gelecektir birden bire. Ve şimdi orada, "Show all comments" yazısı belirdi; bu da tüm yorumları tekrar görmenizi sağlar.

Yorumlar toplanmış (Collapse) bir haldeyken; yorum bırakanların isimlerinin hemen sağ tarafında İngilizce "söyledi" anlamındaki "said" yazısına tıklarsanız oraya bırakılan yorumu görebilirsiniz.

Belki de biliyordunuz bütün bunları, ben hatırlatmak istedim yine de!

Bu arada, dün akşam bir kaç satır bişey karaladım, erdem konusunu işliyordum; ve bilgelik konusuna özelleşerek bir çıkarıma ulaştım.

Mutlaka bir bakın, son yorumunuzu değerlendirmekle bereber o yazıyı okumanız gerektiği izlenimi oluştu bende..

O tırnak işaretli yazıyı sanki cımbızla bulmuşsunuz, bravo sayın Anonymous, üstelik soru işareti ile cümlenizi bitirmemezlik etmemişsiniz...

Diğer bir konu da nick meselesi, lütfen kendinize özgü bir isim bulun.

"Felaket" konulu postaya bırakmış olduğunuz yorumları okudum, teşekkür ederim.

Yanıt yazmak istiyorum, fakat şu tarihte yazılabilirim diyemem; yukarıda geçen diyaloglar ışığında bir açıklama daha yapmayı yersiz buluyorum.

***

Gelelim yazınıza:

İki parağraf ile iki soru yöneltmişsiniz bize.

Bu iki soru neyi ihtiva ediyor diye düşünüyorum da; konu hakkında hiç bir araştırması ve bilgisi olmayan birisinin sorabileceği sorular değil bunlar.

Bizi düşündürmek için sorulmuş sorular olabilir; istişareye bir derinlik kazandırmak adına olabilir (zira kolay sorular değil); merak duymakta olduğunuz konular olabilir...

Neden bu yazıya "Kötülüklerin Anası" dediğimizi bir düşünelim. Kötülüklerin anası acep ne ki?

Umut mu?! Evet.

Biz hep bir sonsuzluk umudu içersinde yaşıyoruz. Uzun bir hayat sürme umudu içersindeyiz; eşimiz olsun, çocuklarımız olsun, evimiz arabamız olsun, yazlığımız olsun, villamız olsun, denizde yatımız olsun; sonra sonra bir kaç eş daha edinelim; aşiret kuralım vs...

Peki nereye kadar?

İşte en yakın son kapımızda, küçük kıyamet: Ölüm!

***

Muhterem kardeşim,

Burada konuşuluyor olan konu çok hassas bir zeminde işlenmelidr. Zira bu yazı dünyaya sırtınızı çevirin diyor.

Oysa İslam öğretisinde hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için çalışmak vardır, ve yarın ölecekmiş gibi ahiret için çalışmak!

Biz burada ahiret için nasıl düşünmeliyizi işliyoruz, başka başka konularda da dünya sevgisini güzelliklerini anlatmışızdır.

Bu durumun farkında ve ayırdımında olalım. Buradaki tespit ve tahliller ile insanların yaşama umudunu kırmayalım diyorum!

***

Nasıl bir muamma olabilir diye düşünüyorum.

Allah diye bildiğimiz varlık, şu sonsuz kâinatın neresindedir? İçinde mi, yoksa dışında mı?

Eğer dışında bir yerdeyse, içinde yok mudur?

Eğer içinde bir yerdeyse, dışında yok mudur?

Bu çerçeveden bakınca, mülk sahibinin sonsuzluğu yaratan bir Allah olduğu anlaşılıyor; ona aslında varlık bile diyemeyiz, çünkü o varlık kazanmış kazandırılmış bir öğe değildir.

Dil'in çaresizliği, Allah'ı bir varlık olarak algılamamıza neden oluyor.

***

Yazının devamını getirmemeyi uygun buluyorum. Ve kul hakkına riayet ederek sizi de burada alıkoymak istemiyorum.

Sorduğunuz sorular beni aşıyor, çok muallakta; ne yöne atarsam tutar hesabı, kişisel yorum ifade etmekten öteye geçemeyecek kadar zayıfım, nihayetinde sağlıklı olmayan yorumlar ortaya çıkacak gibi.

Şuan susması daha yararlı, aksi halde konu hakkındaki yorumum sizi olumsuz etkileyebilir.

Zihin dünyama olan katkılarınız için içtenlikle teşekkür ediyorum, sağolun.

Hayırlı akşamlar efendim...

K. Mızrak

17 Ekim 2006 17:29  
Anonymous Adsız dedi ki...

Yorumlara daha rahat ulaşabilmek adına, aktardığınız bilgiler, için sonsuz teşekkürler. Gerçekten, dar görüşlü olduğuma dair, kesin kanaat getirmemde, yardımcı oldunuz.

Bilgelik konusundaki yazınızı, dikkate alarak okudum. Gerçekten güzel ve anlamlı bir yazı, oluşturmuşsunuz.

Aslında, cımbız kullanmadığımı sanmıştım, ama demek ki, bir cımbızım varmış.

Nick hakkındaki talebinize gelince, bence misafir olarak gelmek de yarar var.
Mevlam?ın yanında misafir, daima ön planda tutulur. Allah?ın misafiridir o.
Nefis daima değerli kılar kendisini.
O bakımdan.

"istişareye bir derinlik kazandırmak adına olabilir."

İstişareye derinlik kazandırmak adına ekleyecek kapasitede ve bilgisi olan biri olamadığım için. Sadece merak duymakta olduğum tefekkür edip düşündüğüm bir konuydu.

"Biz hep bir sonsuzluk umudu içersinde yaşıyoruz. Uzun bir hayat sürme umudu içersindeyiz; eşimiz olsun, çocuklarımız olsun, evimiz arabamız olsun, yazlığımız olsun, villamız olsun, denizde yatımız olsun; sonra sonra bir kaç eş daha edinelim; aşiret kuralım vs..."

Güzel bir tesbit.

Olması gerektiği için mevlam, o umudu nefsimize sevdirmiş.
Eyer, bunun tam idrakinda olup ta, bir kenara bırakabilseydik, imtihan diye bir şey kalmayacaktı.
Her ikisi arasında dengeyi kurabiliyorsak, ne mutlu bize değilmi ?


"Eğer dışında bir yerdeyse, içinde yok mudur?"

"Eğer içinde bir yerdeyse, dışında yok mudur?"


Uygun ortamda, beni tefekküre düşüren, bir sohbet oldu Bazıları bu konuda eskilerden birinin (Allah u tealan? ın varlığı, aynadaki suretin yansıması gibidir) dediler!

?

"Şuan susması daha yararlı, aksi halde konu hakkındaki yorumum sizi olumsuz etkileyebilir.

Zihin dünyama olan katkılarınız için içtenlikle teşekkür ediyorum, sağolun."

Bende teşekkür ediyorum bu güzel açıklamanız için.
Beni, tatmin eden bir açıklama oldu(her ne kadar, sorularımın cevabı, yine muallakta kalsa da.)

İnşaAllah, bu mübarek günlerde, O geceyi, yakalyanlardan olursunuzda, bizleride bu vesileyle hatırlar ve duada bulunursunuz!

Selametle kalın.

18 Ekim 2006 13:07  
Blogger Bâd-ı Sabâ dedi ki...

@ Anonymous

(Az evvel) buraya yazdıklarımı (daha doğrusu yazacaklarımı) sildim, karşılıklı atışmaya mahall vermeyelim, sizin de bu şekilde düşünüyor olduğunuza inanıyorum.

Yorumunuz soru işaretlerine cevap verir nitelikteydi, konu hakkında daha da yazmak abes-i iştigal olacak ve bu durum da bize yakışmayacak.

İnanç konusunda zayıf olduğumu gördünüz, keşke daha faydalı olabilsem yazabilsem anlatabilsem; gemisini kurtarmaya çalışan bir miçoyum ben, sayenizde biz de tefekkürde bulunduk.

Kalbinize huzûr, nefsinize sabır diliyorum efendim.

Bu kadar...

18 Ekim 2006 21:38  
Blogger Bâd-ı Sabâ dedi ki...

"Olması gerektiği için mevlam, o umudu nefsimize sevdirmiş.

Eğer, bunun tam idrakinda olup da, bir kenara bırakabilseydik, imtihan diye bir şey kalmayacaktı.

Her ikisi arasında dengeyi kurabiliyorsak, ne mutlu bize değil mi?"



@ Anonymous

Gün boyu yukarıdaki sözleri bana kimin söylediğini düşündüm, evet birisi bana bu konuşmayı yapmıştı ama kim; veya nerede okumuştum.

En sonunda, hatırlayabildim; cevap, bu sayfadaymış!

***

Evet o umut; İmtahan diye bişey kalmazdı; Her ikisi arasındaki denge, dünya ve ahiret!

Allah râzı olsun kardeşim; bir fikir beyan etmiştiniz, değerlendirmeye alınacaktır inşâallah...

K.Mızrak


.:.: Düşün :.:.

Şükür, bir sebepledir.

22 Ekim 2006 01:38  
Anonymous Adsız dedi ki...

"Şükür, bir sebepledir."

...her şeye rağmen...
İnşallah daima şükredenlerden oluruz.

22 Ekim 2006 11:30  
Blogger Bâd-ı Sabâ dedi ki...

@ Anonymous

Ne güzel bir söz değil mi, şükür bir sebepledir diyor...

Demek ki, şükre sebep olacak bir vakit var; beklemeli, ve beklemeli!

Yokluğu yaşatan mevlam, varlığı da yaşatacaktır elbette.

Biz yerinmeyelim, bize biçilen değer bu'dur diyebilelim.

Şekvaya lüzûm mu vardır, Allah'ın sistemde yanlış olmaz vesselâm..

Eğer sisteme karşı bir hata yapılmışsa, bedeli ödenir.

İşte bu bile bizler için bir şükür vesilesidir, adı tekâmül.

-: Bir'den Bir'e :-

***

Her şeye rağmen, şükretmek kardeşim.

Sağol.

22 Ekim 2006 19:56  
Blogger Bâd-ı Sabâ dedi ki...

"Peygamberimize, insan ruhundan sormuşlar.

Kitabımızda, ruhun Allah(C.C.) yanında, bir sır olduğundan bahsediliyor.

Ezel ve ebed bu konuda düşünebilinir mi?"


***

@ Anonymous

Sorunuza kaynak teşkil eden sûre İsrâ sûresidir.

85. Âyet

- Ey Muhammed! Sana ruhtan soruyorlar. De ki: "Ruh Rabbimin bildiği bir iştir ve size ilimden ancak az bir şey verilmiştir."

***

Bu konuya değinmemdeki gaye, sorunuza kaynak edindiğiğiniz âyet-i kerîmi tespit etmekti!

Saygılar,

***

.:.: Kelimeler :.:.

İsrâ: Gece yolculuğu.
Âyet: Açık delil.

23 Ekim 2006 02:27  

Yorum Gönder