11 Ekim 2006

Felâket

- En büyük felâketin, kendi öz ailendir.

Bunu da böyle yazdım gitti!..

K. Mızrak

***

- Kardeşimi, onun abisini, annemi, babamı sevmiyorum.
> Sevmiyor gibi yaşamıyorsun ama?!
- Belki bir gün, ama şimdi değil...

> Neden peki, niçin sevmiyorsun?!
- Sana kısa ve öz bir cevap vereyim de beni rahat bırak; olur mu?
> Olmaz...
- Uzun cevap mı istiyorsun, up uzun mu olsun?!
> Makul seviyede, o kadar da abartma sen de!?

- Hayır, yazmak istemiyorum; bugünlük bu kadar!...

> Yazarsın sen, bilirim seni.
- Bekle öyleyse, taş (gibi) ol da bekle, dönüşümde suskunluğunla karşıla beni.
> Susunca kiminle (neye karşı) konuşacaksın?!
- Ben'sizliğimle...

> Ailen?
- Nolmuş onlara!?
> Sen'sizlik? (Sen'sizliğe al onları.)
- Vakit tamam değil!.. Henüz, ben bende (kendimde) değilim.

> Peki, ne var orada; yani gideceğin yerde?!
- Bildiğimi söylüyorsam, yalan söylediğimi anla.
Şuan bilmiyorum, yaşamam lazım. Ama şu da bir
cevap olabilir; iradenin özgürlüğü, aileye bağımlı
olmayanı bir bakıma!!!

> Felâket derken bunu mu anlatmak istemiş olabilirsin?
- Galiba, evet...
> Felâket, iradenin bağımlı olma hâli demek ki...

- Bu bağımlılık, sevgiliye karşı da olabilir mi?
> Elbette, ama sevgilinin iyisi vardır kötüsü vardır.
Birisi taşır seni menzile, diğeri taşır tersine...

- Şimdi durum nedir?
> İyi gibi görünüyor, tercih hatası yapmışsın diyebilirim..!
- Yani..?
> Hâlâ yaşıyorsun, anladığım kadarıyla; fakat
her şeyini kaybetmeye de bir o kadar yakınsın!

- Yakınım...


Bir'den Bir'e
Kâzım Mızrak

9 Yorum:

Blogger zalim ve cahil dedi ki...

bazen ayırt edemiyorum felaket olanla imtihan olanı... nerede susmam gerektiğini de bilmiyorum o zamanlar... aile kavramı beni çok düşündürüyor. insanın hayatında bu kadar ciddi değişikliklere sebep olan kurum aslında kaderimizin bir oyunu mu yoksa ciddi manada dize getirene kadar savaşacağımız bir düşman mı? nerede susulur ki?

14 Ekim 2006 13:54  
Blogger Bâd-ı Sabâ dedi ki...

@ Dünyadan

Çok güzel bir yorum, adeta yazıyı özetlemişsiniz.

Tahlil bakımından doğru tespitler, her ne kadar cevaplar verilmemiş olsa da, okuyanı bin bir düşünce alıp götürüyor...

Belki daha önce konu hakkında hiç sorgulamada bulunmamış olanlar için, ben daha önce neden bu soruları sormamıştım acaba dedirtiyor.

***

Şu ruh halini çok kimse yaşıyor, sorun maddiyat mı yoksa maneviyat mı?!

Para çok olsa bu millet azar diye bir yargıya ulaşarak geçiştiriyorum bu tefekkürlü saatleri.

Öyle ya, benim milletim görmemiştir; eline üç beş kuruş geçince harcayacak yer arar..

***

Bu yazıyı kaleme aldığım saatlerde, ailemi terk edip uzaklara gitmeyi düşlüyordum.

Burada huzur yok, maddiyat ön planda; her ne kadar manevi sevgi bağlarının varlığından söz edilse de.

Söz gelimi bir işi olmayan erkek evlat ailenin utanç kaynağı olabiliyor, ve belası bir başka anlamda.

Ben kendime bela olayım diyorum, başkasına ya da aileme değil.

Siz bir bayan olarak bizim gibi düşünmeyin sakın; hayat zor, şerefi de yok, onuru da haysiyeti de yok olsa da.

Çoğu zaman ölüp gitmek bir çözüm gibi görünüyor, fakat değil. Ondan sonrası ne olacak, bir muamma!? Karanlık bir bilinmez..

Biraz daha, bir müddet daha diye diye sabırla beklemeliyiz.

Her ne kadar küçük büyük sorunlarımız varsa da; kendimize göre haddi hesabı olmayacak derecede dert çile çekiyor olsak da, bu yaşam bir tesadüf değildir.

Bunu iyi anlamış olalım en kaçınılmaz kararları alıyorken, ve son dakikada kapıyı vurup çıkmadan önce!

Allah râzı olsun, ziyaretiniz için teşekkür ederim efendim.

Kâzım Mızrak

14 Ekim 2006 16:06  
Anonymous Adsız dedi ki...

n büyük felaketin, ailenin olması mümkün olamaz .Farkındaysa insan, bunun iyi ölçüp biçmek lazım. Farkındalıklar daima felaketten kurtuluştur.
inşallah farkındalıklarımız YANILGI OLMAZ bizim için.


?- Kardeşimi, onun abisini, annemi, babamı sevmiyorum.?

Yanılıyorsun, olamaz. Senin elinde değil sevmemek. Mevlam?ın, yeryüzünde oluşturduğu. insanoğlu için harika bir denge bu. Sevgi bitmez .Her ne kadar sevmemen gerekse bile aileye sevgi, insanoğlunun Rabbi tarafından gelen güzel bir kanundur( bunu bildiğini biliyorum neden anlatma hissi duyuyorum ki?).

Bensizlik diye bir kavram olmamalı yaşantımızda, olamaz da. Olduğunu bazen zannederiz biz. Bilinenini onarmak, bilinmezliğe gitmekten daha yararlı değimlidir sence?

?İradenin özgürlüğü, aileye bağımlı olmayanı bir bakıma!!!?

Keşke olabilse, ama maalesef ..
Şunu da düşünmek lazım. İrademiz her zaman güçlü olmayabilir, yardım gerekebilir. Ne kadar zor gelse de bizlere, tabiî ki belirli ölçülerde, iradenin kendi elimizde olması güzel bir şey. İnşallah, daima sağlam iradeli olanlardan kılar Mevlam bizi.
Hiçbir şeyimizi kaybetmeme dileğiyle. Umarım daima kazananlardan oluruz.


O?ndan geldik, O?na gideriz..vessalam!

14 Ekim 2006 17:54  
Anonymous Adsız dedi ki...

pardon bu yorumu sabah saatlerinde yapmıştım yorumunuzu okumadan eklemek istedim. yinede iradenin özgürlüğünün kısıtlanması acı bir şey gib
i geliyor her ne kadar normal karşılayıp doğanın kanunu diyip kabul etsem de.

14 Ekim 2006 18:01  
Blogger zalim ve cahil dedi ki...

çekip gitmek uzaklara ... en çok dilediği bu oluyor insanın çünki kabul etmek istemediğimiz bu sıkı bağ bizi boğuyor ve sadece buradan uzağa bir yere düşersek kurtulurmuşuz gibi geliyor.

bence bir çoğumuzun hissi ifade edilmiş burada ama eminim bir kaç saat sonrasında ve belki hatta o anda dahi ifadelerin rahatsızlığı hissedilmiştir vivdanda. çünki sorunumuz bu değil. daha kalabalık sanki zihin ve ancak böyle bir nefretle ve silişle kurtulurmuşuz gibi geliyor.

hani bari işe yaramazlığımla beni başbaşa bıraksanız diyor da insan, bundan bile kurtulamıyor, yani iki dakika hayatımda olmasanız da bi huzura ersem (sanıyoruz) vs.....

insan kendisinin bilgisinde olamayacak kadar cahil ve cehaleti ile kendini çaresiz bırakacak kadar zalimdir. ihtiyacımız olanı bilemediğimiz gibi, sabredip beklemek zor geldiği için çoğu zamanda ziyana uğrarız.

netleştirelim: sıkıntınız içinden çıkamadığınız durumlarda bile hala birilerinin size çok yönlü baskı oluşturuyor olması mı?

sevmiyorum derken sevmediğim şeyler hep birbirine karışır bende. sizde de sanki bu var, ya da yanılıyorum.

nefret etmiyorsunuz ve hatta seviyorsunuz bağlarınızı kabul etmek istemeseniz de çünki size zorluk yaşatıyorlar, Rab her bebeği olması gereken kucağa bırakmaz mı?

büyüdük ve yeşillendik artık acısı ve tatlısı ile şu hayatta kendimiz kalabilsek kendimizle olabilsek sorunlarımızı kendimizce yaşasak deme hakkına sahip olmakla beraber, dört yanımızı aile denen bağlarla çevirmiş olan Rabbin olmalı gerekeni oldurduğuna yürekten inanıyorum.

herkesin ağladığı anlar vardır içten içe, ama ağlarken bir yandan da "en iyisini Sen biliyorsun Ey Rab" demeyi öğrendim...

ferahlamanız için gerekenlerin olması dileği ile

14 Ekim 2006 20:37  
Blogger Bâd-ı Sabâ dedi ki...

@ Dünyadan

"sadece buradan uzağa bir yere düşersek kurtulurmuşuz gibi geliyor"

Evet.

***

"ama eminim bir kaç saat sonrasında ve belki hatta o anda dahi ifadelerin rahatsızlığı hissedilmiştir vivdanda."

Böyle düşünmenize şaşırmadım, hatta sevindim; size bıraktığım yorumun özünde de bu vardı. Samimi değildiniz orada, ama derin bir sitem vardı o yazınızda (belki insanlığa dair, yaşama dair). Fakat nefret ifadesi gerçeği yansıtmıyordu, ben de bundan eminim (diye inanıyorum).

***

"hani bari işe yaramazlığımla beni başbaşa bıraksanız diyor da insan"

Ahh bu öz eleştiriler yok mu, ben derdimi çekerim elleşmeyin (bana) havaları..

Biraz da düşünceli olma durumu var burada, acımı değil mutluluğumu paylaşayım özlemi!

***

"insan kendisinin bilgisinde olamayacak kadar cahil ve cehaleti ile kendini çaresiz bırakacak kadar zalimdir."

Neden kendinize Zalim ve Cahil dediğinizi anlamıyordum tam olarak, yadırgamıştım. Bir ironi vardır muhakkak diye düşünmekte ve merak etmekteydim.

Bu merakın cevabını mı alıyorum yoksa...

Ziyan mı dediniz? Şüphesiz ki öyle! Belki bir dakika daha susup karşımızdaki insana sert çıkışan biz olmasak huzura ereceğizdir; ama genellikle ateşe körükle giden taraf olmaya can atıyoruz, değil mi!?

***

"çok yönlü baskı"

Hem de her daim, ister istemez bu baskıyı hissediyoruz; işe yaramazlığın vicdani bir içe vurumu...

Kişisel öz eleştirilerin acımasızlığı mı yoksa, galiba evet!

***

"sevmiyorum derken sevmediğim şeyler hep birbirine karışır bende."

Can alıcı bir tespit, bu durum genellikle bayanlarda oluyor, tespitlerim bu yönde. Neyi istediğimizin farkında mı değiliz, yoksa istediğimizi şeyi ifade etmekten mi korkuyoruzdur.

Belki en doğru ifade ile istediğimiz şeyi elde etmeye güzcümüz yoktur ya da layık olmadığımızı düşünüyoruzdur gönülden istediğimize!!!

***

"nefret etmiyorsunuz ve hatta seviyorsunuz"

Hem de çook... Ama çaresizlik, sevgiyi nefrete çeviriyor, bu hep böyle olmuştur; tüm insan ilişkilerinde! Sonra adı nefret ediyorum senden (sizden) oluyor... Bundan adım kadar eminim.

***

"şu hayatta kendimiz kalabilsek kendimizle olabilsek sorunlarımızı kendimizce yaşasak deme hakkı"

İşte bu, bunu elde edemeyince ne buhranlar bunalımlar yaşıyoruz. Eziklik hissi adı!

***

"ama ağlarken bir yandan da "en iyisini Sen biliyorsun Ey Rab" demeyi öğrendim..."

Buna tebessüm ederim işte, inşâallah efendim, inşâallah dediğiniz gibidir.

Tesadüf yoktur, Tanrı zar atmaz! Bir hesabı vardır muhakkak, ben de buna inanıyorum sizinle beraber.

HAkkımızda yararlı olacağını sandığımız (inandığımız) yaşanılmışlıkları bir hatırlayalım, komik şeyler gelir akla.

Ne çocukluk etmişiz diyeceğimiz ya da diyor olduğumuz şeyler...

Şimdi geçmişi düşünüyorum da, amma da beyhude yaşamışım. Ağlayıp sızlandığım zamanlar aklıma geliyor da, kendime gülüyorum, bu çok güzel bir duygu, insanın yanlışlarına gülebiliyor olması durumu yani!

Ümit ederim ki bu cümleyi anlayabiliyorsunuzudr, ya da biraz daha mı yaşlanmalısınız yoksa!..

Suratı asık olma hali genelde gençlerin müftelası oldukları bir durumdur, oysa ihtiyarlar ne de güleç oluyorlar.

Fani dünya, her şey gelip geçici; buna gülünmez de ne yapılır.

Şu sözü de söylemeden geçemeyeceğim:

Hayat duygusal davrananlar için bir trajedidir, düşünenler için ise bir komedi!

Çok anlamlı bir söz, gerçekci...

***

"ferahlamanız için gerekenlerin olması dileği ile"

Bir yorumun daha sonuna geldik. Birileri hakkımda böyle iyi dileklerde bulununca, yaşamaya değer olduğumu düşünüyorum.

Yaşamalısın diyorum kendime, bak seni yaşamaya değer görenler var...

***

Duygu ifadesi belirten gülümseme ikonları kullanmadığınız için, yazınızı parağraflara ayırarak tane tane anlatımını yaptığınız için, noktalama işaretlerine dikkat ettiğiniz için, bir bayan olarak mesafeyi koruduğunuz ve ölçülü bir şekilde diyalog kurduğunuz için, konuyu bağlı kalarak yazdığınız için canı gönülden ve pek acizane teşekkür ederim.

Allah razı olsun.

İnşâallah, hakkınızda hayra vesile olabilecek duâlarınız ile hemdem beraber kalırsınız!..

Tutunuluş Gerçeğe,
Kâzım Mızrak

15 Ekim 2006 19:25  
Blogger zalim ve cahil dedi ki...

mutluluklar saçmadır, aslında olmayana tutunmadır ama "acı" gerçektir diyorum ben. acılarıma gülüyorum ama bir o kadar da ağlamışlığım vardır. yine olsun yine ağlarım; çünki gerçektir. yani yaşlılıkla vs pek bir alakası yok gibi. geçiciliğimizin farkındayız ama ağlıyoruz... insanız efendimm!

ben de teşekkr ederim
saygılar

17 Ekim 2006 13:14  
Blogger Bâd-ı Sabâ dedi ki...

@ Dünyadan

Sevgi ve muhabbetle kardeşim, ism-i şahsiyetinizi her daim üstünlükle temsil edebilmeniz duâsıyla...

[İsm-i Şahsiyet: Şahsiyetli isim, kişilik sahibi, vakûr, örnek alınan (ya da verilen) kimseler için kullanılan bir genelleme.]

***

"geçiciliğimizin farkındayız
ama ağlıyoruz"


Mal sahibi, mülk sahibi,
Hani bunun ilk sahibi?

Mal da yalan, mülk de yalan,
Var biraz da sen oyalan.

Yunuz Emre

17 Ekim 2006 23:18  
Blogger Bâd-ı Sabâ dedi ki...

@ Anonymous

Merhaba,

Bu sefer tünaydınlar efendim, hâlâ isminizi yazmamakta ısrarlısınız sanırım. Ben de yazılmaması konusundaki aksiliğimde!

Öğleden sonra Eğitim Bilimleri dersimiz var, konu anlatımında bulunacağız; gece yarısından beri bu mesele ile ilgileniyordum.

Konumuzu Göz Sağlığı olarak belirledik. Önceki hafta Sigara ve İnsan konusu, bir önceki hafta da PTC ve Pro|Engineer..

Bugün, buraya yorum yazmak istiyorum. Ama ya yazamazsam, yalancı çıkarım!?

İçimdeki ses: "Bu saatten sonra, bütün dünya seni yalancı bilsin!" diyor.

Bu meydan okuyuşu anlayabilmek, o ince uçurumun kenarında koşmak..

Boş değil bu sözler boş değil muhterem, mutlaka bir hîkmet-i gayesi ve sebebi vardır.

Pardon, size demedim (okula geç kalacaktır)...

Saygılar,

***

Belki neden böyle alakasız şeyleri yazdığımı düşünüyorsunuzdur?

Mutluluk diyelim, keşf-i âlem!

18 Ekim 2006 12:29  

Yorum Gönder