25 Temmuz 2006

Kendimi, Lâyık Olduğum Cehennemde Görüyorum.

İnsan her attığı adımda pişman olur mu? Ben oluyorum, bu neyi gösterir acaba, ben aklı kıt bir kimse miyim, ya da toplum zararlısı bir kimseyimdir belki?

Bilmiyorum, bilgisine ulaşmak istediğim iyi bir insan olduğum; ama maalesef düşündükçe kötü bir insan olduğum cevabını veriyor bana vicdanım. Bu halde insan ilişkilerim zarar görüyor.

iki kutup çıkıyor önüme: Birincisi intikam, diğeri ise teslimiyet.

Bu iki unsurdan hangisinin önde ya da arkada olduğu mesele değil; biri diğerine göre ön planda olsa da olmasa da yol ikiye ayrılıyor işte; asıl anlaşılması gereken de bu.

İntikam konusu beni ürkütüyor; zira intikam için güçlü olunmalı, fakat ben zayıfım.

Tek problem bu mu peki, yani ben güçlü olsam, zarar gördüğüm insanlara zarar vermek için mi yaşayacağım?!

Bu soru beni, asıl cevaba götürüyor; eğer güçlü olsam asla dönüp arkama bakmam; ve kedinin fare ile oynadığı gibi oynamam; işime bakar geride kalanlara el sallarım.

Demek ki intikam konusunda asıl amaç güçlü olmak, ve intikam ancak ve ancak zayıf olanların baş vurduğu bir yol.

Ben zayıf mıyım şuan, evet; peki intikam? Hayır!

Lakin, yılıyorum artık; çok olmaya başladın diyenleri duyuyor gibiyim. Gece yastığa başımı koyup gözümü kapattığımda; çığlık ve haykırış içersinde olan insan silüetleri görüyorum. Bu insanlar benden ne istiyorlar ya hu diyor, korkuyorum. Nereye gideyim? Ölmek benim için bir kurtuluş oluyor...

Benim en acı duyacağım an canlanıyor gözümde, bir gün zengin olduğumda bu insanlar beni aferim diyerek anacaklar; o gün içimde hıçım ve öfke olmasına rağmen ben nasıl güleceğim bu insanların yüzüne.

İntikam olmayacak, bunu anladık; peki ya nefs?! Nefsim boş durmayacak ve kanımın son damlasına kadar enaniyetimi kabartacak.

İşte o günlerin hayali canlandığında zihnimde; ben öyle bir sancı ve acının içinde buluyorum ki kendimi; ölmek yine benim için bir kurtuluş gibi görünür hale geliyor.

Ya da hep aklımda olduğu gibi, bir ayakkabı boyacısı olarak yaşama devam etsem daha mı iyi olur acaba diyor, teskin oluyorum.

Bu durumda, zayıflığım kalbimde intikam duygusunu uyandıracaktır; bakın işte yine acı işkence!

Susturmalı bu içimdeki insanı, hatta yaşayan organik bedeni de susturmalı.

Sonuç yine aynı kapıya çıkıyor; ölüme!

Her halikarda, ölüm bir kurtuluş halini alıyor. Kaçış diyenler de olabilir bu duruma; kaçış, acı ve çile çekmekten kaçış...

İkinci kutubun ne olduğunu söyledik mi?! O da teslimiyet: İslamiyet kelimesinin esas manası olan teslimiyet!

Bu yol bizi ölmek gerekten kurtarır mı acaba?

İslamiyetin anlaşılması bize şunu kazandıracak; bir adım atıyorken, attığımız adımın bir dayanak noktası olacak. İşte bu nokda da Müslümanlıktır diyoruz.

Buna göre eğer İslami kaidelere göre doğru olan bir adım attığımızda; bu adım bizim için yegane doğru olacak, bu halde vicdan olumlu telkinler verecek bilinç üstüne.

Sonuç huzur ve mutluluk; zira temel alınan nokta Müslümanlık, özgür irade değil.

İşte yavaş yavaş Big Bang Teorisine ulaşıyoruz. Büyük patma da bu ulaştığımız noktada oluyor; özgür iradenin hiç edilmesi noktası!!!

Böylelikle, teslimiyet yerine gelmiş oluyor; insan İslami kanun düzenini özgür iradeye değişerek tüm istek arzu ve ihtiraslarından kurtuluyor.

Sonuç, huzur; hem de hiçlik düzeyinde.

Buradaki itirazlar, insanın özgür iradesinin elinden alınmasına dair olabilir.

Biz de deriz ki, teslimiyet özgür irade ile tercih edilmemiş miydi?!

Kâzım Mızrak

1 Yorum:

Blogger Bâd-ı Sabâ dedi ki...

- İçerikte düzenleme yapılmıştır.

26 Temmuz 2006 01:21  

Yorum Gönder