7 Mayıs 2009

Mukadderât

Dergahın ana giriş kapısına göre sol tarafında yer alan harem dairesinden tevekkül içinde dışarı çıktığı sırada, etrafta kimseler yoktu. Uzun süren ayrılıktan sonra, Allah'a sonsuz güven duygusu içinde, sakinleştirmiş nefsi ile alanı adımladı. Tevekkülü, nefsine ağır gelen, üzülüp hastalanmasına sebep olan olayı geride bırakmanın tastikiydi. Sabırlıydı. Ümit ettiği iyi neticeler için zorluk hallerinde sızlanmanın bir anlam ifade etmeyeceğini de biliyordu. Kederini, ıstıraplarını açığa çıkarmanın fayda vermeyeceğinin bilincindeydi. Allah'a sığınmış bir beden ve ruhun sabrıyla başına gelen felaketin sıkıntısından şikâyet etmenin yersiz olduğunu düşünüyordu. Kendine gelmek, kendini bulmak zamanıydı. Gerçeğe ulaşmak için geçirdiği zamanın ardından, tabiatına aykırı görünen şeylere tevessül gösteriyordu. Rıza içindeydi. Allah'ın, onun hakkında adaletle hüküm verdiği olayların meydana gelmesini gönül hoşluğu ile kabul ediyordu ve bunun amellerinin en faziletlisi olduğuna inanıyordu.

Çıkış kapısının açılmasını tek yolu vardı; onu da ancak Allah açabilirdi ve bunu beklemekten başka yapılacak bir şey yoktu.

Gam ve hüznü, dünya yaşamının en güzel metaı olarak kabul ederek boş alanın ortasına doğru yürüdü. Ömrünü tamamlamaya yüz tutmuş çimenlerin arasından görünen toprağa baktı. Hafifçe eğilip, çimenlerin arasından okşamaya başladı toprağı. Varlığı ile toprağın birbirine olan benzerliği duygusu içinde vücudunu yokladı. Ruhuna yansıyan terbiyenin anlamına ulaşmaya gayret etti.

Nerede kötü ve beğenilmeyen bir şey varsa, tıpkı toprağın üzerine atıldığı gibi, en yakın müridinden, çevrede yaşayan bir çok insana kadar, kalp parçalayan, onur kıran sözler de onun üzerine atılmıştı. Ondan ise, gülün toprağına atılan gübrenin hoş kokuyu etrafa saçması gibi sadece tatlı ve güzel sözler çıkmalıydı. Bir sufiydi. Sufi olmanın edep ve terbiyesi ile ruhunu disiplin altına almalıydı. Kişilik bütünleşmesine doğru ilk adımın tabiattan ve Hakikât'ten ayrı düşmenin kaygısıyla yüzleşmek olduğunu hatırlamalıydı. Öyle bir sufi olmalıydı ki; üzerinde iyinin de günahkârın da yaşadığı yeryüzüne benzemeliydi. Kalp bulanıklığından kurtulmalı, beyni ve yüreği tefekkürle dolmalıydı. Gözünde toprak ile altını eşit hâle getirmeliydi. Sefalette ihtişam, yoksullukta zenginlik, kullukta efendilik, açlıkta tokluk, çıplaklıkta giyiniklik, esarette hürriyet, ölümde hayat ve acılıkta tatlılık görerek ilk adımını atmıştı. Şimdi bu yaşamın gereği olarak, elemde sevinci yaşamanın zamanını ve günlerdir kendisini bekleyen insanların arasına katılmayı seçiyordu.

A. Vahap Kaya .: Cehennem Benim .: S. 42

1 Yorum:

Blogger Bâd-ı Sabâ dedi ki...

Takvim yaprakları arasından hüzgün bir sayfa olan, 2008 senesinin 6 Aralık Cumartesi günü yanıyorken perîşan, şöyle bir yazı karalamışım. Takibinde bıraktığım yorum içeriğinde yer bulan mukadderât kelâmına, bu blog ilk defa şahitlik yapıyordu sabırla. Ve bugün, burada, yine karşıma çıkmış durumda aynı kelime. Vahap Kaya'nın satırları arasında görüyorum o kelimeyi amansız, nasıl da ben buradayım diye çığırıyorken.

7 Mayıs 2009 02:49  

Yorum Gönder