31 Mayıs 2009

Güyâ

Harflerin anlamını yitirdiği zamanlar olur, a'nın b'nin bir hükmü kalmaz söylevde. Azılı bir sükûnet düğümlenir iki dudağınızın arasına, konuşmayı unutmuşcasına. Nereden gelip nereye gittiği belirsiz bir tebessüm ile tanışırsınız, her gün baktığınız o duvara emânet asılı duran puslu aynada.

B
ütün bir hayat hikâyeniz, sadece bir kaç saniye içinde hayâl meyal gözünüzün önünden akıp geçer. Nefes alıp verişiniz, durma safhasına gelmişcesine ağırlaşmıştır.

D
aha dün duygulanarak ağladığınız bir sahneye şimdi nasıl böyle duyarsız kaldığınızı, şaşkınlıkla teşhis eder aklınız. Duygularınız körelmiştir âdeta, kalbiniz öyle kanıksamıştır ki hiç bitmeyen acıyı, ulaşımsız bir zindâna kapatılmış gibidir çocuksu deli düşleriniz.

Varsınızdır güyâ, bir o kadar da yok.

27 Mayıs 2009

Gülben Ergen - Giden Günlerim Oldu

Etiketler:

Bir Kere

Geçmişi hatırladım. Çok eski olan bir geçmişi. Ne demişti ? İstihza. Benim adım, İstihza değildi ki. Ama, öyle anlaşılmıştım. Öyle adlandırdı beni. Yapılacak bir şey yoktu. Adım, İstihza olmuştu bir kere.

Hepimizin bir adı vardı. Kimisi Onurlu'ydu, kimisi Şımarık'tı, kimisi de Nankör. Bu isimler ile anılıyorduk. O'nun da bir adı vardı bende, Hiç. O, benim için bir Hiç'ti.

25 Mayıs 2009

Sakın



















By EsmaLâle

İnleyip sırrını fâş eyleme ağyâra sakın,
düşme bilmezlik ile varta-i inkâra sakın.

Değmesin âhların kâkül-i dildâra sakın,
sonra Mansûr gibi çıkman olur dâra sakın.

Arz-ı acz etmeyesin yâreden ol yâre sakın,
bulduğun cevher-i âlîleri bîçâre sakın.

Şeyh Gâlib

24 Mayıs 2009

Candan Erçetin - Meğer

Etiketler:

Yetmez mi ?

Kırmadan, incitmeden emekliyorum bu günlerde. Bir bebek gibiyim, yürümesini öğreniyorum henüz; koşmayı ise unutmuş gibiyim.

Sözlerimin ne anlama geldiğini düşünmeden konuşasım var çok.

Değil mi ki, onca hesabın kitabın bir sonucu bugünüm. Yoo, kötü değil. Sadece, zor; ve kendime göre ağır bedeller ödediğimi düşünüyorum bu noktaya gelinceye kadar.

Kitaplarıma sarılıyorum günün büyük bir bölümünde. Onlar da olmasa, sanki şu dünyada hiç kimse yokmuş gibi geliyor bana. Her gün, bir diğerinin benzeri günler; su gibi akıp geçiyor.

Son günlerde güldüğümü görüyorum, gülümsüyorum. Yanımda hiç kimse yokmuş da, sadece ben varmışım gibi bir düşünceye bürünüyorum. Evet, yanımda ben var benim; ben, bana tebessüm ediyorum.

Yetmez mi ?

Yargılayıcı olmamaya çalışıyorum; insanları aşağılamakla kınamakla nereye varılabilir ki.. birisini aşağılarken, aslında Tanrıya söylenmiyor muyuz ki sen ne kadar beceriksizsin diye !

Herkesi olduğu gibi kabul etmeli.

Erdal - Gülendam

Etiketler:

21 Mayıs 2009

Ben, Leylâ.

Ney Faslı - Gül Yüzünü

Etiketler:

19 Mayıs 2009

Şeb-i Yeldâ



















By Beyaz Gece

Şeb-i yeldâyı müneccimle muvakkit ne bilir,
mübtelâ-yı gama sor kim geceler kaç saat.

Sâbit

Taş Duvar

Bir kaç aydır kullandığım, ve elimin bir türlü alışamadığı klavyenin yerine yenisini aldım. Evet, bu klavye, yıllardır arayıp da bulamadığım klavyenin ta kendisiydi ?

Yine de, aslında diyorum: Bu benim aradığım klavye değil.

Bu işi bana bıraksalar, dünyanın en ergonomik ve de zarif klavyesini tasarlardım. Buna inanıyorum.

Gelin görün ki, dünya tersine dönüyor sanki. Aşağıda olması gerekenler yukarıda, yukarıda olması gerekenler aşağıda ! Bana da, durup seyretmek kalıyor. Kelimenin tam anlamıyla seyrediyorum.

Hayır, şikayetci değilim.

Her salataya maydanoz olmak isteyen salak güruha hazır cevabım bu: Şikayetci değilim.

Ben hiç bir şeyden şikayet etmem zaten.

Fikir öne sürmeyi, şikayet anlayan kimi kimseler canımı sıkıyor. Böyle insanların çevremde olmalarını istemiyorum. Telefonun icadı, ampulun icadı, tekerleğin icadı gibi teknoloji sathında kilometre taşı olmuş buluşların nasıl meydana geldiğini anlamak için biraz kafa yoralım..

Birileri muhakkak benim gibi düşünmüş olmalı değil mi !

Söz gelimi teklerleğin bulan her kimse, diğerleri gibi fikir tembelliği yapmamış olsa gerek. Peki ya telefonu bulan vatandaş ? Eminim, yanındaki üç beş kafadar ne gerek var demiştir, ve kuvvetli ihtimal bunlardan birisi de Türk'tür.

Edison'a yüzlerce denemenin getirdiği başarısızlığın ardından, sen kafayı mı yedin aptal adam diyen gerizekalı bir kaç tipin varlığına da hiç şüphe etmiyorum.

Nihayet havası vakumlanmış bir ampul keşfedildi, ki böylelikle akkor haline gelen flama havadaki oksijen ile oksitlenip tükenmiyordu.

Bu insanlar düşündüler, taşındılar, kaşındılar hatta.

Bizim nemelazımcı milletimiz gibi, ne gerek var demediler.

Evet, gerek var !

Bu memlekette.. zibidi gibi saç traşı olup karizma çizdiğini sanan oturgaçlı götürgeç timsali zavallı erkeklere, mini etek giyip cadde ortasında eteğini aşağı doğru çekiştirerek namus satan embesil zekâlı kızlara bilgi çağında yaşadığımızı, ve hayatta fikir üretmenin ne denli kutsal bir kazanım olduğunu anlatmaya gerek var.

Aksi halde, bu memleketin geleceği hakikaten karanlık görünüyor.

Sokağa çıktığımda, yemek içmek ve çoğalmaktan başka derdi olmayan zavallı insanlar görüyorum. Evet, maalesef öyleyiz. Bir lunapark, bir sirk, bir hayvanat bahçesini andırıyor gördüklerim.

Ben de, böyle bir parkın içinde uçmasını öğrenememiş bir ördeğim.

Vak, vak, vak diyorum.

Evet, sizden biriyim..

Ama, bir gün uçmasını öğrenirsem; aşıcam duvarları.

Merak ediyorum, önümüze set durup ufkumuzu görmemize engel olan o duvarın arkasında nasıl bir yaşam olduğunu.

Belki de sırf bunun için, uçmasını öğrenmeliyim.

Taş duvarın ardında ne olduğunu görmek adına ?

Sonra, kanatlarımı yolabilirsiniz.

17 Mayıs 2009

Evet.. nereden geldiğimiz değil, nereye gitiğimiz önemlidir !

Mustafa Demirci - Bülbül

Etiketler:

16 Mayıs 2009

Muzip Bir Gülüş

Bugün.. caddeleri, sokakları tebessüm ederken yürüdüğümü farkettim. Çocukları ile gezen aileler gördümse de, yutkunmadım benim niye ailem yok diye. Suratım asık değildi; ne onlara, ne de kendime karşı.

Affediciliğim üstümdeydi her zamankinden fazla.. taze bahardan mı, yoksa sıcak güneşten mi bilemedim: Kendimi çok güçlü hissettim bugün. Hatta, nefsimi bile defalarca affettim. Geçmişi geçmişte bıraktım, aramadım kaybettiklerimi; bu dünyada yüzü gülmeyen bir ben miyim diye sormadım kimseye.

Yürüdüm de yürüdüm korku duymadan, kaçmadan. Adımlarım sakindi, daha bir sevgiyle basıyordum toprağa. O'nun bile şefkate muhtaç olduğunu düşünüp, örselemek istemedim nâzenin tenini. Bir ara öyle uçmuşum ki, yoluma serilen çiçeklerin beni kıskandığı hissine kapılmışım.

Öyle mutluydum, huzurluydum işte. Her şey, hiç bir şeymiş gibi görünüyordu gözüme. Hayâl denileni yaptım ben bugün; koskoca bir kâinatı kucakladım, muzip bir gülüşün ardından.

15 Mayıs 2009

Her şey, Sen 'sin !



















By EfSultan

Sen ayân olduğunda, bâtında kalır Hudâ;
O ayân olsa eğer, sensin zâhirden cüdâ.

Sen nihân oluversen, bu sefer Hudâ zâhir;
Kahrıyla ifnâ olur cümle eşyâ, mezâhir.

Ganiyy-i Muhtefî

Su olduğunu, düşün.

Şimdi sen “su” olduğunu düşün. Su kadar özel, su kadar faydalı ve su kadar çok, tükenmez... İnanıyorum ki gerçekten de öylesin. Ama ister çeşmelerden dökül, ister göklerden yağ, ister nehirler dolusu ak; dibi olmayan bir kovayı dolduramazsın. Yani seni dinlemeyenlere sesini duyuramazsın...

Unutma; daha çok bağırdığında daha çok dinlenmezsin... Gürültünün parçası olursun sadece!.. Suyun yanında olanlar suyu en az içenlerdir. Çünkü; “Su nasılsa burada, lüzum yok ki suyu kana kana içmeye” diye düşünürler... Aynen, sesini sürekli duyanların seni dinlemedikleri gibi!

Ormandaki hiç bir hayvan, ırmağın gürültüler koparan yerinden su içmeye çalışmadı şimdiye kadar. Hepsi, hep sabahın en sakin anını bekledi; suyun durgun yerlerini bulabilmek için gittiler ve sakin sakin ihtiyaçlarını giderdiler; onlar için en uygun olan ve kendi istedikleri zamanda...

Sen, hep bir su olduğunu düşün. Su gibi güzel, su gibi yararlı, su gibi vazgeçilmez... Ve su gibi hayat kaynağı olduğunu düşün. Ama su gibi yaşatıcı ol; su gibi yıkıcı, sürükleyici ve öldürücü değil!.. Sen bir su ol... Ama rahmet ol; âfet değil! Su isen tarlalarını basma insanların, yuvalarını yıkma, ocaklarını söndürme; sana “felaket” denmesin! Su isen bir bardağa sığabil ki; damarlara giresin!..

Su; yüce Tanrı’nın insanlar için yarattığı en büyük nimetlerden biri... Ve suya benzediğini unutma! Su gibi özel, su gibi güzel, su gibi faydalı, su gibi lüzumlu ve su gibi bitmez tükenmez olduğunu da unutma.

Ayrıca su gibi sakin olabileceğin gibi, su gibi de “kıyâmetler” koparıcı olabileceğini unutma...

Unutma; senin işin rahmet olmak, âfet değil! Vadiler varken önünde ve ovalar varken yayılabileceğin; küçük ırmaklara ayırabiliyorsan kendini ve bardaklara bölebiliyorsan, hayat verirsin çevrene. Ve yaşayabilirsin dünya dönmesine devam ettiği müddetçe... Yoksa hep duyulmayan, dinlenmeyen; korkulan ve kaçılan olursun seller, âfetler gibi... Tercih elindeydi hep ve hep de “senin” ellerinde olacak...

Ya tutmayı öğreneceksin dilini veya hiç durmadan konuştuğun için, sadece bomboş ve anlamsız sesler çıkartan birisi olduğunu zannettireceksin çevrendeki insanlara! Ama yapman gereken şu değil mi?

Düşüneceksin ne zaman ne söyleyeceğini. Düşüneceksin kimin dinleyip dinlemediğini, kimin anlayıp anlamadığını. Düşüneceksin anlatmak istediklerinin ne kadarını anlatabildiğini... Hatta anlayanların anladıklarının da senin anlattıklarının ne kadarı olduğunu düşüneceksin... Ve konuşmak için en uygun zamanı bekleyecek, en az ama en uygun kelimeleri seçmeye çalışacaksın...

Ahmak olmayan yolcuların, önceden aldıkları biletleri ceplerinde olduğu halde, saatlerini kontrol ederek, vakit yaklaştığında, vapurun kalkacağı iskelede hazır olmaları gibi, sen de fikrini bildireceğin kişinin “kıyıya yanaşmasını” bekleyeceksin !.. Demeyeceksin; “Ben canım isteyince giderim iskeleye, vapur da o saniyede gelmek zorunda!..”

Demeyeceksin; “Ben aklıma geleni aklıma geldiği biçimde söylerim. Karşımdaki de değil duymak, değil dinlemek, anlattığımdan bile fazlasını anlamak zorunda!..”

Keşke öyle olsaydı. Keşke haklı olsaydın, ama maalesef değil... Ağzını açıp “Şelaleden dökülen suyu” içmeye çalışan bir tavşan gördün mü hiç?.. Veya önüne çıkan ağaçları dahi sürükleyen bir selden susuzluk gidermeye uğraşan bir ceylan gördün mü? Kaplanlar bile içebilmek için suyun durulmasını bekler; beyni olan her yaratık gibi!

Hadi... Sen şimdi “su olduğunu” düşün, ve kendini “su gibi” hisset...
Su gibi özel, su gibi güzel, su gibi berrak, su gibi yararlı...
Su gibi hayat kaynağı ve su gibi bitmez tükenmez olduğunu hatırla... Ama yine su gibi “bir küçük bardağın içine” sığdır ki kendini; girebilmeyi öğren insanların damarlarına.
Hayat ver... Vazgeçilmez ol !..

Muammer Erkul

14 Mayıs 2009

Ney Faslı - Ey Aşk

Etiketler:

13 Mayıs 2009

Kayboluş

Senden sonra, yalnızlığımda, kendimi buldum. O'na dokundum. Sen vardın, şimdi ise ben varım.

Kendime ne kadar haksızlık ettiğimi düşünmeye başladım. Bu kadar zaman, sende kaybolmuşum. Neden bu ayrılık acı veriyor diye üzülmemin sebebi de, bu değil mi zaten: Kendimi kaybetmişim sende, haberim yokmuş.

Eğer kendimde olsaydım şimdi, bu denli acı da duymazdım.

&

Korkarak adım atıyorum, korkarak bakıyorum yüzlere, korkarak konuşuyorum insanlara. Bugün, dilimin sürçtüğünü farkettim birisiyle konuşuyorken. Henüz doğmuş bir bebek gibiyim.

Her şeye küsmüş bir yürek bıraktın ardında. Öyle küsmüş ki, her şey yabancı ona.

Bunu yapmalı mıydın !

Yâni böyle mi olmalıydı ?

&

Büyük mü büyük, kocaman bir boşluk bıraktın ardında. Ben ki, bu küçük korkak ruhumla, o boşluğu nasıl dolduracağım diye endişe duyuyorum. Kim vardı, ne vardı burada diye düşünüyor, dalıp dalıp geçmişe gidiyorum.

Ne
vardı burada sahiden?

Yedi kat göğü kuşatan bu boşluğu, nasıl kapsıyordun sen.

12 Mayıs 2009

Eflatun'un Önerisi

Eflatun'a iki soru sormuşlar: “İnsanoğlunun sizi en çok şaşırtan davranışı nedir?”

Eflatun: “Çocukluktan sıkılırlar, büyümek için acele ederler. Ne var ki çocukluklarını özlerler. Para kazanmak için sağlıklarını yitirirler. Ama sağlıklarını geri almak için de para öderler. Yarınlarından endişe ederken bugünü unuturlar. Sonuçta ne bugünü, ne de yarını yaşarlar. Hiç ölmeyecek gibi yaşarlar. Ancak hiç yaşamamış gibi ölürler.”

“Peki sen ne öneriyorsun?” demişler.

Bilge yine sıralamış: “Kimseye kendinizi sevdirmeye kalkmayın. Yapılması gereken tek şey, sadece kendinizi sevilmeye bırakmaktır. Önemli olan hayatta en çok şeye sahip olmak değil, en az şeye ihtiyaç duymaktır!”

Tarık Dal .: Sufi, Ruhunu arayan Genç. .: S. 363

Karanlıkta Kalan Yürekler

Gece vakti, karanlılar içinde seçil(e)mez bir doğru. O da diğerleri gibi, kara görünür karanlıkta. Gün ağarmaya başladıkça, güneş aydınlatır her yeri.

Ve..

Doğrular, görünmeye başlar.

&

Cehaletin hakim olduğu bir meclis, gece karanlığına benzer. Siz ne denli doğru olanı söyleseniz de, sözlerinizi layıkıyla bir anlayan çıkmaz.

Aydınlık ise, ilim ehlinin bulunduğu meclise benzer. Siz ne denli yanlış olanı söyleseniz de, size doğru olan sözü söyleyecek bir kimse çıkar karşınıza.

&

İnsan da gece ve gündüz misâli.

Karanlık bir geceyi yaşıyorsa yüreği, doğru olanı göremez. Hal böyleyken, öyle bir kimse; yanlış olanı kendisine fikir edinir, fikrini zikir edinir, zikrini doğru edinir.

10 Mayıs 2009

Karar

Yazmak isteyip de yazamadığım çok şey var. / Yazarsam, onlar bana ait olmayacaklarmış gibi. Konuşsam, sanki artık benim olmayacaklarmış gibi. Bana ait olan, bende kalmalı. Benimle yaşamalı, benimle toprak olmalı. Edeptendir. / Kavgada hak aramak yoktur. Davalı da, davacı da aynı. Hak, yerini bulur. Ya da bulmuştur zâten. Adalet, öyle veya böyle tecelli eder. Ya da etmiştir zâten. Karar, Levh-i Mahfuz'da verilmiş. Sen, yazılanı silemezsin. Edeptendir.

Sükûnet

Susmak ne demek ? Susmak diyorum. Sus pus olmak ne demek. Bir düşün. Çok derinlerde düşün. Çok, çok derinlerdeki susmaktan bahsediyorum. Ne demektir susmak ?

Sen susunca, kim konuşuru düşün.

İçimizdeki Çocuk

Altı yaşında bir çocuğum, hâlâ.

Sokaklar benim, kaldırımlar benim. Hâlâ, insanların yüzünde o tarif edemediğim donuk bakışlara şahit oluyorum. Donuk, öfkeli, kırgın bakışlar bunlar. Aradığını, umduğunu bulamayıp hayata küsen bakışlar bunlar.

Uçuşan sigara dumanları, bir çare gibi mi görünüyor onlara bilemiyorum. Hepsinin ortak direği olması bakımındandır belki de, öyle olması. Yak bir sigara diyor, hâlden anlayanı. Diğeri, eyvallah diyor. Umut mu çektiği her nefes, yoksa kahır mı. Onu da yine içen, zifiri dumanı içine çeken biliyor.

Hâlâ çocuğum ben, sokaklar benim. Dut ağaçlarına tüneyen bir serçe misali, yaramazım hâlâ. Olmadı, bir asmanın üzerine konuyorum. Güller benim. Kırmızı, beyaz, sarı. Sonu görünmeyen kırlar benim. Yeni açmış çiğdemlere hayretle bakıyorum hâlâ. Dokunasım geliyor, okşamak istiyorum narin yapraklarını. Kıyamıyor, vazgeçiyorum.

Çocuğum, ama insan değilim ?

Çocuk olmak ayrı, insan olmak ayrı gibi bir şey sanki. Mutlu olduğumu hissedebiliyorum. Mutluluk; bir çocuğum bakışlarındaki masumiyet, bir çocuğun korkusuzca bulutlara doğru kanat çırpan özgürlüğü, ertesi sabah uyandığında unutması bir çocuğun her türlü dünde kalan gönül yılgınlığını.

Daha ne olsun.

8 Mayıs 2009

Zümer Sûresi, 53. Âyet

Etiketler:

YoL

Allah'ım. Senin rızân için sabrediyorum. Sen sabredenleri seversin. Beni de sev. Aldıklarına, verdiklerine ben de râzı geleyim. Verip aldıklarına ne isyân edeyim, ne yerineyim. Bana öyle bir ahlâk ihsan eyle ki: Yûsuf a.s. gibi zindanlara konulsam da, seni zikredeyim. Yûnus a.s. gibi denizlere düşsem de, sana el açayım. İbrahim a.s. gibi ateşlere atılsam da, senden aman dileneyim. Her ne hâlde bulursam kendimi, ilâ Rabbi diyeyim. Yolumu şaşırtma Allah'ım.

7 Mayıs 2009

Sen Küsünce

Gülümse lütfen ey yâr.
Sen küsersen ay küser, güneş küser, Kâinat küser.

Gülümse lütfen ey yâr.
Sen küsersen arz küser, semâ küser, Mîzan küser.

Gülümse lütfen ey yâr.
Sen küsersen merve küser, safa küser, Kâbe küser.

Gülümse lütfen ey yâr.
Sen küsersen dağ küser, taş küser, Hirâ küser.

Gülümse lütfen ey yâr.
Sen küsersen namâz küser, abdest küser, Mîrâc küser.

Gülümse lütfen ey yâr.
Sen küsersen cennet küser, cehennem küser, Kübrâ küser.

Gülümse lütfen ey yâr.
Sen küsersen kelâm küser, nübüvvet küser, Mevlâ küser.

Nasıl Sever

Bir anne nasıl bakar yavrusuna. Henüz doğmuştur ya o bebek. Küçücük, savunmasız. Gözleri yumuk, elleri yumuk. Sesi çıkmaz bağırsan, ağlar da ağlar. Ben ne yaptım sana der. Şuncacık canım var, ne ettim sana da beni böyle üzersin der. Anne yüreği, ölümüne sarılır o saf masum yavruya. Nasıl sever, nasıl sever. Zayıftır çünkü, merhamet eder. Merhamet. Anne güçlüdür ya. Zayıf olan yavruya, sunar şefkatini. Kol kanat gerer ona.

Allah'ım. Sen nasıl seversin bizi değil mi. Döksek de, kırsak da. Saçsak da nimetini. Bizi affetmez misin. Azametinden ne eksilir Allah'ım. Büyüklüğünden ne eksililir. Biz ki, savunmasız, bir bebek gibiyiz yanında. Bir anne bile yavrusuna kıyamaz. Senin merhametine karşın, bir mahlukun merhametinin adı bile okunmaz. Sen bizi nasıl seversin Allah'ım. Hepsi ve her şey senden, biliyorum Allah'ım. Seni üzdüysem, seni incittiysem özür dilerim. Beni affet. Sen de affetmezsen, kime gidelim Allah'ım.

Mukadderât

Dergahın ana giriş kapısına göre sol tarafında yer alan harem dairesinden tevekkül içinde dışarı çıktığı sırada, etrafta kimseler yoktu. Uzun süren ayrılıktan sonra, Allah'a sonsuz güven duygusu içinde, sakinleştirmiş nefsi ile alanı adımladı. Tevekkülü, nefsine ağır gelen, üzülüp hastalanmasına sebep olan olayı geride bırakmanın tastikiydi. Sabırlıydı. Ümit ettiği iyi neticeler için zorluk hallerinde sızlanmanın bir anlam ifade etmeyeceğini de biliyordu. Kederini, ıstıraplarını açığa çıkarmanın fayda vermeyeceğinin bilincindeydi. Allah'a sığınmış bir beden ve ruhun sabrıyla başına gelen felaketin sıkıntısından şikâyet etmenin yersiz olduğunu düşünüyordu. Kendine gelmek, kendini bulmak zamanıydı. Gerçeğe ulaşmak için geçirdiği zamanın ardından, tabiatına aykırı görünen şeylere tevessül gösteriyordu. Rıza içindeydi. Allah'ın, onun hakkında adaletle hüküm verdiği olayların meydana gelmesini gönül hoşluğu ile kabul ediyordu ve bunun amellerinin en faziletlisi olduğuna inanıyordu.

Çıkış kapısının açılmasını tek yolu vardı; onu da ancak Allah açabilirdi ve bunu beklemekten başka yapılacak bir şey yoktu.

Gam ve hüznü, dünya yaşamının en güzel metaı olarak kabul ederek boş alanın ortasına doğru yürüdü. Ömrünü tamamlamaya yüz tutmuş çimenlerin arasından görünen toprağa baktı. Hafifçe eğilip, çimenlerin arasından okşamaya başladı toprağı. Varlığı ile toprağın birbirine olan benzerliği duygusu içinde vücudunu yokladı. Ruhuna yansıyan terbiyenin anlamına ulaşmaya gayret etti.

Nerede kötü ve beğenilmeyen bir şey varsa, tıpkı toprağın üzerine atıldığı gibi, en yakın müridinden, çevrede yaşayan bir çok insana kadar, kalp parçalayan, onur kıran sözler de onun üzerine atılmıştı. Ondan ise, gülün toprağına atılan gübrenin hoş kokuyu etrafa saçması gibi sadece tatlı ve güzel sözler çıkmalıydı. Bir sufiydi. Sufi olmanın edep ve terbiyesi ile ruhunu disiplin altına almalıydı. Kişilik bütünleşmesine doğru ilk adımın tabiattan ve Hakikât'ten ayrı düşmenin kaygısıyla yüzleşmek olduğunu hatırlamalıydı. Öyle bir sufi olmalıydı ki; üzerinde iyinin de günahkârın da yaşadığı yeryüzüne benzemeliydi. Kalp bulanıklığından kurtulmalı, beyni ve yüreği tefekkürle dolmalıydı. Gözünde toprak ile altını eşit hâle getirmeliydi. Sefalette ihtişam, yoksullukta zenginlik, kullukta efendilik, açlıkta tokluk, çıplaklıkta giyiniklik, esarette hürriyet, ölümde hayat ve acılıkta tatlılık görerek ilk adımını atmıştı. Şimdi bu yaşamın gereği olarak, elemde sevinci yaşamanın zamanını ve günlerdir kendisini bekleyen insanların arasına katılmayı seçiyordu.

A. Vahap Kaya .: Cehennem Benim .: S. 42

3 Mayıs 2009

Kırkambar
yüreğim.

Ne varsa
rûhuma elem,
tıkıyorum
içine.

Üzerine
kilitler çakıyorum,
çık(a)masınlar
dışarı diye.

Çırpınış
sesleri duyuluyor,
sîneye tutsak
düşlerin.

Hayır
diyorum,
korkarım
sizden !

Sal(a)mam
sizi, özgürlüğe.

2 Mayıs 2009

Ellerimizden

çözülüyor hayat,
göz göre göre.

Sesimizi dahi,
çıkar(a)mıyoruz.

Seyrediyoruz,
hiç ağlamadan.

Dur bekle demeye,
mecâlimiz yok.

Tamam diyoruz,
güle güle.