17 Mayıs 2007

Allah bize yeter.. .

Al-i İmran Sûresinin 173. âyeti meâlen şu şekildedir: "Onlar öyle kimselerdir ki, insanlar onlara "Düşman size karşı büyük bir kuvvet topladı; onlardan korkun" dedikleri zaman, onların imanı ziyadeleşti ve "Allah bize yeter, O ne güzel vekildir" dediler."

Büyüklerimizden sık sık "Hasbünallahü ve ni'mel-vekil" sözünü işitiriz. İşte âyetin son kısmındaki bu cümle üzerinde biraz durmak istiyorum.

Zaman su gibi akıp geçiyor. Bir de bakmışız ki ömrümüzün çoğu geçip gitmiş. Yarına çıkmaya kimsenin garantisi yok, lâkin eğer Allah ömür vermişse bir yirmi sene yaşama ihtimali ya var, ya da yok.

Yahu zaman nasıl bu kadar hızlı akıp gider, daha dün çocukluğumuzu hatırlar gibiyim. Hemen hemen her akşam rahmetli babamla Fatih Camii'ne güle oynaya gider, yatsı namazını kılar, neşe içinde evimize gelirdik. Ama şimdi ölümün soğuk nefesi ensemizde dolaşıyor.

Bediüzzaman, zamanın süratle akmasını şöyle ifade ediyor: "Eyvah! Aldandık. Şu hayat-ı dünyeviyeyi sabit zannettik. O zan sebebiyle bütün bütün zâyi ettik. Evet, şu güzerân-ı hayat, bir uykudur; bir rüyâ gibi geçti. Şu temelsiz ömür dahi, bir rüzgâr gibi uçar gider."

Madem hayat bu kadar hızlı bir şekilde geçiyor, o halde geçen ömür dakikalarının kıymetini bilmek zorunluluğu vardır. Çünkü tekrar elimize geçmeyecek.

Gemideki arkadaşlarıma "Aman canınızın kıymetini bilin, çalışırken elinizi kolunuzu dikkatli kullanın, bizim mesleğimiz denizcilik çok ağır bir meslektir. Ölümcül yaralanmalar çok sık meydana gelir. Bu hayatı tekrar bize vermeyecekler. Bilgisayar oyunları gibi düşünürseniz sadece bir hakkımız var. Ona göre hareket edin" der dururum.

Allah'a çok şükür başımıza büyük kaza, belâ gelmedi. Bunun asıl sebebi duâlar bereketiyle Allah"ın hepimizi korumasıdır. Yoksa "Ben tedbirli adamım işimi iyi bilirim" sözü tam bir aldatmaca ve gerçeğin aksidir.

İstanbul'da iken bir arkadaşım çok karamsar bir şekilde konuşuyordu. Devamlı şekilde gençlerin uçarı hareketlerinden eleştiriyor ve memleketin kötüye gittiğinden şikâyet ediyordu. Sohbet sonunda namazımızı kıldıktan sonra bir başka arkadaşımız "Güzel gören güzel düşünür, güzel düşünen hayatından lezzet alır" dedi. Fakat bu arkadaşımız karamsar sözlerini bir türlü bırakmıyordu. Devamlı insanlardan şikâyet ediyor, hatta olayları iyi yönüyle görmeyi bir nevî ahmaklık olarak nitelendiriyordu.

Kendisine bu bakış açısının Marksistlere yakıştığını, Yüce Allah"ın "Lâ taknetû min rahmetillah" yani "Benim rahmetimden ümidinizi kesmeyin" diye emrettiğini söyledim. Hatta toplumda gördüğümüz acı ve kötü olayları bir fırsat, ganimet bilip problemleri çözmek için çaba sarf etmenin gerektiğini söyledim.

Gerçekten de öyle değil midir? Hayat çarçabuk geçerken elimizde ne kalıyor ki. Para servet derseniz bunlar ahirette çoğu zaman başa belâ olacak şeylerdir. Fakat birisinin imanını kurtarmaya çalışmak, hadiste "sahralar dolusu kırmızı koyunu sadaka vermekten daha hayırlıdır" şeklinde geçmektedir. O halde inanan bir insanın, içi daima aydınlık olmalıdır. Bırakın inançsız olanların dünyası kararsın. Biz olayları güzel yönleriyle değerlendirelim. Bize bir kereliğine tanınan ömür dakikalarını faydalı hale getirmeye çalışalım.

Sahabeler zamanında müşrikler, yukarıda bahsettiğimiz âyette geçtiği gibi düşmanların onları yok etmek üzere büyük bir ordu ile üzerlerine geldiklerini söylemişlerdi. Fakat onların moralleri bozulmadı. Hatta imanları ziyadeleşti. Kendilerine asıl gidilecek yer olan ahiret saadetinin kapılarının açıldığını düşündüler. Zira biliyorlardı ki ahireti kazanmak için dünyada zahmet çekmek gerekliydi. Bediüzzaman"ın dediği gibi "Cennet ucuz değildi".

Hâlbuki onlar bir avuç insandı. Düşmanları ise çok ve heybetli idiler. Fakat onlar "Allah bize yeter, O ne güzel bir vekildir" diyerek düşmanların üzerine atıldılar. Allah, onları hem bu dünyada, hem de öte dünyada saadetle mükâfatlandırdı.

Bizlerin ise önünde öyle büyük fırsatlar yok. Ne kadar uğraşsak da onların ulaştığı ecir ve mükâfatı kazanamayız. Fakat önümüze çıkan musibetleri bir fırsat, hatta ganimet olarak değerlendirebiliriz.

Bediüzzaman ile çok uğraşmışlardı. Sadece dinsizler değil cahil softalar dahi çok hücum ediyordu. Bu yüzden "Ben iki dünyamı elime almışım, tek dünyalılar karşıma çıkmasın" diyerek her iki kesimden gelen düşmanca davranışlara, karşı koymaya çalışıyordu.

Bir ara o kadar çok hücum edildiği halde o azminden bir parça eksilmeden dâvâsını yürütmeye çalışıyordu.

O, karşılaşmış olduğu belâ ve musibetleri musikinin nağmeleri gibi hoş karşılıyordu.

Zira o, "Allah bize yeter, O ne güzel vekildir" âyetinin mânâsını çok iyi hazmetmişti. Risale-i Nur'da bu âyeti sık sık dile getirerek olayların derinliklerine nüfuz edebiliyordu. Rabbimiz bize de bu âyetin mânâsını anlayarak yaşamayı nasip etsin.

Vehbi HORASANLI
27.06.2006

[ Kaynak: www.yeniasya.com.tr ]

4 Yorum:

Anonymous Adsız dedi ki...

"O, karşılaşmış olduğu belâ ve musibetleri musikinin nağmeleri gibi hoş karşılıyordu."

musikinin, bizlere uzaktan gelen sesi bile bu kadar hoş geliyorken. acaba onların yakın duyduğu, musikinin namelerinin hoşluğu nasıl bir zevk veriyordur mübareklere.

tatmak isterdim o güzel nameleri.

mübarekler bu şekilde kalbe değilde, cebemi koymuşlar acaba..

17 Mayıs 2007 18:37  
Blogger Bâd-ı Sabâ dedi ki...

@

"Mal da yalan mülk de yalan, var biraz da sen oyalan." sözü; bu konuşulan cep mevzusunu biraz olsun aydınlatıyordur diye düşünüyorum.

Bir de "kefenin cebi yoktur" derler :)

Her derdi, ısdırabı, sıkıntıyı Allah'a havale edersek.. bu iş bize huzûr 'u getirir.

* * *

Ben yapacağımı bilirim diye hiddetle kalkıp yola çıkanların zarar edeceklerine inanıyorum.

Onlar çukurun dibini boylarken, biz de onların yanında (tarafında) olmamalıyız.

Bu durum itikat konusu ile alakalıdır, yönümüz belli olsun der gibi. Ve küçük bir karınca misali,

* * *

Beyhude sıkıntıları, Allah 'a havale ettiğimizde.. biz de, kalbimizde bir tenhada O'nun muhabbetini duyumsayabiliriz.

Üstad Hazretleri.. bu dünyanın bir sahibi var, sen derdine düşme. Bu akıl kârı değildir, nefsî 'dir.. mealinden yazmıştır.

(Orjinal metini şuan temin edemiyorum, araştırmam lâzım.. noksan ifade etmiş olmak da istemem.)

Eş dost hakkında endişeye düşmek, üzülmek.. bu meyanda yersizdir. Çünkü, Alemlerin Rabbi olan Allah.. onları bizden daha ziyade düşünür, sever, kollar, sakınır.

Onlar, Allah'a emanetler.

* * *

Günümüzde, taş taş üstüne konulmuyorsa.. toplum, müstehak olduğunu yaşıyor demektir.

Dinsizlere, ahlaksızlara kızmamak lâzım. Kalbimizle onlara buğz etsek bile, öfkeyle taşkınlık yapmaktan toplumun refahını gözeterek uzak durmalı kaçınmalıyız.

* * *

Takdiri İlahi, zor günümüzde dalalete tâbi olan kimseler ile bizi muhatap almaktadır diye düşünebiliriz.

Anlayabileceğimiz üzere.. nihayi olarak, perdenin arkasında Hz. Allah vardır. Kişiler, olaylar sadece bir bahanedir vesiledir.

Bu çerçevede, tevekkülü de elden bırakmamalıyız tabi.. duâ ile beraber, ayrıca gerçekleşmesini murat edindiğimiz gayenin yolunda bulunabilmeliyiz.

Duâyı teorik bilgi gibi, yürüyüşü de pratik uygulama gibi tasavvur edebiliriz.. meselâ :)

Sıratal Mustakîm,

17 Mayıs 2007 20:38  
Anonymous Adsız dedi ki...

"mübarekler bu şekilde kalbe değilde, cebemi koymuşlar acaba.."

mubarek olduklarindandir:)
benim cozemeyisimin sebebi de bu olsa gerek.Mubareklik kim ben kim?

Tesekkur ederim Kazim bey. Cep meselesine hos bir yorum getirmissiniz.

hayirli cumalar efendim

hayal111

18 Mayıs 2007 11:11  
Blogger Bâd-ı Sabâ dedi ki...

@ Hayal111

Sizin de Cum'a gününüz mübârek olsun efendim.. mukabelemiz geç olduysa da, çok şükür cevap yazmak münasebetiyle vazifemizi ifâ ettik.

Selâm, ve duâ ile.. .

22 Mayıs 2007 21:02  

Yorum Gönder