16 Mayıs 2012

Sabır.

38 Yorum:

Anonymous Adsız dedi ki...

ne çok sever olduk şu sabrı..

16 Mayıs 2012 22:34  
Blogger Bâd-ı Sabâ dedi ki...

@ Adsız

Ne, çare ki.!

Susup & sükût ediyor, Allah'a tevekkül kılıyoruz.

Hakkınızı helâl ediniz;

sizlere gönle hoş gelen, neşeli, kalbe muhabbet veren yazılar yazamıyorum.

Üzgünüm,

beni anlıyor musunuz.?

Ya da, ben mi yanlış anlamaktayım ki..

Belki,

siz de seviyorsunuz; sükûneti, sabrı.

Sitemse sözleriniz, affedin bizi.!

Hemhâl olup

dertleşmekse, duâysa; Allah râzı olsun sizden.

Olmadı Adsız, olamadık.

Diyorum ki; ben basit mi basit, sıradan bir insanım galiba. Fazla zekâ akla zararmış...! Zekânın fazlası da, keskin sirkenin küpüne zararı dokunduğu gibi; akla da gönle de ziyânmış.

Keşke hem kendime, hem de sizlere bir faydam dokunabilseydi..!

Bizimkisi, bir bakıma, hayâl âlemlerinde yel değirmenlerine karşı cenge tutuşmaktı. Masalın içinde masal olduk, mürekkep kurudu akıbeti muhâl olduk.

Yıllar yılı buradaydın değil mi, biliyorum, veya öyle zân ediyorum.

Bazı; blogda eski günlere bakınıp, tebessüm ediyorum yazılanları okuyunca, bazı da mahcubiyet duyup utanıyorum.!

Herkesler kendi köşesine çekildi de, sen hep buralardaydın, öyle değil mi..?

Acaba.. hangimizin diğerine daha çok ihtiyacı vardı. Hangimiz diğerinin bir selâmına, güzel bir sözüne daha çok muhtaçtı..!?

İyi ki vardın, hep ama hep oradaydın; kızsam da, küssem de.. gitmedin..!

Teşekkür ederim, teşekkür ederim.

Şu sınavı bi atlatabilsem, güzel şeyler olacak belki; hüzün ve acı değil de, mutluluktan, neşeden bahsedeceğim.

Hayatın sadece siyah ve beyazdan ibaret olmadığını anlatabileceğim..!

Günlerim stres altında ve küçük umutlar ile geçiyor.

Biraz ders çalışıyorum, biraz sabrediyorum, biraz da hayâl kuruyorum.

Uzaklara, çok uzaklara dalıyorum.

Neden diyorum, nerede başladı bu kırıklık döküklük....!

Ne yaptım, ya da neler yapmadım da olmadı olamadım.

Dalında çürümeye, kokmaya başlayan ham bir meyve gibi hissediyorum kendimi.

Hakkını helâl et, senin de vaktini emeğini ziyân ettim belki..!

Bir bakıyorum hayat öyle güzel ki: Yaşamak, koşmak, çiçekler ve güneş; gülüyorum.

Bir de bakıyorum ki, her yanım yara bere içinde; çok mu hayâl kurmuşum, çok mu umutlarım vardı peşinden koştuğum...!

Kimselere de kızmaya öfkelenmeye hakkım yok; kendi hatalarım, kendi basiretsizliğim, kendi acziyetim.

Üzgünüm, pişmanım..!

Hâlâ kendi kendime yetemediğim için, hâlâ arıza veren bir kişilik sahibi olduğum için, hâlâ hayatın kıyısında köşesinde saklanıp ömrümü hebâ ettiğim için.

Fakat yine de Sabır diyor, hayatla barışmaya çalışıyorum.

Az miktardaki gücümle, imkanlarımla hayata tutunuyor; ben de varım demeye çabalıyorum.

Biraz da umudum var hâlâ; bir gün güneş benim için doğacak diyorum.

Beni anlıyor musun..?

Bu işte çok bilmek yetmiyor; çok akıllı olmak, öyle beylik sözler söylemek kâr etmiyor.!

Belki de benim için en hayırlısı olan buydu, böyle düşünüp; yine de Sabır diyorum.

Bir gün.. tüm sorularımızın cevabını alacağız Adsız; inşâ Allah rahmet-i ilâhînin tecelli ettiği gün günahımızı sevabımızı öğreneceğiz.

Dilerim ki; Rabbimiz bizi utandırmaz, bizi merhameti ve rahmetiyle bağışlar, sarar kucaklar.

Sen de üzme kendini, Allah'ın dediği olur ve oluyor; çekilen çileler hatalarımızı görmemizi, anlamamızı sağlıyor.

Derler ki; nefse zor gelen, hakkında hayırlıdır. Biz de öyle düşünüp, böyle sükût ile âmel edelim.

İnşâ Allah bir gün her şey güzel olur, mutlu oluruz....!

Fakat, şimdi sabretmeli.

Sebeplere sarılarak tevekkül kılmalı..!

Allahu âlem.

.:

Sen Hakk'a tevekkül kıl,
Tefvîz et ve rahat bul,
Sabreyle ve râzı ol;

Mevlâ görelim neyler,
Neylerse güzel eyler.


E. İbrahim Hakkı

17 Mayıs 2012 01:09  
Anonymous Adsız dedi ki...

Allah razı ola.. sukutuma iyi geldi sukutuma sukut katı.. dua inşaallah.

17 Mayıs 2012 02:06  
Blogger Bâd-ı Sabâ dedi ki...

Yukarıda yazdıklarım yine bir vedâydı, hep her zaman olduğu gibi. Önümü göremiyorum, yarının ne getireceğini bilemiyorum, biraz duygu durum bozukluğu yaşıyorum sanırım. Mutsuzluk o kadar yüzüme yapışmış ki, gülmelerim bir sırıtma şeklinde.

A normal bir insanım ben, sokaktaki yüzlerce binlerce insana baktığımda, bunu maalesef böyle değerlendiriyorum.

Sanırım içinde yaşadığımız yüzyıl, eski çağlara nazaran daha fazla özgün marjinal tiplerin var olmasına zemin hazırladı.

Hemen hemen herkes, anlaşılmamaktan yakınıyor, ve kendisinin sıradışı bir insan olduğunu söylüyor.

Belki de öyledir, herkesin ayrı bri hayat hikayesi var, yaşıyorken, yüz yıllar önce yaşadığımız sıkıntıların benzerlerini, başka insanların da yaşadıklarını görmezden geliyoruz.

Ayrı, aykırı bir insan olduğumuzu düşümek, çözümsüz dertlerimize bir isim bulamadığımızda, bize en yakın cevap olarak görünüyor olmalı.

31 Mayıs 2012 02:03  
Blogger Bâd-ı Sabâ dedi ki...

Hastayız, bir şey kaybedip onu arayan, ama bir türlü bulamayn bir insanın hissettiği depresifliği yaşıyoruz.

Bizi anlayan kimseler varsa yanıbaşımızda, bu gerilim biraz olsun hafifliyor belki. Ama sonra, yine başlıyor. Yalnız kalınca. Bir şeyler eksik, hep bir şeyler eksik diye sürekli tekrarlıyoruz.

Çocukken büyümeyi isterdik. Sonra bir iş bulmayı. Evlenmeyi. Evlenmişken, bir de evimiz olsaydı diye bir kavga içine girdik. Eksik olan bri şey daha var sanırım. Bir çocuk sesi. Her şey tamamken, dünya üzerinize gelirken, siz yürek ısıtan tatlı bir sesin elini tutuyorken, bir de çok eksikti tabi.

Sonra, her şey yeniden başlar.

31 Mayıs 2012 02:07  
Blogger Bâd-ı Sabâ dedi ki...

Yaşamın vazgeçilmez parkurları vardır. Okul, iş, evlilik ve hastalıklar. Bunların hepsi de birer parkur. Hep bri şeyler eksiktir. Parası olanın mutlu bir hayatı olmaz, ve genellikle hastalıklar yakasını bırakmaz bu kimselerin.

Hasta olmasalar bile, onlar kendilerine paranın satın alabileceği modern çağın getirdiği bir takım hastalıklar bulurlar.

Zevk, keyif yan etkileri olan prozak türevi ilaç gibidir. İlaç etkisini gösterirken, her şey olağandır, ve kişi mutludur. Fazla paranla gider yeni son model bri araba satınalırsın, sonra ilacın etkisi geçmeye başlar, küçük bri trafik kazası; ölen ya da yaralanan yoktur, neyse ki sağ ön çamurluk haşat olmuştur, ve bu durum biraz baş ağrısı yapar.

Ama hep bir şeyler eksiktir hayatımızda.

Parası olandan farklı değildir kenar mahalle sakinlerinin hâli. Hasta değillerdir belki, ama bazen sevmedikleri yemekler sofralarına gelebilir. Soğan ve yumurta karışımı kızartması, standart bir yemek hâline gelmiş olabilir bu tip aileler için. Bunu bulamayanlar vardır, yumurta deyip geçmeyin, kolisi kaç para haberiniz var mı sizin.?

Sanırım bize huzur lâzım.

31 Mayıs 2012 02:11  
Blogger Bâd-ı Sabâ dedi ki...

Üniversiteyi bitirip, evlilik hayali kurduğumuz bir kızın peşinden köpek gibi salya sümük koşarken, ona kavuştuğumuzda, hemen ardından başka bri parkurun başlayacağını bilmek gibi bir bilinç olsa gerek bu huzur duygusu.

Genellikle, âşık olduğumuz, veya öyle olduğunu sandığımız kızı, elimizden kaçırırız bri şekilde. Muhtemelen, yine anlaşılmamışızdır, ya da %50 ihtimalle biz onu anlamamışızdır.

Ama, asıl olan şu ki, o kız ile evlenseydik bile, bu mutluluk demek olmayacaktı. Hep bu küçük küçük resimlere odaklanırken, büyük resmi gözden kaçırıyoruz. Düğüne yeten maddi birikimimiz ile, kiralık bir evde yaşamaya başlamak, ay sonu mutsuzluklarını yanında getirecekti. Çocuğun okul masrafları, telefondu internetti, ve dışarıda yenen bri akşam yemeği cabası olacaktı bu mutsuzluğun.

Yine de, hâlâ ay sonu geldiğinde, sevgili meleğiniz gözlerinizin içine bakarak, size sarılabiliyorsa, bu belki de her şeye değecekti. Doğru bir seçim yapılmıştır demekti bu jest.!

Bakın bu sahne güzel oldu, hep böyle kalsa hayat, bir fotoğrata olduğu gibi, hep mutlu sırıtan insanlar olsaydık.? Nasıl olurdu acaba...

Söyliyeyim, tuzu biberi sosu olmayan makarna gibi olurdu. Bu tadı aldınız mı..!

31 Mayıs 2012 02:12  
Blogger Bâd-ı Sabâ dedi ki...

Belki de mutluluk için peşinden koştuğum o güzel kızı bir daha göremeyeceğim, sesini duyamayacağım, nerelerde ve kiminle olduğunu umursamadan yaşamaya devâm edeceğim.

İnsan bol acıllı makarna yemeye alışıyor zamanla, hayatın lezzeti denilen şey bu olsa gerek.

İnsan - ya da ben - şunu anlamalı, veya kabul edersen sen yol arkadaşım, yoldaşım, sen de ben de şunu anlamalıyız; hayat genellikle bizim fakir zayıf cüzi irademize bağlı hareket etmez.

Eğer bu iş bize bırakılmış olsaydı, Dünya denilen gezegenimizle birlikte diğer gezegenleri de Güneş denilen hayat kaynağımızın etrafında bıkmadan usanmadan döndürmemiz gerekebilirdi.

Yağmurdu, kardı, rüzgardı ve benzeri hava durumu hadiselerine de mecburen biz memur olacaktık.

Tabiat olaylarını yanısıra ağaçların, otların, çiçeklerin ve hayvanların yaşam döngülerini sürdürmelerini de takip etmek zorunda kalabilirdik.

Neyseki bütün bu işleri yürüten, küllî bir irade var, kainat onun etrafında şekil bulmuş; her şey onda başlıyor ve onda bitiyor.

Görünen o ki sadece kendimizden sorumluyuz, tabi doğal olarak da çevremize karşı bazı ödevlerimiz var; yerlere çöp atmamak, çimlere basmamak gibi basit ve anlaşılabilir şeyler bunlar.

31 Mayıs 2012 02:15  
Blogger Bâd-ı Sabâ dedi ki...

Yaşam her istediğimiz oyunu oyuncağı bize vermiyor, belki bu da bu muazzam düzenin sistemin yürümesi için bir kuraldı.

Eğer öyle olsaydı, herkesin bir sarayı ve emrine amade uşakları olurdu; ahh pardon, o zaman uşak da bulamazdık, çünkü, herkes kendi sarayında mutlu ama tek başına yaşıyor olacaktı o vakit.

Demek ki evrensel mutluluk fikri tamamen bir masal.! Evrensel insan hakları diye bir şey olabilir, fakat evrensel mutluluk diye bri şey yoktur.

31 Mayıs 2012 02:15  
Blogger Bâd-ı Sabâ dedi ki...

İçimizde, kendi içimizde, yüreğimizde, belki küçük ama kainatı bile içine alabilecek kadar büyük olan kalbimizde yaşamalıyız o mutluluğu: Huzuru...

Sadece elini tutmak istediğimiz bir sevgiliden beklediğimiz hayat öpücüğünü - evet, elini tuttuktan sonra, bir öpücük, ve sonra pembe pancurlu bir ev - önce kendi yanağımıza kendimiz kondurmalıyız.

Kendisini öpmek istemeyen bir insanı, hiç kimse öpmek istemez diye düşünerek.

Bunca üzüntü, keder, hüzün belki de bu küçük fısıltıyı duyabilmek için yaşandı; yalnız kaldık, yalnızlaştık. Ta ki, kalbimizin sesini duyana dek.

Orada bir yerlerde olduğunu dahi unuttuğumuz kalbimizin sesini; kendimize, kendi köşemize, kimsesizliğimize çekildiğimizde işitmeye başlarız.

Çoğu zaman onu duymayız, duyamayız; oysa o bizimle sürekli konuşur. Daha küçük bir çocukken bile, emeklemeyi öğrenmeden o bize seslenirdi. Sokaklara düşüp koşmaya başladığımızda, bize haydi koş diyen içimizdeki ses, onun sesiydi.

Sonra, büyüdükçe, hayatın içine daha da girdikçe, çevremizde olup biteni anlamakla meşgulken, onu dinlememeye duymamaya başlarız.

Bir süre sonra, sırayla kaybederiz sahip olduklarımızı, işimizi örneğin, sevip saydığımız insanları. Yaprak döken bir ağaç gibi, başlarda bri kaç yaprağın farkına varmayız, sonra bir kaç yaprağı diğerleri takip eder. İçimiz soğur, üzülürüz bu olup bitene. Yapraklarımız sararıyor ve soluyorlar, onları kaybediyoruz.

İşte, oradayız, son yaprak da yere düşmek üzere derken; kendimizle başbaşa kaldığımızı algılamaya başlarız.

Ve onun, o tatlı sesini duyarız.

Ben hâla buradayım der..!

31 Mayıs 2012 02:17  
Blogger Bâd-ı Sabâ dedi ki...

Yalnızlık bu yüzden güzeldir, yalnızlık aslında bu yüzden yalnızlık olmaktan çıkar.

Kalbimizi dinleyelim, onu duymaya çalışalım, başımızda o kadar dert sıkıntı hüzün olmasına karşın, ona, en yakınımızdaki dostumuza elimizi uzatalım.

Benim sevgili kalbim, canım benim, cansın sen, seni çok seviyorum.!

Kimselere söyleyemediklerimizi ona anlatabiliriz; korku yok, utanma yok.

Bırakın, dünya kendi kendine dönmeye devâm etsin; ona inat tutalım kalbinizin elinden.

Onun vedâ etmesi, dökülen yapraklar gibi olmayacaktır çünkü.!

K.M.

31 Mayıs 2012 02:18  
Blogger Bâd-ı Sabâ dedi ki...

Buraya kadar
zahmet edip okuyan
okuyucuya, not.

Sevgili insan; ben de senin hayatında ama süslü ama püslü bir yapraktım, sarardım soluyorum, ne olur seni terkettiğimde bana kızma.

Bu güzel dalında bana da yer verdiğin için sana teşekkür ediyorum. Güneşli günlerde birlikte şarkılar söylemek güzeldi, rüzgara karşı da korkusuzca mücadele etmiştik.

Hakkını helâl et.!

Ve lütfen, kalbine dön. Ben - ya da başka başka kimseler - acizliğimle yanında yokken bile, o sevgisiyle merhametiyle seninle olacaktır.

31 Mayıs 2012 02:23  
Anonymous Adsız dedi ki...

olabileceğini bilsem gönderirdim.. bin çocuk feda siz gibilere. sesin eliyle o yumurcağın eli bir olmaz ama.. sorular ve cevaplarla üstüne üslük bir de sabah 9 gece 12 iciması yaptırıp bıtkınlık verir sonra.. bana sorarsanız sesi yumurcağa tercih edin.:)

31 Mayıs 2012 02:24  
Blogger Bâd-ı Sabâ dedi ki...

Burdayım, burdayımmm.. korkma..!

31 Mayıs 2012 02:27  
Anonymous Adsız dedi ki...

ben kısacık cümlelerle bunca zaman harcarken siz kısacık zamana dünyaları sığdırmışsınız.;) okumalı ve hayata geçirmeli. okuyayım..:)

31 Mayıs 2012 02:28  
Blogger Bâd-ı Sabâ dedi ki...

Peki :) okuyun bakalım, ama dürüst olup küçük bir itirafta bulunayım önce; o yazdıklarımı iki saatten fazla bir zamanda yazmıştım. Sonra düzenleme yapıp, konu ve anlam bütünlüğüne göre tek tek göndermiştim.

31 Mayıs 2012 02:34  
Anonymous Adsız dedi ki...

okudum ve "sustum".. yarın bir daha okuyacağım ama: yarınki suskunluğumdan emin değilim.. hayırlı geceler

31 Mayıs 2012 02:44  
Blogger Bâd-ı Sabâ dedi ki...

"Sevgili insan" sen olmalısın, Adsız.?!

31 Mayıs 2012 03:01  
Blogger Bâd-ı Sabâ dedi ki...

Güneş batmak üzere, akşam sakinliği çöktü mahalleye, insanlar evlerinin yolunu tutmuş, bir gün daha usul usul bitiyor tükeniyor.

31 Mayıs 2012 19:14  
Blogger Bâd-ı Sabâ dedi ki...

Allahu âlem, diyorum yine; çünkü bizim bilmediklerimizi bilen O'dur. Biz neyin doğru neyin yanlış olduğunu anlayamayız bazen, o zaman, O'na iltica ederiz; Allah'ım, incinen kırılan kalplerimize sen şifâ ver, bizi mahsun bırakma, yalnız ve kimsesiz kaldığımızda bize bir gönül ferahlığı lutfeyle. Senin izzetinden kereminden ne eksilir.. .

31 Mayıs 2012 22:42  
Anonymous Adsız dedi ki...

amin..bu hayata tutuncukça dallarım kırılıyor.. yanlızlıktan korkup sallanan dallara sarıldıkça da kolum sıyrılıyor..

ya ben bu hayata uygun değilim, ya da hayat bana. hayat görevinde aksatlık etmediğine göre uygunsuzluk bende kalıyor. ömrüm boyunca bir şeyler layık edilip elimden alındı."hiç" ten var edilip "var"da yok olmak gibi..! hep elde kalan "bir" oldu..!anlayan gibi "bir"den başka bir şey yok..bunu dedirmek istiyor ..beklemekteyim en son "hiç"ten var edilip "var"da yok olmayı.

kaderinde ne var ise onu yaşarmışsın. acı ise acı, tatlı ise, tatlı. ne düştüyse payına."yapabileceğin tek şey: rabbe yapılan dualar, yalvarış ve yakarışlardan sonraki hafifletici durumlar. kadri mutlaktır yaşayacağın ama yakarışların sonucundaki yaşanılan acıya diyazem iynesi gibi acıları hafifleten durumlardır" diyorum.. .sanırım kaderimdeki yaşayacaklarım da: yalvarış ve yakarışlarda ki sonuca kaldı..artık ne diyorum biliyor musun? "senden gelen her şeye varım"...!

1 Haziran 2012 01:03  
Blogger Bâd-ı Sabâ dedi ki...

Hayr 'ola inşâ Allah, hayr 'ola..!

1 Haziran 2012 22:59  
Anonymous Adsız dedi ki...

hayr olur belkid.olurdeğilmi?

1 Haziran 2012 23:47  
Blogger Bâd-ı Sabâ dedi ki...

Mutluluk bir oyundur diye düşünüyorum, kimileri çok güzel oynuyor bu oyunu, açıkcası onlara imreniyorum. Ben, her seferinde bozdum bu oyunu; bana en çok mutsuzluk yakıştı.

Bu mutsuzluğun içinde salaktım, ukalaydım, kibirliydim, kendini beğenmişin birisiydim.

Biraz fazla çocuktum galiba; büyüdüğümü sandığım zamanlarda bile, aslında küçük bir çocukmuşum. Çocukların mutluluk oyununu daha iyi oynaması lâzımdı oysa!

Sanırım ters giden şey, benim büyüklerin arasında bulunmamdı.

Adsız.. benim için hayırlı olan, çocukların yaşadığı bir ülke bulmak; senin için hayırlı olanı ise, ben bilemem.

Ama senin için duâ edebilirim, biliyor musun .? sana bir sır vereyim, duâ denildiğinde aklıma sen geliyorsun.

Beni böyle zavallı hâlimle kıymete değer gördüğün için Allah senden râzı olsun, rabbim işlediğin ve işleyeceğin bütün günahları bağışlasın.!

Hakkını helâl et sen de, gitmeliyim; uzaklara, çok uzaklara, çocukların mutlu olabileceği bir yere.

Duâ,

duâ,

duâ.

!

2 Haziran 2012 03:38  
Blogger Bâd-ı Sabâ dedi ki...

Bazen susarsın, sadece susarsın, susmaya mecbursundur belki, zâten insanı susturan da bu olsa gerek, zorda kalması, zorunda kalmasıdır, insan sustukça güç buluyor kendinde, sustukça daha bir katlanabilir oluyor hayat; zamanı durduruyorsun. Susmak, çaresizliğin yalın hâli. Susmak, ne yapacağını bilememek. Susmak, başlı başına bir inşirâh. Susmak, umutları sadece O'na c.c. bağlamak.

3 Haziran 2012 00:17  
Anonymous Adsız dedi ki...

" susmak umutları O na bağlamak" o halde "sustum"...haykırmak için "sustum"..

3 Haziran 2012 02:33  
Blogger Bâd-ı Sabâ dedi ki...

İbrahîm'i ateşten koruyan îtimâd idi: Küçük bir şüphe İbrahim'i yakabilirdi. O, rabbine ilticâ etmişti; rabbi de O'nu ateşten emîn kıldı.

Şüpheyle yaşayan, yanar.

3 Haziran 2012 04:09  
Blogger Bâd-ı Sabâ dedi ki...

Adsız..

benim gücüm buraya kadar yetiyor. Bundan sonrası, senin marifetin olacaktır; rabbim ömrünü sevdiklerine bağışlasın.

Bu ayrılığın zamanı gelmişti, kendi kanatlarınla uçmasını öğrenmelisin: Bunu yapabilirsin, sana inanıyorum. Sana güveniyorum.!

Gölgesi olanın aslı vardır, dünya da ahiretin bir gölgesidir. Gölge aslının şuâsıdır ama, şûlesi gibi ol(a)maz. Dünya aydınlık görünse de, aylınlığın aslı güneştir. Dünya nimetleri, ahiretin tezgâhıdır. Tezgâhtakiler, ağacın mahsülü ise de, ağaç ahirettir. Dünya fanidir, ahiret ise baki. Fâni olanın lezzeti de fânidir. Sen, bâki olanı iste, lezzeti de baki olsun. Cenneti dile, cennet nimetleriyle haşrol.

Kötülük, cefâ, ıztırâb mü'mini bitirip tüket(e)mez; ancak onu bilenen bıçak gibi daha keskin ve dövülen demir gibi daha sağlam bir hâle getirir.

Budanan bir ağacın daha gür ve güçlü büyümesi gibi, insan da ârızî fenâlıklarından kurtulup felâha erer. Budanan ağacın meyvesi makbûl olur, fenâlıklarından arınan kimse de selâmet bulur.

İnsan çileyle pişerek erdem kazanır, çilesiz insan hamdır. Fırtınayla, yağmurla, haşerâtla mücadele eden meyve; nihâyet zamanı gelince olgunlaşır, ekşiyken tatlanır.

Dünya hayatı bir mektep yeridir. Nasıl bir öğrenci öğrendikleriyle sınanır ise, insan da dünya hayatı boyunca yaşadıklarıyla imtihan edilir. Dersler, öğrenciye eziyet verse de; öğrendikleriyle âlim olur. İnsan da, belâ ve musibetler ile tekamül bulur kemâle erer.

Hüsranları karşısında küsen, ümidini yitiren, vazgeçen olma. İnancını tazele, tekrar tekrar dene: Yılma, yıkılma, acılarından beslen, geçmişini rehber edin ve tefekkürle hatalarını düşün. Yanlışını bulan, doğru yolu da öğrenmiş olur.

Daha mutlu olmak için değil, daha îtikâdlı olmak için yaşa.! Mutluluk bir hevestir, içkinin verdiği sarhoşuk gibi gelip geçer; geriye mutsuzluk kalır. Her daim içkiye sarılan, her seferinde mutlu olsa da; içki tükenince hüsrâna düşer: îtikâd, seni mutluluğa muhtaç bırakmaz.

Mutluluk, nefsin amaçlarına varmak için insanı kandırdığı bir yoldur. Nefs mutsuzluk yoluyla insanı kamçılar, türlü belâlara müptelâ bırakır. Zenginliği mutluluk gören bir kimse, fakirlikten korkar. Gençliği mutluluk gören bir kimse, ihtiyarlarken üzülür. Mutluluğu bir amaç olarak görme, o bir kandırmaca oyalamacadır; yokluğu isyan, varlığı nisyan getirir.

Yaşadıkların değil, yaşayacakların önemlidir. Bir gün, yaşayacakların da, yaşadıkların olacaktır çünkü. Yaşadıklarından edindiğin bilgi ve tecrübeyle, yaşamına doğru istikamet tayin et. Bir nefesi dahi kalmışsa insanın, son bir istiğfar için hâlâ imkânı var demektir.

Bunlar, sana olduğu kadar, kendime de söylediğim sözlerdir. Seni hediyesiz, kendimi nasibsiz bırakmak istemedim.

O'na sığınalım, O'ndan medet umalım, O'na muhabbet edelim; ikrâmına şükür, ihtarına sabır gösterelim. Bu istikametle de, hakkımızda hayırlı olan tecelli bulur inşâ Allah.

Âmin,

3 Haziran 2012 09:30  
Blogger Bâd-ı Sabâ dedi ki...

Biraz umut ve sabrın karşısında diz çökmeyecek duvar yoktur, olmamalı, olamaz.

16 Haziran 2012 16:49  
Anonymous Adsız dedi ki...

hayırlı kandiller .. dua!

17 Haziran 2012 01:59  
Blogger Bâd-ı Sabâ dedi ki...

Rabbim gönlündeki güzelliğe güzellik katsın Adsız, iyi ki yazmışsın; ben de seni düşünüyordum tam o sıra.! Ders çalışıyorum, hayr 'ola inşâ Allah. Sabırlı olasın; güzel olacak inşâ Allah, güzel olacak.

Allah'ım; hayrı ve şerri veren kimdir.? Duâları kabul eden kimdir.? Hakkımızda hayırlı olanı, merhametinle sevdir bize; bizi zalimlerin insafına bırakma. Hasbinallah, ve ni'mel vekil.! Sen, bize yetersin Allah'ım.

Bizi bilmediğimiz yollardan, senin dergahına, sana tabi olanların, seni tanıyanların, seni sevenlerin ocağına yetiştir. Seni sevenlerden zarar gelmez.! Senin sevdiklerinden zarar gelmez.

Elhamdülillah.

17 Haziran 2012 02:20  
Anonymous Adsız dedi ki...

AMİN..

17 Haziran 2012 12:25  
Anonymous Adsız dedi ki...

insanlık için adanan bir ömür nasib eyle. ya da ömürlerimizi ömürlerine nasip eyle.

zahiri gurbeti yaşayanlara ve asıl zor olan gurbeti içinde yaşayanlara vuslatı nasip eyle yarab..gurbet denince "dön gel" sözleri yankılanır kulaklarda.

dediğiniz gibi her şey güzel olduğu gibi daha da güzel olacak inşaallah..

17 Haziran 2012 14:29  
Blogger Bâd-ı Sabâ dedi ki...

"dediğiniz gibi her şey güzel olduğu gibi daha da güzel olacak inşaallah.."

@

Her şey güzel olduğu gibi, daha da güzel OLACAK; İnşâ Allah..!

Elhamdülillah,

:)

Evet, evet.. her şey çok güzl Adsız; bunu yüreğimle söylüyorum. İnan bana...

Sorun, onu bazen görmüyoruz, güzel olanı yâni. "Her şey bir rüzgara bakıyor." Olacak, olacak; her şey güzel, ve daha da güzel olacak.

18 Haziran 2012 01:51  
Blogger Bâd-ı Sabâ dedi ki...

Çünkü bize ayın karanlık yüzünü gösteriyorlar, gösterdiler, biz de kandık, aldandık, aynayı kırmak aklımıza gelmedi, ya da buna gücümüz yoktu, ya da aynayı kırmanın uğursuzluk getireceğine inandırılmıştık.

Oysa bu ayna, bizi çirkin gösteriyor, baktıklarımızı da çirkin gösteriyor ve biz çirkin görüyoruz olup biteni.

Aynayı kırmalı!

Karanlığın aynasını kırmalı.

18 Haziran 2012 01:55  
Blogger Bâd-ı Sabâ dedi ki...

Umut, bir tebessümdür güzelliğe. Öyleyse, gülümse.! Tadı, acı olsa da. Zâten, umudun tatlısı olmaz. Her umutta, biraz ayrılık vardır çünkü.

19 Haziran 2012 05:32  
Anonymous Adsız dedi ki...

gülümsetene can borçlusu gibi olurum her zaman :)

19 Haziran 2012 11:50  
Blogger Bâd-ı Sabâ dedi ki...

Elhamdülillah :)

19 Haziran 2012 23:42  

Yorum Gönder